Bayram dediğimde, aklıma sadece Ramazan Bayramıyla, Kurban Bayramı geliyor. Anlaşılır, kültürümüzde, dilimizde sadece iki bayram için “bayram” kelimesi kullanılıyor. Çocuk Bayramı kavramını her duyduğumda biraz garipsiyorum, çünkü zihnimin derinliğinde sadece iki bayram, “bayram” kavramını hak ediyor. Diğerleri özel günler, Cumhuriyyet Günü, Uluslararası Kadınlar Günü, Bağımsızlık Günü, İşçiler Günü… Saygım sonsuz bu özel günlere, onların önemine ve o günlerin “gün’ olması için verilen mücadeleye. Fakat, ana dilim Bosnaca’nın tesiriyle, zihnimde Bayram sadece Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı.
Kaç defa bunu söylediğimi, yazdığımı hatırlamıyorum, yine de yazmaktan, söylemekten usanmadım. Belki insanın kültür birikimi içinde oluşmuş, taşlanmış bir kavram… Belki de hafızamdaki eski bayramlar. Bayramlar’ı karşılamak kolay mıydı gençliğimde? Eski sistemden dolayı değil, dini bayramlar biraz ikinci plandaydı, fakat evde… Sınavlar dönemi olsun, tatil olsun, ne olursa olsun, bayramlar için evde yoğun hazırlıklar vardı. Ev baştan başa temizlenir, camlar kapılar silinir, kanepeler yataklar altındaki tozlar alınır, halılar temizlenir… Bir düğün havası, bir tatlı yorgunluk. Yılda iki defa bayram var, madem öyle, güzel karşılanması gerek. Bayram bizim kültürde evde, ailenin içinde, dostlar arasında karşılanır. Hala öyle.
Bayramdan bir gün evvel tatlılar, yaş pastalar, baklavalar, börekler yapılır, etler pişirilir. Yine de akşamüstü, mutfak işleri bitince ev güzelce süpürülür, tozlar silinir… Bayram namazına gidecek evin erkeklerine takım elbiseler, gömlekler ütülenir, çocukların giysileri hazırlanarak güzelce salona dizilir. En son banyoya girilir (evin kadını en son banyoya girer, duş aldıktan sonra banyoyu da temizleyip, kirli çamaşırlar birikmişse makineye atar, kurutur öyle yatar). Bayram arifesinde bitap düşüyorduk doğrusu. Yine bu neşe dolu bir yorgunluktu.
Bayram sabahı ise erkekleri camiye uğurlayıp geceden hazırlanmış hamurlardan çörek, poğaça yapmak, eve döndüklerinde bayram kahvaltısını hazırlamak var. Birkaç yıl öncesine kadar bu bayram kahvaltısını annemin evinde yapıyorduk. Şimdi daha rahat diye hepimiz bu bayram sabahında bizim dairede buluşuyoruz. Annem, ablamlar, evlendikten sonra şehrin öbür tarafında oturan ablamın oğlu ve gelini… Bayramlaşmalar, hediyeler, çocuklara verilen bayram harçlıkları… Hiçbirinden taviz vermiyoruz, vesselam. Kahvaltı faslı sonunda birileri bayramlaşmaya gelmeye başlar. Konu komşu, akrabalar, dostlar.
Çocukluğumda bayram günü annemin evinde aralıksız misafir vardı. Sabah-akşam, bir dakika ara yoktu. Kahveler, ikramlar, bulaşıklar… Hem de o zamanlarda bu teknoloji yoktu evimizde. Mesela bulaşık makinesi yoktu, birimiz sürekli mutfakta, bulaşık tezgahından ayrılmıyordu (doğrusu çoğu zaman ablamdı, benim görevim kapıyı açmak, misafirleri karşılamak, ikramları sunmaktı). Erkekler ise bayram ziyaretlerine giderlerdi. İlk mezarlık ziyaretine, ondan sonra en yakın akrabalardan, en yakın komşulardan başlanırdı.
Kurban Bayramı’nda bahçesi olanlar kurbanlarını bahçede keserdi. Bu yüzden küçük başlar tercih edilirdi. Son yıllarda (artık son yirmi yıl desem daha makul olur) daha temiz ve daha pratik oluyor bahanesiyle kasaba kestiriyoruz. Bahçeleri gezen kasaplar ise geç geliyor, oyalıyor, ertesi güne bırakıyor, ne yaşımız ne de vaktimiz müsaade eder. Her kasabın kendi öncelikleri var ve kuralmış gibi, bu öncelikleri arasında biz bir türlü olamıyoruz. Evin erkekleri kurban kesimine gider, kesilmiş, parçalanmış etleri eve getirirler. Eskiden yemek odası masasında parçalardık bu kurban etlerini, kaç tane masanın ayağını kırdırdık, ben de saymadım. Bir yandan etler pişirilmeye konur, öte yandan kurban dağıtımı için etler paketlenir. Evin en küçüğü olarak kurbanları dağıtmak benim görevimdi. “Hangi komşu” “Of, pek tanımıyorum” “Onun kapısı nerde, hatırlamıyorum” gibi oğlum ve yeğenlerimin sorularına sabır göstererek, görevime uzun yıllar devam ettim. Eşim, oğlum, sağ olsunlar, herkes bir tarafa koşuyor. Kurbanları bir an önce dağıtmak lazım. Komşuların, yılda bir gördüğümüz akrabaların kapısını çalmak, hal hatır sormak, bayramlaşmak, insanın gözüne bakıp halini görmek önemli. Gece tekrar evde buluştuğumuzda gördüklerimizi paylaşmak. Selamları iletmek. Arada bir gelen telefon çağrıları, mesajlar bu nostaljik bayram yoğunluğunu kesiyor. Dur be, gel, görüşelim, bayramlaşalım. Skype’den sarılamam dostuma. Baklavamı ikram edemem. Kurbanımı veremem. Hac vazifesini yapmış dostlarımı düşünüyorum. Kıskanıyorum demem, imreniyorum. Bana da nasip olur inşallah. Bize. Eşime, oğluma, ablamlara da…
Ertesi gün buz dolabına sakladığım kurbanları dağıtmaya devam. Bir çocuk heyecanıyla. Hüzün dalgası da arada bir gelmiyor değil. Çaldığımız kapıların bir kısmı açılmaz oldu. Teyzeler, halalar, amcalar, dayılar ebediyyete göçtü. Kapılarında kurban verdiğimizde bize artık kırk yıldır bayram harçlıklarını vermiyorlar. İki-üç yıl önce eşimin başına gelen olay hariç. Yılda bir gördüğü halasının kapısını çaldı, hala da kapıyı açınca eşimle bayramlaşmış, anne baba hal hatırını sormuş, tabii ki eşim teşekkür ederek selamlarını iletmiş, elinden kurban alırken bir miktar para uzatarak, “Okulunda da, hayatında da başarılar dilerim” demiş. Oğlumuzla karıştırmış olsa gerek… Bu olaya hala gülüyoruz, hadi benim halam olsaydı bir şey diyemezdim, fakat onunki… Bizim yaşımızda var, gözü pek görmüyor, ama yine öyle bir neşe, bir kahkaha getirdi hayatımıza. Allah ondan razı olsun!
İşte, bu eski kapıları özlüyorum her bayramda. Bayramları eskisi olduğu gibi geçirmeye çalışıyorum. Hazreti İbrahim Peygamber’i, Hazreti İsmail’i, Hazreti Hacer’i düşünüyorum. Oğlunu Allah rızası için kurban etmeye hazır Halilullah’ı. Hani, Hazreti İbrahim kurbanını başkasına, vekaleten kestirmeye karar verseydi, ne olurdu… Kurban benim için zamanı, emeği de feda etmek para yanında. Kurbanlık hayvanın kokusunu hissetmek, etine dokunmak. Vekaleten değil, sosyal medya üzerinden değil. Bunlar da kurban. Bu da bizi Yüce Rabimiz’e yaklaştırır. Kullarına yaklaştırırken. İnşallah, bize doğrudan yüzünü gösterir, bizi huzuruna, cennetine kabul eder. Skype’dan, İnstagram’dan O’nun yüzünü, Cennet’i görmek istemem ki. Ya vekaleten olursa? Ya sadece bizim yerimize işimizi, görevimizi ifa edenler ödül alırlarsa? Bize de karşılığında bir belge, bir makbuz, bir kağıt parçası verirlerse. Ki bu kağıt parçası kampanyalı bir tatil sitesinde, muhafazakar hotelde, kaplıca veya yaylada, gezide geçirdiğimiz bayram tatili fotoğrafları arasında mı sergilenecek? Hani, etrafımızdakinin, konu komşunun, dostlarımızın, akrabanın, fakir fukaranın hakkı nerde? Anlamıyorum. Çocukluğumuzda bize bayram harçlığı veren insanların hayır duaları nerede? İnstagramda olmadığına eminim. Başkasını bilmem.
Kapılar, birer birer, yavaş yavaş kapanıyor. Biz de bu Kurban Bayramı’nın tatlı yorgunluğuyla Rahmet kapısını açtıracak kapıları bir bulalım… Kurbanlarımızı orda teslim edelim, orda kurban olalım, bir bayramlaşalım derim. O kapı kapanırsa, makbuzlarımızla beraber resmen yandık.