Balkanlar’da ‘normalleşme’ gerekçesiyle siyasi süreçler kontrol altına alınıyor

Kosova ile Sırbistan liderleri tarafından Beyaz Saray’da imzalanan “ekonomik ilişkilerin normalleşmesi” anlaşması, bugüne kadar AB gözetiminde gerçekleşen diyalog süreçlerinin artık ABD kontrolüne girdiği şeklinde yorumlanabilir.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin geçtiğimiz asrın 90’lı yıllarında dağılmasıyla bu yapının parçası olan devletlerin bağımsızlığını ilan etmesi, Balkanlarda henüz çözüme kavuşturulamayan, ancak uluslararası aktörlerin bunlardan yararlanabilmek için mümkün olan her yolu denedikleri birçok sorunu gün yüzüne çıkardı.

Son yıllarda Balkanlar’da, uluslararası toplumun çözümü için olağanüstü ilgi gösterdiği üç açık sorun olduğu herkesçe biliniyor. Bunlar; Makedonya ile Yunanistan arasında var olan ancak 2018 yılında imzalanan Prespa Anlaşması ile ismini Kuzey Makedonya olarak değiştirmesiyle sona eren, çeyrek asrı aşkın isim sorunu; ikincisi Kosova-Sırbistan diyalogu; sonuncusu da Bosna-Hersek’in işlevsizliği, yani savaşın ardından Federasyon ve Sırp Cumhuriyeti olmak üzere ikiye bölünen bu ülkenin idare sistemi.

Kuzey Makedonya ile Yunanistan arasındaki sorunun çözülmesiyle birlikte sahadaki “top” Kosova-Sırbistan sorununa atıldı. Sırbistan’dan 17 Şubat 2008’de tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Kosova, “Avrupa’nın en genç ülkesi” unvanıyla savaş ve silahlı çatışmaları ardında bırakmasına karşın bir devlet olma sürecinde hâlâ çeşitli sorunlarla karşı karşıya.

Kosova ile Sırbistan arasındaki sorunun çözüm sürecini başlatmak amacıyla 2013 yılında Brüksel’de diyalog için müzakere süreci başladı. AB arabuluculuğunda devam eden Priştine ile Belgrad arasındaki diyalog, 2018 Kasım’ında Kosova’nın Sırbistan ve Bosna Hersek’ten ithal ettiği mallara yüzde 100 vergi koymasıyla birlikte yarıda kesilmiş, AB’nin önemli ülkeleri ve ABD’nin Kosovalı yetkililere yönelik büyük siyasi baskısı sonrasında vergi kaldırılmıştı.

Yirmi aylık bir aranın ardından Kosova Başbakanı Avdullah Hoti ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç Temmuz ayında Brüksel’de bir araya geldi. Kosova’nın bu süreçte baş müzakerecisi olan Cumhurbaşkanı Haşim Thaçi’ye Kosova Özel Odaları ve Özel Savcılığı tarafından savaş suçu işlediğine dair hazırlanan iddianamenin kamuoyu ile paylaşması ise diyalog sürecine gölge düşürdü.

Tüm bu gelişmelere rağmen 4 Eylül’de Washington’da, ABD Başkanı Donald Trump’ın da katılımıyla Kosova ve Sırbistan, ekonomik ilişkilerin normalleşmesi yönünde “tarihi” olarak nitelendirilen bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmanın imzalanması hem uzmanlar hem de kamuoyu için bir tür sürprizdi, çünkü Belgrad ile Priştine arasındaki resmî müzakereler geçtiğimiz yıllarda hep AB himayesinde gerçekleşmişti. ABD ise Kosova-Sırbistan meselesine özel temsilci atayarak son dönemde konuya ne kadar önem verdiğini gösteriyor.

Normalleşme anlaşması Sırbistan’ın Kosova’yı tanımasına vesile olacak mı yoksa sadece kâğıt üzerinde mi kalacak, merak konusu. Anlaşmanın bir diğer merak konusu ise meseleden en büyük faydayı sağlamak isteyen uluslararası toplumun ne tür bir fayda elde edeceği. Tüm bu gelişmeler “Pandoranın kutusunun” açılmasına neden oldu.

Bu noktada mantıken sorulması gereken iki soru var: Sırbistan ve Kosova arasındaki ekonomik ilişkilerin “normalleşmesi“ ile gerçekte ne kastediliyor? Bu anlaşma, ABD’nin Sırbistan ve Kosova arasındaki diyalog süreçlerini kontrol etmede AB’nin sahip olduğu kilit rolü devraldığı anlamına mı geliyor?

ABD Başkanı Trump’ın imza töreninde Sırbistan’ın büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını ve Kosova ile İsrail’in ilişkilerini normalleştirip diplomatik ilişkiler kuracağını açıklaması özellikle ilgi çekici oldu.

Aslında, anlaşmanın Sırbistan ile Kosova arasındaki ekonomik ilişkilerin “normalleşmesi” üzerindeki etkilerine bakarsak, süreçten en fazla fayda sağlayan ülkenin, Kosova tarafından tanınacak ve Sırbistan’ın, elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağı İsrail olduğu görülüyor ki bunlar da Trump yönetimi tarafından ortaya konulan fikirler. Dolayısıyla Trump, Sırbistan ile Kosova arasındaki ilişkileri kendi çıkarları için mi kullanıyor sorusu akıllara geliyor.

Diğer taraftan Kosova ile Sırbistan arasındaki ekonomik ilişkilerin normalleşmesi anlaşmasında belirtilen girişimler hakkında Ocak ayından beri konuşulduğu ifade ediliyor. Ancak ekonomiyle alakalı anlaşmada tarafların mali yükümlülüklerin ne olduğu gibi halen birçok belirsizlik mevcut. Belirtilen tüm konulardan gün yüzüne çıkan ise ABD’nin çıkarları ve İsrail’in kazan-kazan konumu oluyor. Bu doğrultuda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun da Belgrad-Priştine Anlaşması sonrasında yaptığı açıklama kayda değer. Netanyahu, “Kosova, Kudüs’te büyükelçilik açan nüfusunun büyük bölümü Müslüman ilk ülke olacak” ifadelerini kullanmıştı.

“İlişkilerin normalleşmesinden” doğan ikilem ve belirsizlikler

Kosova-Sırbistan ekonomik ilişkilerinin normalleşmesi anlaşmasını daha derinlemesine bir tahlile tabi tuttuğumuzda, ilişkilerdeki ekonomik normalleşmenin, yıkılan güvenler göz önünde bulundurulduğunda, Belgrad-Priştine diyaloğu meselesini daha da karmaşık hale getirip getirmeyeceğinin belirsizliğini koruduğunu görüyoruz. Ayrıca bu anlaşmanın, siyasi görüşmelere, yani sorunların özü olan Kosova ile Sırbistan’ın karşılıklı tanımasına nasıl yol açacağı da belirsizliğini koruyor.

Kosova ile Sırbistan arasında varılan bu ekonomik normalleşme anlaşmasının ortaya attığı soru işaretlerinden biri de, anlaşmanın gerçekten iki ülke arasındaki ilişkileri olumlu yönde değiştirme başarısı gösterecek kapasitede olup olmadığı yahut sırf, yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri öncesinde Trump’ın seçim kampanyasına bir katkısı olması için yapılıp yapılmadığı.

Uluslararası siyaset sahnesindeki geniş resim okunduğunda ABD’nin arabuluculuğunda Kosova ile Sırbistan arasındaki ekonomik ilişkilerin “normalleşmesi” anlaşmasının Balkan halkları ile iyi ilişkiler geliştiren ve ekonomi, savunma, kültür alanındaki etkisi dikkat çeken Türkiye başta olmak üzere, uluslararası aktörlerin etkisini azaltmaya yönelik olup olmadığı sorusu da üstünde düşünülmesi gereken meselelerden.

Aynı şekilde uluslararası arenada etki kazanma bağlamında, Trump’ın son açıklamaları da bahse değer. Trump 13 Ağustos’ta İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ilişkileri tamamen normalleştirme konusunda anlaştığını duyurmuştu. Tesadüfen ya da değil, bu anlaşmanın da kilit kelimesi normalleşmeydi. Yine burada büyük bir soru işareti, İsrail’in uluslararası hukukun tüm yönleriyle yanında olan Filistin’e yönelik saldırgan politikası göz önüne alındığında, normalleşmenin ne anlama geldiği ve bu anlaşmanın sahaya nasıl yansıtılacağıdır. Bununla BAE, 1979 yılında Mısır ve 1994 yılında Ürdün’den sonra İsrail ile ilişkileri normalleştirme anlaşması yapan üçüncü Arap ülkesi oldu.

Bu anlaşmanın, BAE’nin İsrail ile olan açık ve gizli ilişkilerini resmileştirme adımı olduğu ortaya çıktı. Uzmanların bir kısmı BAE’nin bu anlaşmayla pek bir şey elde etmesini beklemediklerini çünkü zaten uzun süredir ABD ve İsrail’den her türlü desteği aldığını ifade ediyorlar.

Buna benzer bir şekilde, Kosova ile Sırbistan örneğinde, AB’nin çok daha yoğun bir şekilde müdahil olduğu bu sorunun çözülmesine son zamanlarda giderek artan ilgi gösteren ABD ile bazı gizli ilişkilerin sadece bir resmiyet kazanma süreci mi yaşandığı belirsizliğini koruyor.

Bütün bu talihsiz olaylar bölge insanında sadece güvensizlik ve korku uyandırırken, aynı zamanda bu olayları kimin yönettiğine ve kimin fayda sağladığına dair çok sayıda soruya da yol açmaktadır. Karadağ’daki huzursuzluk devam ederse bölge ülkelerine yayılabileceği konusunda uyarıda bulunan uzmanların durumla ilgili analizleri de dikkat çekiyor.

Balkanlar’daki mevcut durumun gelişimini etkileyen tüm önemli faktörlerin yanı sıra, uluslararası toplumun ana aktörlerinin, süreçleri, ilişkilerin görünürde “normalleşmesi” yoluyla kendi lehlerine olacak şekilde kontrol etme çabası içinde oldukları söylenebilir.

AA

Read Previous

Yunanistan uluslararası hukuka rağmen imkansızı zorluyor

Read Next

Bill Gates’in babası 94 yaşında hayatını kaybetti