Balkanlardaki Savaş ve İsrail

Dünya Bülteni / İgor Primoratz

İsrail’in sicili
İsrail hükümetleri 1991-98

Balkanlarda ihtilafın başlangıcından itibaren, İsrail’de iktidarda olan hem Likud hem İşçi Partisi hükümetleri, Sırp yanlısı bir tutum benimsedi. Onlar, Temmuz 1995 ortalarına kadar -dört sene süren soykırım ve etnik temizlik yılları boyunca- savaş suçları ve insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı Sırplara yapılan dünya çapındaki kınamalara katılmadılar. Onlar, hem bu şekilde hem de daha doğrudan yaptıkları yardımlarla Sırplara siyasi ve manevi destek verdiler. İsrailliler, Sırplar İsrail’den silah elde ettikleri için de en azından biraz sorumludur. İsrail Dışişleri Bakanlığı, güçlü bir şekilde Sırp yanlısı tutum benimsemişti. Bu tutum, isimsiz bakanlık kaynakları tarafından zaman zaman medyaya iletiliyordu. Hükümet, Balkanlardaki savaşı ve bu savaş konusunda ne tür bir tavır alınması gerektiğini görünürde hiç kayda değer şekilde tartışmadı ama Knesset (İsrail parlamentosu) tartıştı. Lakin, Knesset’te dile getirilen endişe ve eleştirilerin hükümet üzerinde önemli bir tesiri olmadı.

Bazı İsrailli vatandaşlar ve birkaç Knesset üyesi, İsrail hükümetinin, Batı’da ve diğer ülkelerdeki hükümetlerin (ve yurt dışındaki büyük Yahudi kuruluşlarının) aksine, Sırplar tarafından işlenen suçlar için resmi bir kınama bildirisi yayınlamamasından rahatsız oldular. Bunların itiraz ve çabaları sonuç vermedi. İsrailli Araplar ve Yahudiler ortak bir noktada buluşup (bu sık görülen bir şey değildir) Bosna-Hersek’te faaliyet gösteren Sırp kamplarına karşı gösteri yaptıkları 1992 yazında önemli bir fırsat doğdu. İsrail Meclis Başkanı Dr. Shevach Weiss de siyaset kurumu adına oradaydı. O, bu fırsatı “Sırpların muhteşem tarihi” diye övgü ifadesi kullanarak değerlendirmeyi tercih etti.

Knesset üyeleri Dedi Zucker (sosyal-liberal Meretz partisinden) ve Rafael Ellul (İşçi Partisi), Balkanlardaki soykırım hakkında İsrail’in tutumunu ilk kez gündeme getirmeye çalıştığında Dr. Weiss önergeye müsaade etmeme kararı verdi. Zira, Sırpların zulümleri konusunda ne onun ne de Dışişleri Bakanlığı’nın bilgisi vardı. Bu, Sırp zulümleri tüm dünyada gazetelerin birinci sayfalarında manşetleri kapladığı bir zamanda oluyordu. Konunun mecliste tartışılmasını önlemek için bir baskı da hükümetten geldi. İki Knesset üyesi, kendilerine katılan Abdulvahid Daravşe (Arap Demokratik Partisi) ile birlikte 10 gün kadar sonra (5 Ağustos 1992) konuyu Knesset’in gündemine getirmeyi başardı ama bunlar gayelerinde hayal kırıklığına uğradılar. Dışişleri Bakanı Peres, zulümler yapıldığını söyleme lütfunda bulundu ama bu zulmü yapanların kim olduklarını söylemek ve onları kınamaktan ısrarla kaçındı. O, bunun yerine, özellikle kimsenin net olarak belirtilmediği bir kınama mesajı yayımladı. Peres, “İsrail hükümeti, toplama kamplarını, cinayetleri ve masum kadınlarla çocuklara yapılan şok edici saldırıları kesin ve net bir şekilde kınamaktadır” dedi. O dakikalarda, tartışmalara başkanlık eden Dr. Weiss’in, İsrail’in Sırbistan’la diplomatik bağları konusunda yöneltilen zorlu sorular karşısında Peres’in tek bir kelimeme etmemesi için ne kadar çaba sarf ettiği görüldü. Balkanlardaki savaş daha sonra çeşitli vesilelerle birkaç kez Knesset’te görüşüldü ama hiçbirinde Knesset üyeleri tarafından yapılan eleştiriler hükümetin Sırp yanlısı duruşunda en ufak bir gedik açamadı.

İsrail’in resmi pozisyonu hep böyle kaldı. Hükümet, Sırplar konusunda en hafifinden bile bir kınama yayımlamadı. Başbakan Rabin ve Dışişleri Bakanı Peres, hem İsrail’de hem de yurt dışında gazetecilerin Sırpların kınanması için yaptıkları girişimlere karşı koydu. İsrail hükümetinin baskılar karşısında tek yaptığı, sanki suç işlenmiyormuş da bir doğal afet yaşanıyormuş gibi, olaylardan üzüntü duyduğunu bildirmekti. Bunlar, suçluyla kurban arasında herhangi bir fark gözetilmeyen, son derece soyut açıklamalardı. İşte bunlardan tipik bir örnek:

İsrail eski Yugoslavya topraklarında, Saraybosna’da pazar yerindeki korkunç katliamla zirveye çıkan şiddet dalgasının yakında sona ermesini bekliyor. İsrail, masum sivillerin ölümünden üzüntü duyduğunu bildiriyor ve meselenin barışçı bir şekilde hallolması için gösterilen çabaların sonuç vermesini ümit ediyor. [Ha’aretz, 7 Şubat 1994].

Hükümet, bunun ötesine geçmeyi sürekli reddederek aslında bir şey söylemiş oluyordu. Ahlaken kınamak, sadece kınananların yaptıklarını etkilemek için değildir. Biz, değerlerimize olan bağlılığımızı, hakların ihlal edildiğine dair inancımızı, ilkelere yapılan tecavüzleri ifade etmek için kınama mesajı yayımlarız. Biz aynı zamanda bunu kurbanlara, gördükleri zararlar karşısında değil, yapılan adaletsizlikler karşısında da onlarla dayanışma içinde olduğumuzu belirtmek için yaparız. Ahlaki açıdan konuşmak gerekirse, bizim kim ve ne olduğumuz, sadece kendi yaptıklarımızla değil, diğerlerine yapılanlara verdiğimiz tepkilerle de belirlenir. İstenmeyen bir şey olduğunda kınama da üzülme de verilebilecek tepkilerdir ama bunların fonksiyonları aynı değildir. Üzüntü bildirmek, doğal afet gibi talihsiz bir olay vuku bulduğunda uygun düşer. Kınama ise doğadaki bir olayla değil, insanların eylemleriyle ilgilidir. Ayrıca, kınama, eylemin talihsiz sonuçlarıyla değil, onun iç tarafıyla, failin gayesi ve kendisini bu eyleme iten sebeplerle, yani eylemin manevi tarafıyla ilgilidir. Bu yüzden üzüntü bildirmek asla kınamanın yapacağı işi yapamaz ve onun yerini tutamaz. Biz, bir suç karşısında kınamada bulunmayıp sadece üzüntü bildirirsek, fiilen herhangi bir suç işlenmediğini ifade etmiş oluruz. Biz, olanların sadece talihsiz bir olay olduğunu söylüyoruz. Sonuçları birilerini olumsuz bir şekilde etkileyen bir olay… Suçun kurbanı, bu manevi inkar mesajını umursamazlık olarak anlamakta güçlük çekmeyecektir.

Hükümetin kınamama ya da isim belirtmeme politikası yerli Sırp lobisinden büyük takdir topladı. İsrail hükümeti, bu politikaya sarılarak lobideki soykırım inkarcılarının çabalarına resmi onay veriyordu.

Hükümet, ancak Balkan ihtilafının çok geç bir safhasında, bir süre için bu politikadan vazgeçti. Dışişleri Bakanı Peres, Başbakan Rabin ve Çevre Bakanı Yosi Sarid, nihayet Temmuz 1995 ortalarında, Balkanlarda soykırım ve etnik temizlik beşinci yılına girdiğinde, çoğunluğu Sırplardan oluşan bir kuruluş tarafından zulüm işlendiğini kabul etti. Bazı gerekçelerle bunlardan ilk ikisi bunu ifade etmek için hiç alışılmadık yerleri seçti. Peres, Viyana’da Mısır ve Tunuslu mevkidaşlarıyla görüşüyordu ve “Bosna’daki Sırp saldırısını kınayan” açıklamaya o da katıldı. Birkaç gün sonra da Rabin, Ürdün televizyonundaki Bosna-Hersek programının sunucusu tarafından telefon konuşmasında sorulan soru üzerine manevra yapmak zorunda kaldı. Görüşmede Rabin’in de Sırpları kınadığı ortaya çıktı, en azından Ürdünlü televizyon seyircileri için. Sarid de 19 Temmuz 1995’te Knesset’te Bosna savaşı konusunda yapılan oturumda hükümet adına konuştu. O da zulümlerden sorumlu olanların kınanmasını istiyordu. Ama onun bakış açısına göre bunlar sadece Bosnalı Sırplardı. Sırbistan tamamen resmin dışındaydı. Bu da Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in, Sırbistan’ın kimseyle savaşmadığına dair o çok bilinen ve defalarca tekrarlanan ifadelerine uyuyordu.

Bu ifadelere neyin yol açtığı net olarak belli değil. Zira hükümet, gerekçelerini asla halka açıklamadı. Srebrenitsa’nın temmuzun ikinci haftasında düştüğü ve 6.000 Bosnalı adamın -bir kısmı sivil bir kısmı savaş esiri- katledildiğine dair hem İsrail’de hem de tüm dünyada manşetleri kaplayan haberin, İsrail’in o zamana kadar hep muhafaza ettiği Sırp yanlısı tutumunu sürdürmesini çok zorlaştıracağı düşünülebilir. Ama her şey yakın bir zamanda normale döndü. (Bosnalı) Sırplar bir daha kınanmadı, Dayton anlaşmasından kısa bir süre sonra da İsrail’le Sırbistan arasındaki bağlar tüm hızıyla gelişti. Bugün de iki ülke arasında zengin ve güçlü siyasi, iktisadi, kültürel ve askeri ilişkiler var. Kosova’da mevcut Sırp baskı ve zulümlerinin İsrail siyaset kurumundan hiçbir eleştirel yorum almaması da şaşırtıcı değil.

Ama İsrail hükümeti, Sırpları bu tür dolaylı yollarla desteklemekten çok daha fazlasını yaptı. 1991 yazının sonlarında, Hırvatistan’da Sırp katliamları tüm hızıyla devam ederken Sırbistan uluslararası toplum tarafından dışlanıyordu. İşte İsrail hükümeti tam da bu sırada Sırbistan’la diplomatik bağ kurmaya karar verdi. Kısa bir süre sonra Sırbistan Tel Aviv’de elçilik açtı. Büyükelçi olarak atanan Dr. Budimir Kosutiç, Belgrad hükümetinde başbakan yardımcısıydı. Onun, Hırvatistan’ın Sırpların eline geçen ve ‘etnik olarak temizlenmiş’ kısımlarında kurulacak Sırp ‘cumhuriyeti’nin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı olması planlanıyordu. Daha sonra onun, Sırbistan’ın İsrail büyükelçisi olarak Sırp davasına daha iyi hizmet edeceğine karar verildi. BM tarafından Sırbistan’a uygulanan yaptırımlar, Dr. Kosutiç’in güven belgelerini teslim etmesini ve Belgrad’da da bir İsrail büyükelçiliği açılmasını engelledi. Ama bunlar, İsrail’de önce Dr. Kosutiç, sonra da maslahatgüzar liderliğindeki büyükelçiliğin alışıldığı üzere iş yapmaya devam etmesini ve yoğun lobicilik ve halkla ilişkiler faaliyetleri gerçekleştirmesini engellemedi.

İsrail-Arap meselesinin, İsrail’in sayısız BM kararına uymamasının bir sonucu olarak genelde hem bölgedeki ülkeler hem de uluslararası toplumun büyük kısmı tarafından İsrail’e parya devlet muamelesi yapılır. Bu da İsrail’in dünyadan, özellikle de BM’den uzaklaşmasını kuvvetlendirdi. Bu durum İsrail’in temeli olmayan düşman ve amansız antisemitik dünyaya karşı manevi üstünlüğünün delili olarak yorumlanır. Bu durum, İsrail’i siyasi açıdan Güney Afrika gibi diğer dışlanmış ülkelerle bir araya getirdi. Bu konuda en aktif olanlar ise Sırp propagandasını yayanlardı. Bunlar İsrailli ve Yahudi dinleyicilere yönelik çabalarında uluslararası parya temasının altını çizdiler. Bunda Yahudi diasporası konusunda pek başarılı olamadılar ama bu mesaj İsrail’de akis buldu. Bu yüzden Knesset Dış İlişkiler ve Güvenlik Komisyonu başkanı Ori Orr, Temmuz 1994’te Belgrad’a yaptığı ziyarette, “Bizim hafızamız çok iyi. Yaptırım ve boykot altında yaşamanın ne demek olduğunu iyi biliriz. Bize karşı her BM kararı, üçte iki çoğunlukla alındı” dedi. O daha sonra Sırbistan’a daha fazla destek sözü verdi. Bu, Sırbistan’ın uluslararası pozisyon ve imajının düzeltilmesine yardımı da içeriyordu. Neticede iki ülke arasında ilişkiler o kadar iyi gidiyordu ki, 1994 yazının ortalarında ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, İsrail büyükelçisini çağırdı İsrail’in bu konuda daha ileri gitmemesi için İsrail’i uyardı. (Yediot Ahronot, 19 Temmuz 1994).

İsrail’le ilgili rapor, kısaca da olsa onun (BM yaptırımlarını ihlal ederek) Sırbistan’a silah tedarik etmesinden bahsetmeden tamam olmaz. 1991’den beri Balkanlar, İsrail ve diğer yerlerde bu konuda çeşitli kaynaklardan delil toplanıyor. Eski Yugoslavya’nın çeşitli yerlerinde basın, bu konuda birkaç kez haber yayımladı. Zaten Sırplar da hiç bunu gizleme ihtiyacı hissetmediler. 1992’de Belgrad’da savaş bakanlığında sekreter olarak görev yapan Dobrila Gajic-Glisic, Sırp ordusunun yakın tarihiyle ilgili bir kitap yayımladı. O, kitabında Devlet Başkanı Miloşeviç’e yakın bağlarıyla tanınan önde gelen bir Sırp bankacı Jezdimir Vasiljeviç tarafından İsrail’le büyük silah anlaşmaları yapıldığını ifade etti.

Jezdimir Vasiljeviç tarafından en büyük silah anlaşmalarından biri Ekim 1991’de İsrail’de yapıldı. Anlaşılabilir sebeplerle, Yahudilerle yapılan anlaşmanın detayları halka açıklanmadı. Karmaşık ve zor bir anlaşmaydı. Ama başarıldı. [Gajic-Glisic, 1992:23].

Bu anlaşma Sırpların Vukovar’ı yerle bir ettikleri ve Dubrovnik’i bombalamaya başladıkları sırada yapıldı. Vasiljeviç, Şubat 1993’te İsrail’e geldi ve bir süre bu ülkede kalacağını açıkladı. En azından bir sene kadar orada kaldığı görülüyor.

1993’te The European’de Batı istihbarat kurumlarından aktarmalar yapılarak yayımlanan bir rapora göre, İsrail’in Sırplara silah sevkiyatıyla ilgili anlaşmanın bir parçası olarak, Saraybosna Yahudilerinin 1992’de çok sayıda uçak seferi ve konvoyla kuşatma altındaki şehirden ayrılmalarına müsaade edildi. 2 Aralık 1994’te bir inançlar arası insani yardım örgütünün İsrailli eylemcisi Joel Weinberg, Saraybosna’dan döndükten hemen sonra Channel Two televizyonunda “Next Question?” programına mülakat verdi. O, bir BM subayının kendisinden, Saraybosna havaalanındaki pistte havan mermisinin kovan parçalarına bakmasını istediğini anlattı. Bu durum subaya tuhaf gelmemiş. Kovanda İbranice yazılar varmış. Daha önce İsrail Savunma Kuvvetleri’nde görev yapan Weinberg, kovanların İsrail Savunma Kuvvetleri mühimmatında bulunan 120 milimetrelik havan mermilerine ait olduğunu kolayca teşhis ettiğini söyledi. O, ayrıca Sırpların ellerinde İsrail yapımı Uzi otomatik silahları gördüğünü ifade etti.

2 Ağustos 1995’te İsrail devlet televizyonu akşam haber programında, “özel İsrailli silah tacirlerinin” Amerikan yapımı füzeleri Sırplara satmak üzere anlaşmalar yaptığını bildirdi. (Diğer ülkelerde olduğu gibi İsrail’de de özel firmaların silah satış anlaşmalarının hükümet tarafından onaylanması şarttır. İsrail’in tarihi, Güney Afrika’daki ırkçı rejim ve Orta ve Güney Amerika’daki askeri diktatörlüklerle yapılan askeri iş birliği örnekleriyle doludur. Bu iş birliği bazen “özel” silah tacirleri tarafından yapılır.) Sırplara İsrail tarafından silah teminini ortaya koymak ve bu konunun kamuoyunda tartışılmasını sağlamak için daha önce birkaç teşebbüs yapıldı. Ama İsrail halkı konuya pek ilgi göstermedi.

Diğer taraftan, İsrail’in büyük tanıtımlarla iki kere Saraybosna’ya ilaç ve bandaj malzemeleri gönderdiği de not edilmelidir. Yine büyük tanıtımlarla bir başka sefer de İsrail Şubat 1993’te 83 Bosnalı mülteciyi kabul etti. O sıralar Çevre Bakanı olan Yossi Sarid, hükümet adına bu grupla görüştü ve bu jestin İsrail’in Bosna-Hersek’i tanıdığı şeklinde anlaşılmaması gerektiği uyarısında bulundu.

 

Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu

Read Previous

“Yükseköğretim ve Olgunluk Sınavı Kanunları Ertelendi”

Read Next

Mısır’da Genel Seçimin İlk Turu 18-19 Ekim’de

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *