Prof. Dr. Cemalettin Latiç, 21 yıl önce imzalanan Dayton Antlaşmasının hukuksuzluğunu ve bu antlaşmanın Avrupa’nın göbeğindeki Bosna-Hersek’i nasıl ‘sakat bir ülke’ haline getirdiğini AA için yazdı.
Tam 21 yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ohio eyaletinin Dayton şehrinde bulunan Wright-Paterson Hava Kuvvetleri Üssü’nde Dayton Barış Antlaşması için uzlaşma sağlandı. Antlaşma mahiyetindeki bu akit görüşmesine Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franyo Tucman katıldı. ABD’yi ise dönemin başkanı Bill Clinton’ın elçisi Richard Hoolbruke temsil etti.
Bu antlaşmanın selefi, 1994 yılının Mart ayında Bosna-Hersek Başbakanı Haris Silajdzic, Hırvatistan Dışişleri Bakanı Mate Granic ve Hersek-Bosna Hırvat Cumhuriyeti Başkanı Kresimir Zubak tarafından imzalanan Washington Antlaşmasıydı. Bu antlaşmayla Hırvatistan’daki Hırvat ordusu ve Bosna-Hersek’teki Hırvat Savunma Konseyi (HVO) birlikleri ile kahir ekseriyeti Boşnaklardan oluşan Bosna-Hersek Cumhuriyeti Ordusu arasındaki çatışmaya son verildi. Aynı antlaşmayla, Bosna-Hersek’in iki entitesinden birini temsil edecek şekilde Bosna-Hersek Federasyonu oluşturuldu. Bosna-Hersek’in kantonlara bölünmesinin ‘kusursuzlaştırılması’ için Sırp siyasi ve askeri temsilcilerinin onayları beklenmiş, fakat Sırplar, Amerikalı moderatör ve koordinatörlerin baskılarını hafifletmesiyle bu planlarından vazgeçmişlerdi.
Sırplar ile onların gizli destekçileri olan sözde uluslararası toplum (ki bunlar Batılı güçlerdir), o dönemde barış antlaşması için daha makul bir ortamın oluşmasını bekliyorlardı. Nitekim İkinci Dünya Savaşı sırasında, Bosna’nın doğusunu Drina Nehri boyunca Müslümanlardan (Boşnaklardan) ‘temizleyip’ Sosyalist Yugoslavya’nın kuruluşu (29 Kasım 1943) için nasıl uygun ortam yarattılarsa, 1995 yılında savaşın sonlarına yaklaşılan dönemde, korkunç katliamlardan ve Srebrenitsa ile Zepa bölgesinde hayatta kalmayı başaran Müslümanlara yönelik soykırımdan sonra da, aynı şekilde anlaşmayı kabul edip Dayton’u imzaladılar. Ancak, Cumhurbaşkanı İzetbegoviç, antlaşmanın imzalanmasına yarım saat kala, Dayton’da düzenlenen konferanstan yirmi gün sonra ve Sırbistan saldırılarından önce, Boşnak ve Hırvat nüfusun çoğunlukta olduğu Brcko şehrinin statüsü konusunda uzlaşmaya varılamaması nedeniyle, antlaşmayı imzalamaktan vazgeçti. ABD’nin müdahalesinin ardından Brcko için uluslararası tahkim kabul edildi ve söz konusu şehir tahkim neticesinde 2000 yılında Bosna-Hersek egemenliği altındaki Brcko Özerk Bölgesi’ne dönüştürülünce, Sırp Cumhuriyeti (RS) coğrafi açıdan iki parçaya bölünmüş oldu.
Cumhurbaşkanı İzetbegoviç ve antlaşma heyetinden Haris Silajdzic, Saraybosna’ya dönüşlerinin hemen ardından, kendi meclisleri denebilecek bir toplulukla bir araya gelerek savaşın en büyük kurbanları olan Boşnaklara, İzetbegoviç’in 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te imzalanan böylesi antlaşmayı kabul etmesinin sebeplerini ve hedeflerini açıkladı. Cumhurbaşkanının söylediğine göre, Bosna-Hersek tarafı Dayton’a vardığında, Amerikalılar onları şu teklifle karşılamıştı: “Sırplar ve Hırvatlar Bosna-Hersek’in bağımsızlığını kabul edecekler, ancak bunun karşılığında Federasyon’un, ülkenin yüzde 51’ini (Boşnak ve Hırvatlara ait), Sırp Cumhuriyeti’nin ise yüzde 49’unu (Sırplara ait) oluşturması şartıyla iki entitenin eşit şekilde bölünmesini talep ediyorlar”. İzetbegoviç, Amerikalıların “Dilerseniz bu antlaşmanın temelini kabul edin, bu durumda ABD size destek verecek, bu barış antlaşmasının arkasında duracak ve barışı sağlayacaktır. Aksi takdirde, Saraybosna’ya dönüp önümüzdeki 10 yıl savaşmaya devam edin. Bu durumda savaştan galip çıkan taraf ABD ile oturup görüşmeler yapabilir!” diyerek kendilerine nasıl şantaj yaptığını anlattı.
Bu antlaşmanın 1. maddesinde şöyle bir ifadeye yer verildi: “Bundan sonra resmi adı ‘Bosna-Hersek’ olan Bosna-Hersek Cumhuriyeti, uluslararası hukuk anlayışına uygun bir devlet olarak, bu anayasayla düzenlenmiş iç yapısıyla ve uluslararası alanda kabul gören mevcut sınırlarıyla hukuki varlığını sürdürmektedir. Bu şekilde hâlâ, Birleşmiş Milletler’in (BM) üyesi sayılmakta, isteğe bağlı olarak Bosna-Hersek olarak üyeliğini sürdürebilir veya BM sistemi içerisinde yer alan örgütlerle diğer uluslararası örgütlere kabul edilme talebinde bulunabilir.”
Ancak aynı maddenin 3. fırkasında ‘Bosna-Hersek’in Yapısı’ başlığı altında, şu ifade yer alır: ‘Bosna-Hersek iki entiteden oluşmaktadır: Bosna Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti”. Bu antlaşmanın 4. maddesiyle Bosna-Hersek anayasası belirlenmiş, Ek 7. maddeyle de “Tüm sığınmacı ve göçmenlerin kendi topraklarına dönmelerinde bir engel olmadığı ve yağmalanmış mülklerinin tazmin edilmesi” kararına varılmıştır.
Anayasanın 10. maddesinde “Temsilciler Meclisi’nde oy kullananlar ve katılımcıların üçte iki oy çokluğuyla, Parlamenter Meclis’in kararı ile” anayasada değişiklik yapma imkânı da öngörülmüştür. Ek 1. maddede, Birleşmiş Milletler Antlaşması’ndan, Helsinki Nihai Senedi’ne, hatta 1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye kadar, Bosna-Hersek’te uygulanacak 15 uluslararası antlaşma yer almaktadır.
Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere bu barış antlaşması, imzalandıktan hemen sonra, sadece adaletsiz sayılmakla kalmayıp uygulanması imkansız bir antlaşma olarak değerlendirildi. Bosna-Hersek bu antlaşmayla üzerine ‘deli gömleği’ geçirmiş, Avrupa’nın göbeğinde ‘sakat bir ülke’ haline gelmiş oldu. Bu antlaşmayla saldırganlar ve soykırım failleri, Sırp Cumhuriyeti askerleri ve polisleri ödüllendirilmiş, saldırı ve soykırımın kurbanı olan Boşnaklar ise sözde uluslararası toplum ve uluslararası hukukun vicdanına terk edilmiştir.
Bugün Sırp Cumhuriyeti, savaş bittikten sonra Bosna-Hersek’in o bölgesine dönen Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırp olmayan diğer insanlar için bir ‘apartheid’ niteliğinde. Boşnaklar o bölgedeki devlet kurumlarında iş sahibi olamıyor, önceki hizmetlerini yeni işleriyle birleştirip emeklilik talep edemiyor, çocuklarının kendi dillerine ‘Boşnakça’ deme hakları yok, camileri taşlanıyor, mezarları yağmalanıyor. Durum Bosna-Hersek’in, savaş döneminde Hırvat Savunma Konseyi’nin kontrolü altında olan bölgelerinde de pek iç açıcı değil.
Günümüzde uluslararası hukuk, dünyanın hiçbir yerinde, son nüfus sayımına göre nüfusunun yüzde 50,8’ini -1918’den bu yana Sırp ve Hırvatların çalıp yağmaladığı özel mülk, beylik ve vakıflar hesaba katılınca ülkenin en az yüzde 72’sine sahip- Müslümanların (Boşnakların) oluşturduğu Bosna-Hersek’te olduğu kadar hükümsüz değildir.
Boşnak medyasından ve araştırmacılardan edindiğimiz resmi olmayan bilgilere göre, Dayton Barış Antlaşması’nın imzalanmasından bugüne kadar, savaşta topraklarını terk etmek zorunda kalıp da geri dönen 100’den fazla Boşnak öldürüldü. Sadece Hırvat kontrolü altında olan Mostar’ın kuzey kısmında 30 Boşnak katledildi. Bu tarz cinayetlerin en bilinenleri, 1996 yılında Sırplar tarafından öldürülen, Zvornik yakınlarında bulunan Jusici Köyü’nden Muradif Alic, 2001 yılında Srebrenica soykırımının yıl dönümü olan 11 Temmuz arifesinde evinin penceresinde nakış işlerken Sırp keskin nişancılar tarafından öldürülen Meliha Duric, 2001 yılında Banja Luka’da bulunan Ferhat Paşa Camisi’ni açmaya çalışırken öldürülen Murat Bandic ve Sırp polisinden 1992 yılında katledilen 700 Zvornikli ile birlikte babasının intikamını almaya çalışırken öldürülen Nerdin Ibric vakaları ve daha nicesi… Maalesef Sırp Cumhuriyeti ve Hersek-Bosna hükümetleri bu cinayetlerin soruşturmalarını asla sonlandırmadı.
Bosna-Hersek İslam Birliği, her yıl Sırp Cumhuriyeti’nde ve Bosnalı Hırvatların hüküm sürdüğü bölgelerde yaşayan Müslümanların çiğnenen haklarıyla ilgili bir rapor sunuyor. Bu raporlarda, savaştan sonra topraklarına dönen Boşnakların haklarının yanı sıra, yakılan camiler, imamlara ve eşlerine yapılan hakaretler, darp edilen liseli Boşnak gençler ve mektep öğrencileri ile cami ve tekkelerin avlularına atılan domuz kafaları da yer alıyor.
Bu tip baskılara rağmen bugün Sırp Cumhuriyeti’nde, 1992’den önce Bosna Hersek’in bu bölgesinde yaşayan 700 bin Boşnak’ın 100 bini, diğer bir deyişle yüzde 14.7’si yaşıyor. Burada, Çetnik (Büyük Sırbistan) hareketinin Bosna-Hersek’in bu bölgesini İkinci Dünya Savaşı sırasında da Boşnaklardan ‘temizlemiş’ olduğunu, fakat Boşnakların bahsi geçen savaştan sonra kendi topraklarına döndüklerini ve 1992-1995 Savaşı’ndan önce, bölge nüfusunun yüzde 70’ini oluşturduklarını (Sırplar yüzde 30’unu oluşturuyordu) hatırlatmak gerek.
Günümüzde hem iç siyaset hem de Avrupa’nın siyaset sahnesinde, Dayton’la belirlenmiş anayasanın değişmesinin vaktinin gelip gelmediği tartışılıyor. Bu anayasanın değişmesinden yana olan Boşnaklar, bu ikinci Dayton Antlaşmasında uluslararası taraflardan birinin Müslüman ülkelerden biri, bilhassa Türkiye veya Suudi Arabistan olmasını istiyor. Çünkü Paris’te Dayton Barış Antlaşması imzalanırken hiçbir Müslüman ülke bulunmuyordu. Sırpların siyasi temsilcileri Dayton anayasasının değişiminden bahsedilmesine izin vermezken, Hırvatlar kendilerine ait bir entite ya da Bosna-Hersek’in birleşmesini istiyor. Hırvatların bu düşüncesini Avrupa Birliği’nin bir kısmı da destekliyor. Bu konsept, içerisinde etnik bir birleşimi de barındırıyor ve böylece, sayıca üstün millet olmasına rağmen, bugün parçalanmış ve terk edilmiş vaziyette kendi topraklarının ancak yüzde 23’lük kısmında yaşayan bahtsız Boşnaklar için daha büyük sıkıntıların habercisi haline geliyor.
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.