BM, Srebrenitsa soykırımını dünyaya kabul ettirdi

5 Ocak 2009’da Avrupa Parlamentosu, 11 Temmuz gününü ‘Srebrenitsa Soykırımını Anma Günü’ olarak kabul ve ilan etmişti. 15 yıl sonra 23 Mayıs 2024 tarihinde BM Genel Kurulu da 11 Temmuz gününü ‘Srebrenitsa Soykırımını Uluslararası Düşünme ve Anma Günü’ olarak gecikmeli de olsa kabul etti.

Eski Yugoslavya ülkelerinin Sırbistan hariç tamamı bu karara destek verdi. Bu oylama sonucu Balkanlar’da barış ve istikrarı kimin istemediği bir kere daha ortaya çıkmış oldu.

BM’deki bu oturum bir kere daha Balkan ülkelerindeki kronik ihtilafların konu edildiği diplomatik mücadelelere sahne oldu. 11 Temmuz gününün dünyanın en çatı kurumu BM tarafından kabulü ile Bosna-Hersek devleti ve Boşnaklar, Srebrenitsa Soykırımı’nı yok sayan Sırbistan ve onu destekleyen inkâr lobisine karşı diplomatik bir zafer kazandı.

Bu karar metninin son maddesinde BM Genel Sekreteri’nden Srebrenitsa Soykırımı’nın 30. yıldönümünde yani önümüzdeki 2025 yılında, BM eliyle özel bir program düzenlenmesini ve üye devletlerin katılımının sağlanması istendi.

BM’nin bu tarihî kararından sonra Türkiye, 10 Temmuz 2024 günkü resmi gazetede yayınladığı bir genelge ile 11 Temmuz tarihinin önemine dikkat çekti. Ayrıca genelgede tarihî bir hâdise olarak Srebrenitsa Soykırımı’ndan mahkûm ve sorumlu olanlar da dâhil olmak üzere uluslararası mahkemeler tarafından savaş suçları, insanlığa karşı suçlardan hüküm giyenleri yücelten eylemler, çekincesiz bir şekilde kınandı. Ayrıca üye devletlere soykırımın inkârını, çarpıtılmasını ve gelecekte benzer eylemlerin meydana gelmesini önlemek için uygun programların, okulların eğitim müfredatına dâhil edilmesi tavsiye edildi.

Bu genelgeyle Türkiye Cumhuriyeti, Bağımsız Bosna-Hersek ve Boşnaklara verdiği desteği bir devlet politikası hâline getirmiş ve 11 Temmuz gününün Türkiye çapında düzenlenecek programlarla resmen anılması dönemini başlatmıştır. Bu genelge, Türkiye’nin eski Yugoslavya topraklarında yaşayan Boşnakların hâmiliğini resmen de üstlenmesi anlamına gelmekte.

Türkiye 20 Temmuz’da 50. yılını idrak ettiğimiz Kıbrıs’a askerî çıkarma ile tüm Batı dünyası ile ters düşme pahasına 5 asırlık Türk yurdu Kıbrıs’ta yaşayan kardeşlerine de sahip çıkmıştı. Daha önce 1947 yılında Ege adaları konusunda işlenen hata tekrarlanmamış, Kıbrıs’a asker çıkaran Türkiye, Antalya körfezine hapsolmaktan kurtulmuştu.

Devamında Libya ile yapılan münhasır ekonomik bölge anlaşması ile Mavi Vatan gibi ciddi bir kazanım elde etmişti. Kıbrıs’ta olduğu gibi anavatan Türkiye’nin Balkanlar’da yaşayan soydaş ve akraba topluluklara da sahip çıkmaya devam edeceğine inanıyoruz.

Sırbistan Dünya Sırp Kongresini topladı

23 Mayıs’ta BM’nin kabul ettiği soykırım kararı, Sırbistan’ı çok rahatsız etmiş olacak ki 6 Haziran’da Belgrad’da, Kilise, diaspora ve eski Yugoslavya coğrafyasında yaşayan tüm Sırp temsilcilerinin katıldığı ve 1. Dünya Sırp kongresi olarak adlandırılan bir buluşma (SABOR) yapıldı.

Bu buluşmada BM’nin aldığı soykırım kararı hasmâne olarak nitelendi ve Sırp dünyası bu karara karşı tavır almaya çağrıldı. Özellikle eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinin en büyük mağdurunun Hırvatistan, Bosna ve Kosova’da yaşayan Sırplar olduğu vurgulandı.

Bosna-Hersek AB yolunda nasıl engellendi?

Eski Yugoslavya’dan bağımsızlığını kazanmış ülkeler, AB üyeliğine kabul edilirken Bosna, sınır komşusu Hırvatistan ve Sırbistan tarafından hem içeriden hem de dışarıdan sürekli engellendi. Yunanistan, Kıbrıs’taki Türk varlığını nasıl kabullenemiyorsa benzer bir tavrı Sırbistan ve Hırvatistan da bağımsız Bosna-Hersek’i kabullenmeyerek gösteriyor.

Gerek Sırplar gerekse Hırvatlar, Boşnakları bir millet olarak görmüyor. Boşnakları, Hıristiyanlığa ihanet ederek Müslümanlaşmış sapık dönme bir dini grup olarak mütalaa ediyorlar. Boşnak milleti bir asırdır Sırp ve Hırvat olmadığını ispat etmeye çalışmaktan yorgun düştü.

Dayton Antlaşması ile dayatılan anayasa her çeşit engelleme ve istismara müsait bir yapıdadır. Bosna’nın içindeki ayrılıkçı bölücü Sırp ve Hırvat siyasetçiler devleti işlemez hâle getirmekten bir türlü vazgeçmiyorlar.

AB tam üyeliği için her çeşit prosedürü kolayca geçen Hırvatistan, 2016 yılında tam üyeliğe alındı. Tüm komşuları ile ihtilaflı ve yakın geçmişte uluslararası çeşitli ambargolara mâruz kalmış Sırbistan bile 2013 yılında AB tam üyeliği için adaylık statüsü kazanırken, Bosna-Hersek tam üyelik başvurusunu ancak 2016 yılında yapabildi. Adaylık statüsü ise ancak 6 yıl sonra 2022’de kabul edildi.

Bosna-Hersek yönetiminde yer alan Belgrad ve Zagreb rejimlerinin uydusu siyasetçiler, Bosna’nın hem AB hem de NATO üyeliğini engellemeyi kendilerine bir vazife biliyorlar.

Her fırsatta alenen batıya kafa tutan ve Moskova yanlısı politikalar izleyen Sırbistan’a 2013’te aday statüsü verilmesi, AB’nin tutarsız politikalarına tipik bir örnektir.

Türklerin temsilcisi HÖH parti ikinci oldu

240 sandalyeli Bulgaristan’da son üç yılda altıncı kez erken seçim yapıldı. Siyasi istikrarın sağlanamadığı ülkede yapılan son seçimlerde eski başbakanlardan Boyko Borisov liderliğindeki merkez sağ parti GERB %24 oyla birinci parti oldu. Ancak bu seçimlerin sürpriz sonucu, Türkleri ve diğer Müslüman azınlıklar olan Pomak ve Romları da temsil eden Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin %17 oy alarak ikinciliğe yükselmesi oldu. Bu netice Türkler dışındaki diğer Müslüman azınlıkların da bu partiye yoğun ilgi gösterdiğini ortaya koyuyor.

Seçim barajının %4 olduğu ülkede bu barajı aşan 7 parti, parlamentoda temsil edilme hakkını kazandı. Alınan neticelere göre hükûmeti kurmak için en az 3 partili bir koalisyon gerekiyor. En yüksek oy alarak birinci olan GERB ve HÖH, üçüncü bir parti ile koalisyon görüşmelerine devam ediyor. Bu görüşmelerin ne kadar süreceği ve kurulacak hükûmetin uzun ömürlü olup olmayacağı şimdilik bilinmiyor. Çünkü son 3 sene boyunca kurulan hükûmetler kalıcı olamayarak dağıldı ve erken seçime gitmek zorunda kaldılar.

Bulgaristan’daki Türkler ve Türkiye ilişkileri

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başlayan yeni dönemde Türkiye–Bulgaristan ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izledi. Türkiye’nin batıya açılan en önemli kapısının Bulgaristan olduğu hepimizin mâlumudur. Bu sebeple Türkiye, Bulgaristan ile iyi komşuluk ilişkileri içinde olmak ister.

Tek partili komünist rejimin çok partili demokratik sisteme evrilmesi sancılı yürümekte ve türlü zorluklarla karşı karşıyadır. Hatta bu dönüşümün hâlâ tamamlanamadığı söylenebilir.

AB, Bulgaristan ve Romanya’yı hızlandırılmış bir süreçle bünyesine kattı. Devamında her iki ülke NATO‘ya da dâhil edildi. Bu süreçte Bulgaristan’daki en kalabalık azınlık olan Türklerin konumu, içeride Bulgar devleti ile ilişkileri de dalgalı bir seyir izledi. Zaman zaman koalisyon ortağı olarak Türkleri temsil eden parti HÖH, bazen de yoğun tartışmalara konu oldu.

Bu yıllarda gerek Bulgaristan’ın gerekse Bulgaristanlı Türklerin, Türkiye ile ilişkileri de istikrarsız bir şekilde devam etti. HÖH, içindeki bazı etkili üyelerin istifası ile parçalandı. Zamanla Bulgaristan’daki Türklerin üç farklı parti ile Bulgaristan siyasetinde boy gösterdiğini biliyoruz. Bu partilerin tamamı Ankara’nın desteğini almak için amansız bir yarış sürdürdüler. Ancak bu bölünmeler Bulgaristan’daki Türklerin Bulgaristan siyaset arenasında etkisinin zayıflaması ile neticelendi.

HÖH’ten ayrılarak Ankara’nın desteğini aldığı iddiası ile seçime giren bazı partiler seçimlerde hiçbir başarı elde edemediler. Küçük partilere verilen desteğin sonuç vermediğini gören Ankara’nın, resmen olmasa da HÖH’ten yana tavır alması ile HÖH, 9 Haziran seçimlerinde oyunu iyice artırarak ülkenin en güçlü ikinci partisi konumuna yükseldi. Bu sonuca göre Ankara’nın da Bulgaristan ile ilişkiler söz konusu olduğunda HÖH ile diyalog halinde olacağı söylenebilir.

İslamofobi sempozyumu

Daha önce bazı yazılarımızda gündeme getirdiğimiz konulardan biri olan İSLAMOFOBİ hakkında düzenlenmiş önemli sempozyumlardan birisi de Saraybosna’da 24-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi. Merkezi ABD Berkeley’de bulunan IISRA (International Islamophobia Studies & Research Assosiation) ve Saraybosna’da faaliyet gösteren NAHLA isimli kuruluş ile birlikte düzenlediği sempozyum üç gün boyunca dikkate değer bildirilerin sunulduğu bir akademik buluşma oldu.

Sözde Ermeni soykırımı gibi haksız suçlamalara maruz kalan milletimiz ve devletimizin bu tip akademik çalışmalara daha fazla ilgi göstermesi ve yer vermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Birkaç yıl önce İstanbul Üniversitesi bünyesinde faaliyete geçen Soykırımları Araştırma Enstitümüzün bu tip faaliyetleri yakından takip etmesi ve yenilerini düzenlemesi hususunu bir kere daha bu satırlar vasıtası ile entelektüel çevrelere ve akademi dünyasının dikkatlerine arz etmek isteriz.




Kaynak: GZT

Read Previous

Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu, Ortak Türk Alfabesi ile ilgili bildiri yayımladı

Read Next

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama: Göç anlaşması İtalya’ya özel