Pandemide sağlık ekipmanlarından ilaçlara, maskelerden aşılara kadar birçok alanda aktif girişimlerde bulunan Çin, son yıllarda ekonomik ilişkilerini büyük ölçüde geliştirdiği Batı Balkan ülkelerindeki nüfuzunu daha da pekiştirme imkanı buldu.
Batı Balkan ülkelerinin sağlık altyapısındaki sorunları ve eksiklikleri salgın sürecinde yüksek ölüm oranlarına neden oldu. Güçlü devlet ve güçlü uluslararası ilişkilere en çok ihtiyaç duyulduğu dönemde bölge ülkelerinin vatandaşları her iki konuda da çoğu zaman kendisini yalnız hissetti. Bu yalnızlık ve çaresizliğin 2021 yılında aşı temini konusunda da devam edeceği anlaşılıyor. Tam bu noktada bölgenin yoğun ilişkiye sahip olduğu Batı dünyasının içe kapanmışlığı, sessizliği, hızlı politika üretmekteki zafiyeti gün yüzüne çıkmışken özellikle “yükselen öteki” şeklinde tanımlanan Çin’in bölgede aşı diplomasisi dikkat çekiyor. Küresel sistemin Batı bloğunda yer alan bölgenin Çin’le son 10 yıldır sürekli artan ilişkileri uluslararası sistemin değişen yapısından bölgenin geleceğine dek birçok tartışmayı önümüzdeki süreçte alevlendireceğe benziyor.
Batı dünyasının özellikle AB’nin Batı Balkanlarla yeteri kadar ilgilenmemesi, güçlü ve hızlı bir aşı tedarik programı sunamaması yüzünden Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç’in ifade ettiği “Avrupa dayanışması bir peri masalıymış” tespitinin artık birçok ülke ve halk tarafından dile getirilmeye başlandığı söylenebilir.
Kovid-19’un küresel sisteme etkileri
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını; küreselleşme, yerelleşme, ulus devlet ve kimlikler, kapitalizmin krizi, uluslararası sistem ve güç dağılımı gibi konular etrafında hararetli tartışmalara yol açmış durumda. Bu sürecin siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel etkileri ve muhtemel sonuçları farklı zaviyelerden ele alınıp irdelenmeye devam ediyor. Bu çerçevede ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) birkaç asırdır geliştirdikleri “güçlü aktör” imajını salgın sürecinde sergiledikleri tepki çeken politikalarla zedelemeleri tartışmaların odak noktaları arasında yer alıyor. Batı ülkelerinin salgınla mücadelede yetersiz kalmaları, maske ve aşı krizleri, ülkelerin dayanışmadan uzaklaşan tek yanlı politikaları, sağlık altyapısındaki aksamalar gibi birçok olumsuz gelişme uzun süredir “ötekinin/Çin’in yükselişi” etrafında yürütülen uluslararası sistemin dönüşebileceği beklentilerini güçlendirdi. Bu doğrultuda Çin’in Kovid-19 sürecinde tıbbi malzemeler ve aşıların paylaşımı çerçevesinde geliştirdiği diplomasi faaliyetlerinin özellikle Balkanlar gibi bölgelerde yansımaları oldu.
Kuzey Makedonya, Karadağ, Bosna-Hersek, Kosova ve Arnavutluk Avrupa kıtasında 100 bin nüfusa düşen ölüm sayılarında listenin en başında olmalarına rağmen aşı tedarikinde büyük sorun yaşıyorlar.
ABD’nin küresel salgına eski Başkan Donald Trump’ın “Önce Amerika” perspektifiyle yakalanması uluslararası sistemin bu süreçlerde talep ettiği liderliği gösterememesine neden oldu. ABD’nin pandemiyle ve ekonomik etkileriyle mücadele için uluslararası sistemin tüm kurumlarını, devletlerini ve halklarını ortak bir çaba etrafında toplayamaması ve içe kapanmış bir görüntü vermesi askeri, ideolojik, teknolojik üstünlüğüyle elde ettiği küresel hegemonyasına zarar verdi. Çin’in üretime ve ihracata dayalı kalkınma modelinin ürettiği refah ve Rusya’nın siyasi ve askeri yükselişi gibi cari meydan okumalarla gücü zaten zayıflamış olan AB’nin salgın sürecinde sergilediği kaotik durum da dikkate alındığında, Kovid-19 sonrası dönemde uluslararası dengelerin farklı doğrultularda yeniden şekillenmeye başlayacağı öngörülebilir. İşbirliği, serbest ticaret anlaşmaları, güvenli küresel tedarik zincirleri, orta sınıfların oluşumunun desteklenmesi, demokrasiyi yayma ve yerleştirme çabaları, küresel hareketliliğin teşviki ile şekillenen birinci küreselleşme döneminin yerine baskıcı rejimlerin yükselişi, yerelcilik, popülizm, toplumsal bölünmeler, tedarik zincirlerinin kırılması ile büyük güç bloklarına dayalı ve küresel anlaşmazlıkların derinleştiği yeni bir denge durumu ortaya çıkabilir.
Salgının oluşturduğu kriz ortamı küresel çapta ABD-Rusya, AB-Rusya ve özellikle ABD-Çin çekişmesini yıpratıcı bir rekabete dönüştürülebilir. Otoriter rejimlerin güçlenmesi ve yerel ekonomilerin öne çıkması “Çin küreselleşmesi” olarak tanımlanan süreci tetikleyebilir, kırılgan ve zayıf devletlere sahip ülkeleri Çin’e daha da bağımlı hale getirebilir. Bu süreç özellikle imparatorluk geçmişi olan, çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü, devlet inşa sürecini tamamlamamış Balkanlar gibi bölgelerde görünür hale gelmekle beraber rekabeti derinleştirebilir.
Çin, Kuşak-Yol projesi ve Batı Balkanlar
Son elli yılda ortalama yüzde 8,8 büyüyen ekonomisi, 15 trilyon doları geçen gayrisafi yurtiçi hasılası (GSYH), 535 milyar dolar ticaret fazlası ile Çin, dünya ekonomisin yüzde 14’üne hâkim pozisyonuyla dünya siyasetindeki ağırlığını her geçen gün artırmakta. Sahip olduğu ucuz işgücü avantajı, ülke içinde izlediği ekonomik politikaların etkisiyle dünya üretimini büyük ölçüde ülkesine çekmeyi başarmış durumda. Aynı şekilde “Bir Kuşak Bir Yol” projesiyle de küresel dengeleri değiştirebilecek girişimlerinin de sahibi. Tarihi İpek Yolu’nu tekrar canlandırıp Pekin-Londra’yı birleştirme vizyonu, ekonomik saiklerle ön plana çıksa da dünya siyasetinin merkezini Batı’dan Doğu’ya çekecek potansiyeli de içerisinde barındırıyor. 65 ülkeyi kapsayan proje, hem kara hem de denizden olmak üzere ulaşım ağlarıyla dünya ticaretini domine etmeyi planlamakta.
Bir Kuşak Bir Yol projesi kapsamındaki ulaşım ağları dikkate alındığında AB ile yakınlığı bakımından Balkan coğrafyası en stratejik bölgelerden biri olarak öne çıkıyor. Çin-Avrupa Kara-Deniz Ekspres Yolu bu çerçevede Batı Balkanlarda Çin hükümetinin ana girişimi. AB’nin Balkanlar’da, özellikle Batı Balkanlar’daki kararsız politikaları, bölgenin ulaşım altyapısı yatırımlarına yönelik isteksizliği, başarısız ve dengeye oturmamış devlet-toplum inşa girişimleri, sosyalist geçmişin bağlarının da bulunduğu Çin devletine bölgede önemli bir nüfuz alanı açıyor. Pire limanı, Üsküp-Belgrad-Budapeşte otoyolu ulaşım ağının merkez yapılarıyken Trieste, Koper, Rijeka limanları, Bar-Boljare otoyolu gibi birçok farklı güzergahla da ağı çeşitlendirmekte kararlı görünüyor. Çin 2012’den itibaren Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin yer aldığı 17+1 mekanizmasıyla bölge ülkeleriyle her yıl zirveler gerçekleştiriyor ve etkileşimi kurumsal düzeye çıkartarak ilişkileri sıcak tutuyor. Ulaşım altyapısının finansmanı, enerji ve endüstri yatırımları gibi “ülke bazlı stratejilerle” kısa sürede çoğu ülkenin ikinci veya üçüncü ticaret ortağı olmayı başaran Çin, Rusya ve Türkiye gibi diğer güçleri de ekonomik hacimde dengelemiş durumda.
Çin hükümeti doğrudan yabancı yatırım ve finansmanlarla bölgede etkinliğini ve kendisine olan bağımlılığı artırıyor. Sırbistan, Kuzey Makedonya, Arnavutluk ve Karadağ’da doğrudan yabancı yatırımları büyük oranda satın almalarla yürütüyor. Toplam doğrudan yabancı yatırım paylarında ülkeler bazında yüzde 50-yüzde 200’lere varan artışlara sahip. Örnek olarak Sırbistan’da 2016’da toplam doğrudan yabancı yatırımın yüzde 7,2’sine sahipken 2018’de 14,83’e çıkardı. Bu artış Zelezara Smederevo şirketinin satın alınması ve Zijin Bor Copper’ın yüzde 63 hissesinin satın alınması sonucu gerçekleşti. Çin hükümetinin bölge ülkeleriyle geliştirdiği bir diğer süreç borçlanma üzerinden bağımlılık üretmesi. İthalat-ihracat bankası Exim ve Çin Kalkınma Bankası’nın altyapı yatırımları için bölgeye sundukları krediler birçok ülkenin toplam borcunda önemli bir paya yükselmiş durumda. Karadağ’ın toplam dış borcunun yüzde 22’si (671 milyon avro), Kuzey Makedonya’nın toplam borcunun yüzde 14’ü (714 milyon avro), Bosna-Hersek’in toplam dış borcun yüzde 13’ü (1,1 milyar avro) ve Sırbistan’ın toplam borcunun yüzde 7,9’su (24,5 milyar avro) Çin Halk Cumhuriyeti’nedir.
Çin devletinin Balkanlar’daki yatırımları açısından kilit ülke şeklinde tanımlanabilecek kadar yakın ilişkiye sahip olduğu ülke kuşkusuz Sırbistan. Sırbistan coğrafi konumunun avantajını, ayrıca AB ülkeleri, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerle diyalog ve işbirliği üretme yeteneğini Çin’le ilişkilerinde de göstermiştir. Çin bu anlamda Rusya, AB gibi küresel güçlerin dengelenmesi, ticaretin gelişmesi ve ekonomik kalkınma için Sırbistan tarafından stratejik ortak olarak değerlendiriliyor. Özellikle Rusya’nın ekonomik taahhütlerini yerine getirmemesi Çin hükümeti ile ilişkilerinin derinleşmesinde etkili oldu. Sırbistan, Çin açısından Balkanlarda ekonomik, siyasi, stratejik, kültürel seviyelerde yoğun alışverişin yapıldığı birincil ülke konumuna yükselirken, Şi Cinping’in Çin cumhurbaşkanı sıfatıyla (Haziran 2016’da) ziyaret ettiği tek Batı Balkanlar ülkesi oldu. Otoyollar, demiryolları modernizasyonu Kosova konusunda uluslararası siyaset ve kurumlarda Sırbistan’a sahip çıkan görüntüsüyle de dikkat çekiyor. Ayrıca Sırp polis teşkilatına, orduya ve (telekomünikasyon altyapısına desteklerle) istihbarata yatırımlarıyla güvenlik sektörüne de büyük katkısı bulunmakta.
Çin hükümetinin İpek Yolu üzerinden bölgeyle geliştirdiği ilişki yine de AB ile kıyaslanmayacak durumda. Özellikle bölgenin altyapı finansmanı, Rusya’nın dengelenmesi gibi ikincil çıkarlar AB ile örtüşmekte. Fakat AB, Birliğin dışında kalan Batı Balkan ülkelerinin birçok mekanizmasıyla yoğun takip altına aldığı kurumsal ve kültürel intibakı sağlamak için politikalar yürütüyor. 20 yılı aşan bu mekanizmaların yorgunluğu, sürecin uzaması, AB içinde genişlemeye yönelik farklı stratejiler, aşırı sağın yükselmesi gibi birçok neden bölge ülkelerinin diğer küresel güçlerle yakınlaşmasını sağladığı gibi küresel güçlere de sınırları belli olsa da zeminler hazırlamakta. Bu noktada AB, bölgenin Çin’le yakınlaşmasını birçok konuda kaygı ile de izlemekte. Çin hükümetinin şeffaf olmayan ihaleleri, açık piyasa koşullarının oluşturulmaması, yolsuzluklara kapı aralanması, hukuki hesap verilebilirliğin temin edilememesi, otoriterleşme gibi birçok farklı durum AB değerleriyle çeliştiği için Çin’in bölgeye yaptığı ekonomik katkıların başka türlü maliyetler ürettiği görülüyor.
Aşı diplomasisi ve bağımlılık
Uluslararası siyaset, Çin’in bölgeye yönelik yatırımları, AB ile inişli çıkışlı ilişkiler aşı sürecinde iç içe geçmişe benziyor. Kuzey Makedonya, Karadağ, Bosna-Hersek, Kosova ve Arnavutluk Avrupa kıtasında 100 bin nüfusa düşen ölüm sayılarında listenin en başında olmalarına rağmen aşı tedarikinde büyük sorun yaşıyorlar. Devletlerin en üst yöneticileri aşı tedariki konusunda siparişlerin verildiği ve “ay sonunda” ulaşacağı açıklamalarını her ay başında gerçekleştirse de sahada görülen ilerlemeler çok küçük. Üç milyona yakın nüfusa sahip Arnavutluk Pfizer & BioNtech aşısından Şubat ayının ortalarına kadar 9 bin civarında temin edebildi ve Mart ayına kadar ancak 25 bin kişi aşılanabildi. Karadağ’da 3 bin kişi aşılanabildi. Kuzey Makedonya’da ise Sırbistan’ın hibe ettiği 4 bin 680 Pfizer aşısı ile aşılama kampanyasına ancak Şubat ayının sonlarında başlanabildi. Kosova ve Bosna-Hersek aşı temini konusunda hâlâ sonuç alabilmiş değil. Batı dünyasının özellikle AB’nin bölgeyle yeteri kadar ilgilenmemesi, güçlü ve hızlı bir tedarik programı sunamaması yüzünden Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç’in ifade ettiği “Avrupa dayanışması bir peri masalıymış” tespitinin artık birçok ülke ve halkı tarafından dile getirilmeye başlandığı söylenebilir. AB birçok mali yardım programı açıklayarak bu algıyı dengelemeye çalışsa da geç kalınmış olduğu gerçeği zihinlerde yer etmeye devam ediyor.
Batı dünyasının her geçen gün görece kaybettiği üstünlüğün Çin ve Rusya gibi ülkelerin iştahını artırdığı açık. Özellikle Trump’ın Kovid-19 üzerinden yönelttiği yoğun saldırılara Çin’in diplomatik bir karşı propaganda ile cevap verdiğini söylemek gerek. Sağlık ekipmanlarından ilaçlara, maskelerden kredilere kadar Çin bu süreci kazançlı çıkacak şekilde Batı Balkanlarda yönetmekte irade gösterdi. Batı demokrasilerinde milliyetçiliğin konuşulduğu bir dönemde demokratik muhalefete ve kamuoyuna sahip olmayan Çin gibi otoriter ülkeler, aşı paylaşımları ile diğer ülkelerin kendi devletlerine olan bağımlığını artırmaya devam etmekte. Bir Kuşak Bir Yol projesiyle bölgede geliştirdiği ilişkileri “sağlık güvenliğiyle” pekiştiren Çin, özellikle Sırbistan’ı bölgedeki projelerinin merkezinde konumlandırarak bu ülkenin bölge siyasetini yönlendirmesine de katkı sunmakta. Sırbistan’a ilan edilen ekonomik yardımların dışında Çin ve Rusya’dan temin edilen 1,5 milyon aşıyla Sırbistan hem iç hem bölge kamuoyu nezdinde sahip olduğu “güçlü devlet” konumunu pekiştiriyor. Sırbistan cumhurbaşkanının aşıların temininde gösterdiği performans ülkenin kurtarıcısı olarak isimlendirilmesini sağlarken diğer yandan Kosova, Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya ve Karadağ’a yönelik sembolik aşı paylaşımları yahut bu paylaşımda bulunmaması da bölge ülkelerinin iç siyasetlerini etkileyebiliyor.
Batı Balkanlar’ın Kovid-19 ve uluslararası sistemin dönüşümü evresinde birçok küresel güçle karşı karşıya kaldığı açık. Türkiye de bu dönüşüm sürecinde bölgedeki nüfuzunu son 20 yılda artırarak kültürel, tarihi ve ekonomik ilişkilerini her geçen gün derinleştirdi. Kovid-19 sürecinin başlangıcında gönderdiği tıbbi yardımlarla da dikkat çekti. Güçlü ve enerjisi yüksek bir demokratik kültüre sahip Türkiye’nin temin ettiği aşıları paylaşması ahlak ve reel politik dengesi ve tartışmaları çerçevesinde kolay olmasa da bu gibi kriz alanlarında sembolik olsa da inisiyatif alıp paylaşımda bulunması; Çin, Rusya gibi küresel güçlerin dengelenmesi ve bölge halkları nezdindeki imajını daha da güçlendirmesi açısından son derece önemli.
[Çalışmalarını Balkanlarda modernleşme, din-devlet ilişkileri ve siyasi tarih üzerine yoğunlaştıran Sevba Abdula, Marmara Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında doktora çalışmalarına devam etmektedir]
AA