İstikrar denildiğine düzenlilik içinde sürüp gitme, kararlılık, oturma veya bazı şeylerin yerli yerine yerleşmesi demektir. Yaşadığımız yüzyıl istikrar yüzyılı değildir ve oluşturulması için de (birkaç ülke hariç) zemin hazırlanmasına izin verilmemektedir. Toplumlar tarih sahnesine adım attıkları andan itibaren medeniyet oluşturma ve oluşturulan medeniyetleri yaymak gibi bir görev üstlenmişlerdir. Bu görevi gerektiği gibi yerine getirebilmeleri için günümüzde lüks diye nitelendirdiğim “İstikrara” ihtiyaç vardır. Toplumların düzenlilik, kararlılık, adalet, olayları ve sorunları doğal durumlarında analiz ve sonuçlandırma gibi şartlara ihtiyaçları vardır. Bahsedilen şartlar yerine getirildiği tagdirde istikrara kavuşmuş olacağız kanısındayım. Yaşadığımız çağın istikrar anlayışını Batı medeniyeti Soğuk Savaş sonrası pikolojisi ile tasarlamış ve ihtiyaç lisetesini ona göre hazırlatmıştır. Soğuk Savaş mantığıyla tasarlanan Dünya Düzeni ABD’nin kapitalist anlayışı ve AB’nin bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı ile birleştiğinde ortaya çıkan fotoğrafta Dünya genelinde ABD ve AB kararsızlığı, düzensizliği, taşların yerinden oynaması, güçlülerin derecesine göre adalet mekanizmasının çarklarının işletilmesi ve sorunlara doğal olmayan yön ve yöntemlerle yaklaşım anlayışını getirmiş ve bizlere kabullendirilmiştir. Kabul etmişizdir çünkü başka alternatifimiz yok denecek kadardı.
ABD ve AB reçetesi ister istemez biz Bakanlara da sirayet etmiştir. Balkanlar malesef istikrarsızlık liginde uzun süre en üst yerde top koşturmuş coğrafi ve siyasi bir bölgedir. Osmanlı son dönemi ve sonrası dönemlerde başlayan istikrasızlık, Soğuk Savaştan sonra had safaya ulaşacaktır. Batı Dünyası’nın çıkar ve istekleri ile hareket etmek zorunda kalan Balkanlar, Ulus Devletlerini kurma sürecinde yakaldıkları cılız ittifaklarından vazgeçirilerek kendi hırs ve arzularına bırakılacaklardır. Kurulan Yugoslavya Federasyonları bünyesinde çok kısa süre zorunlu istikrar dönemine girmiş ve TİTO’nun ölümüyle Balkanlar’da Batı Dünyasının proje ve yönlendirmeleri devreye girmiştir. 1990’lı yıllarından sonra Balkanların Demokratikleşme sürecinde istikra yakalanamamıştır. Balkan ülkelerin popülist hayalperestlikleri, Batı’nın istikrar kısırlığı politikaları yüzünden Demokratikleşme tam anlamıyla katılaşma, kutuplaşma ve maceraperestliğe doğru yol almıştır. Bosna Hersek, Kosova gibi savaşlara izin verilmesi, entegrasyon yerine homojenleşme süreci tam hızıyla devam etmiştir. Batı Dünyası’nın ideal ve politik olarak reel manada gömüldüğü yer olmuştur. Tam da AB’nin toparlama olarak sunduğu Birliğe entegrasyonu başlatılmıştır ki, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni Projesi devreye girmiş ve Balkanlar bir daha istikrarsızlığa itilmiştir. Milli kimlik yarışları, sınır problemleri, azınlık problemleri, yearaltı dünyasının yer üstünde filizlenmesi gibi problemler Balkanların istikrarlaşmasının önüne geçecektir. Tüm bu olagel olaylar karşısında Balkanları doğal ve reel olarak kabul eden az da olsa ülkelerden bir tanesi Türkiye Cumhuriyetidir. Osmanlı sonrası kurulmaya çalışılan Balkan ittifakı Türkiye’nin Balkan politikalarındaki anlayışının ilk adımını oluşturmuştur. Demokratikleşme sürecinde Balkan ülkelerinin Milli Devlet konseptlerine ve Üniter yapılarına samimi ve icraatlarla saygı gösteren Türkiye Cumhuriyetidir. Bosna ve Kosova savaşlarında Uluslarası arenada çaba gösteren, Makedonya Cumhuriyetini Anayasal adı ile kabul eden ve kullanan, Kosova Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını destekleyen yine Türkiye olacaktır. Bu dün böyle idi, bugüne baktığımızda durum daha da iyi bir seviyededir.
Son 12 yıldır Türkiye Cumhuriyeti kendi bünyesinde gerçekleştirdiği reform ve yapılandırmalarla Dünya siyasi ve iktisadi yapılarına yeni bir yön ve viziyon vermeye başlamıştır. Yeni Liderlik anlayışını aşılayan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın interlandında ve yönlendirmesiyle, iç dinamiklerinde Yeni Türkiye konseptini tanıtır iken, Dış İlişkilerinde haklıya hakkını, zalime haddini verme politikalarıyla Balkan halklarına ve elitlerine istikrar ve güven vermiştir ve vermektedir. Türkiye’nin ekonomik büyümesinden Balkanlara yatırım ve üretim teşfikleri ile pay ayırması, güvenlik politikalarına Balkanları dahil etmesi, NATO, BM gibi Uluslararası kamoyunda Balkan ülkelerin entegrasyonuna ve üniter yapılarına vurguda bulunması, TİKA, Yunus Emre gibi kurum ve kuruluşlarla ortak kültürel ve medeniyet havzasında Balkan milletleri ile ortak projeler üreterek bir arada buluşturmasında aktiv bir rol oynayan Türkiye Cumhuriyeti Balkanlar için istikrarın ta kendisini oluşturmaktadır. Tüm bu girişim ve oluşumlarda Türkiye tam anlamıyla düzenlilik içinde sürüp gitme, kararlılık, oturma veya bazı şeylerin yerli yerine yerleşmesi şartlarını yerine getirmektedir. Hatırlarsınız bu şartlar istikrarın oluşturulmasında gerekli olan şartlardır. İşte bunun içindir, Recep Tayyip Erdoğana karşı Balkanlarda oluşmuş samimiyet ve sevginin yanında, yeni iç ve dış Türkiye Modeli ile Balkanların istikrarı Türkiye Cumhuriyetin’den de geçmektedir. Bize düşen bu modelden korkmamak ve şüpheye kapılmadan işbirliğimizi artırmak ve genişletmektir.