Batılı felsefeciler Batı medeniyetinin büyük bir başarısızlık içinde olduğu, ciddi tedbirler alınmadığı takdirde büyük bir başarısızlık yaşayacağı gerçeğini söylüyorlar.
ŞENER BİLALLİ – BEJTULLA DEMİRİ
Batılıların Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik eşzamanlı saldırıları, aslında Batı’nın zayıflayışının belirtileridir. Eleştiriler gözden geçirildiğinde, Cumhurbaşkanı’nın hedef alındığı açıkça görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece, asli biçiminde daha hayati ve Batı medeniyetinden daha iyi bir geleceğe sahip farklı bir medeniyetin ve kültürün buzdağını temsil ediyor.
Avrupa Birliği olayların gelişimini tahmin etme kapasitesine sahip. Buna binaen onlar her şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Türkiye devletine saldırmakta geri kalmıyorlar. Cumhurbaşkanı’na yapılan saldırı bireysel değil. Bu saldırılar Batı medeniyetiyle rekabet halindeki kadim bir medeniyete ve kültüre yapılmış bir saldırılardır. Olup bitenlere bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı düşmanı olmadığı, fakat kontrol edilemeyen ve onlara boyun eğmeyen ciddi bir rakip olduğu anlaşılıyor. Türkiye Batı’nınkinden farklı bir paradigma teşkil ediyor. Bu nedenle de batılı ülkeler Türkiye’yi ‘uygunsuz’ olarak değerlendiriyor. Umarız ki Batı gücünü toplayıp, kendisinin bu tutumuna ilişkin Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ve Türkiye’den özür dilemekte geç kalmaz.
Oswald Spengler: “Batı’nın Çöküşü”
Batılı felsefeciler Batı medeniyetinin büyük bir başarısızlık içinde olduğu, ciddi tedbirler alınmadığı takdirde büyük bir başarısızlık yaşayacağı gerçeğini söylüyorlar. Aslında değerlendirilebilecek birçok konu var. Ancak burada sadece aile ve doğum oranlarından bahsedeceğiz. Batı medeniyetinin bugün dünyaya hükmettiği bir gerçek olmakla beraber, bu hakimiyet teknik, teknolojik ve ideolojiktir. Fakat komünizmin yok olduğu gibi, onun da başarısız olduğuna ve kaybolduğuna dair birçok gösterge mevcut. Bertnard Russell Batı hakimiyetinin bitmeye yakın olduğunu belirtiyordu. Ancak bunu sadece o söylemiyor. Örneğin “Batı’nın Çöküşü” isimli kitabın yazarı Alman tarihçi ve felsefeci Oswald Spengler, delil ve karşılaştırma ile Batı medeniyetinin nasıl ve neden çökeceğini ifade ediyordu. Batı’nın hakimiyeti gelişmiş teknolojilerin bir sonucudur. Ancak hepimiz biliyoruz ki bu sadece Batılıların bir ayrıcalığı değil, diğer tüm halkların, bilhassa bu alanda birçok başarıya sahip olan Doğu Asya bölgesinin de ayrıcalığıdır.
Batı ve ittifaklar
Avrupa ve Soğuk Savaş sonrası ABD inisiyatifiyle oluşturulan uluslararası kurum ve kuruluşların, bir merkez ve bütünlük içinde hareket ettiklerini ve hareket etmek zorunda olduklarını unutmamalıyız. Bu birliğin temelleri ve hedefleri Papalık tarafından zirveye ulaştırılmış ve Batı’nın resmi politik ideali haline dönüştürülmüştür. Her ne kadar “Karanlık Çağ” diye nitelendirilen dönemlerde Avrupa’da Kilise ve özgür düşünen entelektüeller arasında bir savaş olsa bile, bu iki gurubun her daim ittifak ettikleri konu Doğu, daha doğrusu günümüzde Türkiye diye adlandırılan entite olmuştur. Bunun somut delili olarak Haçlı seferlerini gösterebiliriz. Her ne zaman Doğu’da, doğunun liderliğini üstlenip Batıya kafa tutan Anadolu merkezli bir güç doğmuş ve güçlenmiş ise, Avrupa ve Batı telaşlanarak ittifak oluşturup Anadolu’ya karşı yıllar sürecek “kutsal” savaşlarını başlatmıştır. Somut örnek olarak Selçuklu’ya, Osmanlı Devleti’ne bakmak yeterlidir. İşin daha garip tarafı ise bu ittifakın her daim dini bir kisve altında kurulmuş olmasıdır.
Batı dini suiistimal ederek kendi ihtiras ve çıkarları çerçevesinde kullanmaktan çekinmemiştir ve çekinmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı’nın ve uluslararası kuruluşların kontrolünde tutuldu. NATO, AB, IMF ve buna benzer kuruluşlarla Türkiye her daim kontrollü bir büyümeye veya küçülmeye itildi. Türkiye yeri geldiğinde ekonomik krizlerle, yeri geldiğinde ise Batılıların en sevdikleri yöntem olan darbelerle kendilerince “terbiye edildi”.
Fakat 21. yüzyılda ise ‘Yeni Dünya Düzeni’ gereği, ‘Yeşil Kuşak’ projesi kapsamında, FETÖ gibi sözde dini cemaat veya yapılarla bölge kontrol altında tutulacaktı. Bu projenin yanı sıra, DEAŞ projesiyle Ortadoğu’ya kaos getirilip bölgedeki ‘Arap Baharı’ ile ‘Bahar Temizliği’ gerçekleştirdikten sonra, FETÖ ve PKK gibi ittifak örgütleriyle Türkiye yapılandırıp yeniden dizayn edilerek nihai hedefe varılacaktı. İşte tam bu ortamda, hesaplayamadıkları bir faktör olarak beliren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve onun riyasetinde yeniden yapılandırılan ‘Yeni Türkiye’ konseptini hafife aldılar.
İşte Avrupa’nın ve uluslararası güçlerin tahammül edemedikleri bu yeni yapılanma, onların ittifak etmelerine neden oldu. Yeni Türkiye Doğu-Batı ve Kuzey-Güney sahalarında her kesime yeni bir umut ve model vadeden bir ülke konumuna geldi. Aslında Yeni Türkiye modeli, alternatif teşkil etmesinin yanında, Batı’nın ‘Yeni Dünya Düzeni’ne de çomak soktu. Dolayısıyla Avrupa ve uluslararası güçler Türkiye’yi, yani Türkiye’nin cumhurbaşkanını hedef göstererek bu yöndeki ittifaklarını dile getiriyorlar. Erdoğan bunların oyunlarını bozduğu için, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’ye, Sultan II. Abdülhamid’e karşı oldukları ve hedef aldıkları gibi, Erdoğan’a karşı çıkıp onu hedef gösteriyorlar. Son gördüğümüz Papa ve yanında saf tutmuş Batı yöneticileri fotoğrafı da bu ittifakın ve Türkiye’yi, yani Erdoğan’ı niye hedef aldıklarının bir göstergesidir.
Başkanlık sisteminin Balkanlara etkisi olur mu?
Türkiye Cumhuriyeti uzun süredir kendi doğal ve geleneksel yapısına dönmek ve bunun doğal sonucu olarak bir darbe anayasası olan anayasasını değiştirmek için önemli bir adım attı. Bu anayasanın değişmesi ve bunun sonucu olarak yeni Cumhurbaşkanlığı modelinin Türk siyasetine kazandırılması, koalisyonlara ve krizlere açık hükümet sisteminden tamamen kurtulması demektir. Bu sistemin Türkiye üzerinde olumlu ve bereketli etkilerinin olacağı açık. Bunun yanı sıra yeni Türkiye modelinin dünyaya da etkileri olacaktır: “Dünya beşten büyük” diye dile getirilen alternatif BM modeli, yeni ekonomik paylaşım mantığı modeli ve medeniyet tarihinin yeniden yazılması sayesinde ‘medeniyetler çatışması’nın ‘medeniyetler ittifakı’na dönüştürülmesi, dünya ve Balkanlar üzerinde büyük ve faydalı etkilere sahip olacaktır. Bu sitem değişikliği, dolaylı dahi olsa Balkanlarda istikrarın korunmasında büyük faydalar sağlayacaktır.
Balkan coğrafyası Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra savaş ve istikrarsızlığa büründü. Bosna-Hersek’in durumu, Kosova’nın kabulü, Sırbistan’ın ekonomik yatırımlarla işbirliğinin geliştirilmesi, Makedonya’nın etrafındaki birtakım hayalperest devletlerin Makedonya’yı kendi bünyesinde görme gayretlerinin söndürülmesi, Yunanistan’ın yıllar sonra bile gerçek dostunun Avrupa değil de Türkiye olduğunu görmesi, Bulgaristan’ın Alman etkisine girerek garip politikalardan kurtulup reel komşuluk politikalarına yönelmesi gibi olaylar, bu sistemin değişmesi sonucu gerçekleşebilir. Türkiye’deki Başkanlık sisteminin siyasi etkileri Balkanlarda bunları sağlayabilir.
Bu etkilerin sosyal uzantılarına baktığımızda, Balkanlardaki Türkler, Türkiye’nin koalisyon hükümetleriyle sürekli iktisadi ve siyasi enerjisini harcaması sonucunda Balkanlardaki soydaşlarını yalnız bırakmasından kurtulmuş olacaklardır. Balkanlarda son yıllarda hızla artan Türkiye yatırımların devamlılığı teminat altına alınacaktır. Balkanlarda akademik, kültürel ve sosyal kurumların ve imkanların geliştirilmesi bu yeni sistem sayesinde daha da kolaylaşacaktır. Batı sermayesi ve onun zayıf yatırımlarının karşısında, Türkiye’deki değişim sayesinde, hem lider hem de devlet bazında Balkan ülkelerinin Ortadoğu ülkeleriyle ticari, sosyal ve kültürel işbirliği artacak ve daha pratik bir hal alabilecektir. Kısacası Türkiye’deki başkanlık sistemi değişikliğinin Balkanlar üzerinde etkileri büyük ve anlamlı olacaktır. Bosna ve Kosova olayları gibi elim hadiseler bir daha Balkanlarda yaşanmayacaktır.
Özetleyecek olursak, Balkanlar ve Türkiye arasındaki medeni ve kültürel bağlılıktan dolayı, Türkiye’de başkanlık sisteminin uygulanmasının Balkanlar üzerindeki etkisi olumlu olacaktır. Anayasal reformların Balkanlar üzerindeki etkisi olumlu olacaktır. Çünkü Balkan halklarının, ülkelerindeki demokrasilerin iyileştirilmesi için ilham kaynağı olacak örnek/model bir siyasi sisteme ihtiyacı var. Türkiye’deki başkanlık sistemi tüm Balkan ülkeleri için bir paradigma teşkil edecek.
[Türkiye-Balkan politik ilişkileri alanında uzmanlaşan Doç. Dr. Şener Bilalli Uluslararası Balkan Üniversitesi’nin (IBU) rektör yardımcısıdır; uluslararası hukuk, politika ve diplomasi alanında uzmanlaşan Doç. Dr. Bejtulla Demiri ise Uluslararası Balkan Üniversitesi (IBU) öğretim üyesidir]