Balkanlar’da geçmişte var olan ve neredeyse imparatorluğun şair/yazar kadrosunun üçte birini meydana getiren canlı Türkçe merkezleri olan önemli şehirler, örneğin Selanik, Vardar Yenicesi, Serez, Yenişehir, Mora, Girit, Manastır, Saraybosna, Mostar, Belgrad, Öziçe, İşkodra günümüzde bu açıdan susmuş konumdadır. Bununla birlikte Yunanistan, Makedonya, Kosova ve Romanya’da, günümüzde de bir Türk edebiyatından söz edilebilir.
Avrupa’nın güneydoğusunda yer alan bir yarımada olan Balkanlar, öncelikle coğrafyasıyla dikkat çeker. Geçide izin vermeyen ulu dağlar, dik ve derin vadiler, ulaşımı engelleyen coşkun akan sular bu coğrafyanın en belirgin özelliğidir. Bu iletişimi engelleyen yapı, doğa olarak bölgeyi bir diller, dinler ve ırklar mozayiği haline getirir. Balkanlara yayılmış bu küçük nüfus kitlelerinin de önlerindeki devasa sorunları hem çözebilecek güçleri yoktur hem de böyle bir tablo çatışmacılığı körüklediği için bunu düşünecek bir mantaliteye de sahip değillerdir. Bu yüzdendir Balkanlar tarihinde nadir görülen büyük güçlerin yönetiminde ancak bu sorunlar kısmen çözülebilmiştir. Bunu ancak Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukları başarmıştır. Nitekim çoğu bugün bile ayakta olan muhteşem Osmanlı köprüleri geçişe izin vermeyen bu azgın nehirler üzerinde kurulmuş ve böylece sadece ulaşım değil, insan ilişkileri de normale dönmeye başlamıştır.
Bölgeye Türk ilgisi
Balkanlar, Asya, Afrika ve Avrupa’nın kavşak noktasındaki stratejik konumu itibariyle bölgede ve civarda kurulan imparatorlukların hep ilgi odağı olmuştur. Benzer ilgiler dolayısı ile bölgede Türklerin varlığı da epey eskilere dayanır. 380 yılından itibaren başlayan bu alaka asıl Osmanlılarla kalıcı hale dönüşür. Orhan Gazi’nin, oğlu Süleyman Paşa kumandasında birlik, 1352 sonbaharında Osmanlıların Rumeli’de yerleşmesini sağladı. Bu tarihle birlikte Rumeli artık Anadolu gazileri için daimî bir faaliyet sahası haline geldi. Kısa bir süre içinde de bölge Osmanlı Devleti’nin yönetimine girdi ve uzun süre bu şekilde yönetildi. Balkan yarımadasının Osmanlı hâkimiyetine bu kadar çabuk girmesi ve bu hâkimiyetin yıllarca ciddi bir muhalefetle karşılaşılmadan devam etmesi bir takım siyasî, sosyal ve kültürel sebeplere dayanmaktadır: Osmanlı devleti Balkanlar’a adım attığı 14. yüzyıl ortalarında yeni kurulmakta olan bir devletin bütün dinamizmini, idealizmini ve var olma gayretini içinde taşıyordu. Bir yandan, bu yıllarda bölgede insani olan bütün değerleri yumuşak bir üslupla ulaştıkları yörelere yaşayarak gösterme gayreti içindeki derviş meşrep tavır, bir öncü unsur olarak yöre halkına sunuldu. Onların bu çabaları özel donanımlı vakıflar eliyle desteklendi. Balkanlar’da fethin ilk yıllarından itibaren sistemli bir iskân politikası yürütüldü. Osmanlılar, istimâlet (gönül kazanma) siyaseti adı verilen bu kuralı Rumeli fetihleri boyunca dikkatle uyguladı. Fethedilen yerlerin halkına iyi davranma, onları himaye etme, dış düşmanlara karşı can ve mal güvenliğini sağlama, dinî konularda serbestlik verme, vergi hususunda kolaylık gösterme anlamına gelen istimâlet, Balkan fetihlerinin sadece kılıçla yapılmadığının göstergesidir.
Fetih sonrası yeni düzen
Osmanlı devleti bölge fetihlerini takiben Bizans ve Haçlıların getirdiği feodal toprak rejimini kaldırıp Balkanlara yeni bir toprak sitemi getirdi. Bu yeni rejimde toprak, uç beyleri ve sonra sipahiler eliyle devlet kontrolü altında işletilmiş ve bu şekilde köylünün yükü hafifletilmişti. Fetih öncesi bölgeyi mahveden sürekli savaşlar Osmanlılarla birlikte yerini bir düzene bıraktı. Araziler ıslah edildi. Buna ilave olarak gündeme gelen dini özgürlükler, özellikle de Ortodoks kilisesinin Devlet koruması altına alınması Osmanlı idaresinin geniş halk kitleleri ve köylü sınıfı tarafından benimsenmesini sağladı. Bölgeye iskân edilen Anadolu menşeli Türk göçmenler bu bölgeyi kısa zamanda canlandırdılar. İstanbul gibi kalabalık bir merkezin ortaya çıkışı bölge için büyük bir pazar doğurdu ve her türlü tarım üretimi teşvik edildi. Osmanlı devrinde Rumeli’de madencilik faaliyeti arttı, yeni maden ocakları açıldı.
Bölgede asıl Osmanlı kimliğinin sergilenme mekânları şehirlerdi. Balkanlardaki şehirlerin çoğu ya Osmanlılar eliyle kuruldu ya da büyük oranda harabeye dönmüş eski şehir merkezlerinin yeniden inşası şeklinde oluştu. Çoğu ana yol güzergâhları ya da önemli üretim merkezleri yanında kurulan bu şehirlerde klasik el sanatları ziraata nispetle çok daha fazla ilerleme gösterdi. Osmanlılar tarafından kurulan şehirlerin hepsi, haberleşmeyi ve nakliyatı kolaylaştıracak stratejik bakımdan uygun yerlerde bulunuyordu.
Osmanlı şehirlerinin merkezinde cami bulunur. Sultan camii veya çarşı camii adını taşıyan bu görkemli yapıların etrafında çeşitli zanaatçılardan müteşekkil sokaklardaki çarşılar, dükkânlar, kavşaklar ve muhtelif din ve mezheplerin mensuplarının ayrı ayrı oturdukları mahalleler yer alır. Çoğu zaman bir külliye olarak planlanan bu camilerin etrafında medreseler, kütüphaneler, hanlar, hamamlar, imarethane ve diğer idari binalar bulunur.
Kimliğin ana öğesi İslam
Bu gelişmelerin en büyük itici gücü, Osmanlı kimliğini oluşturan en önemli öğe din yani İslam’dır. Osmanlı Devleti, bu yapıyı iki temel unsur medrese ve tekkeler eliyle tahkim etmiş, vakıflar da bu işin lojistiğini sağlayan çok önemli bir kurum olmuştur. Bu vakıf sistemi kısa sürede bu topraklarda cami, mescid, tekke gibi dinî yapılardan başka medrese, sıbyan mektebi, köprü, çeşme, hamam, kervansaray gibi kamu yararına yapıların yükselmesini mümkün kıldı.
Camilerin yanında bulunan mektep ve medreseler diğer Osmanlı coğrafyası halkı gibi Balkan Müslümanlarının temel öğretim müesseseleriydi. Medreseler, Devletin ihtiyaç duyduğu kadroları yetiştiriyor, bunun yanında İslâm dini ve kültürünün yaygınlaşmasına, devlet, aydın ve halk uzlaşmasının teminine, yönetimin toplumlara benimsetilmesine de yardımcı oluyordu.
Balkanlarda İslam’ın yayılması, korunması ve canlı tutulmasında tarikatların rolü büyüktür. İslamiyet’in Balkanlar’da yayılması yanında burada bir sosyal düzenin oluşumu, giderek bir Osmanlı üslubunun ortaya çıkışı ve bunun sürdürülmesi çoğu kez sufi şeyhlerinin şahsi katkısı ve onların etrafında teşekkül eden geniş kitlenin çabaları sayesinde oldu. Benzer örnekler gibi buradaki tarikatlar de muhatap aldıkları farklı sosyal tabakaları etkileyerek düzenleyici bir rol üstlendiler.
Pax Ottomana
Sağlanan güvenlik ve ekonomik refahla birlikte ortaya çıkan bu zenginlik ve adına Pax Ottomana adı verilen uzun barış dönemi, eğitim ve kültür için de çok önemli bir ortam oluşturdu ve Rumeli şehirleri beşerî sermaye açısından gelişti. Bölgede ilk yıllardan itibaren kurulan tekke, zaviye, mektep ve medreseler eğitim ve kültürün alt yapısı oldu. Medreselerde müderrisler, tekkelerde dervişler halkının manevî dünyasına hitap ederek dinî kültürün gelişmesine yardımcı olma yanında fikir, felsefe, mimari, şiir, musiki, başta olmak üzere hayatın özellikle estetik tarafına etki ettiler. Bu unsur, başka yöreler gibi Balkanlarda da entelektüel hayatı yönlendirdi. Bunun sonucu olarak, buralardan yetişen aydın kadro, Türkçe olarak çok sayıda ilmi çalışma, şiir ve inşa alanında sayısız eser kaleme aldı. Denebilir ki Osmanlı coğrafyasının başta Anadolu olmak üzere başka bölgeleri gibi tarikatlar Balkanlarda dini ve sosyal hayatın düzenleyicisi olma yanında kültür ve sanatın da başlıca kaynağını teşkil ettiler.
Türkçe bilmek kentlilik göstergesi
Bu kurumlar ayrıca Türklerin dışında bölgede Müslüman olan Arnavutlar ve Boşnaklara, özellikle de şehir halkına Türkçe öğrettiler. Böylece Türkçe bölgedeki bu çok dilli yapı içinde bir ortak anlaşma dili olarak önem kazandı. O kadar ki Balkanlar’da yakın geçmişe kadar hangi ırktan olursa olsun bir kimsenin kentli kabul edilebilmesi için Türkçe bilmesi gerekli sayılırdı.
Bu alt yapı ve üst yapı yatırımları ile devletin iki kanadından biri olan Balkanlar’da ticari, askeri ve siyasi konumları yanında bazı şehirler kültürel merkez olarak da öne çıktılar. Bunların en önemlisi kuşkusuz Edirne’dir. Bir dönem Osmanlı Devleti’ne başkent olarak da hizmet veren Edirne önemli stratejik konumu sayesinde her dönemde olduğu gibi Osmanlı devrinde de çok gözde bir eğitim, kültür merkezi oldu. Şehir başkent olma vasfını kaybettikten sonra da adeta bütün Rumeli’nin her bakımdan merkezi idi. Onun hemen yanında, şimdi Yunanistan sınırları içindeki Dimetoka hem tasavvuf, hem eğitim, hem de kültür merkezi olarak çok tanındı. Yetiştirdiği şair sayıları bakımında Serez, İskeçe, Vardar Yenicesi, Yanya, Tırhala, Karaferye bu konumdaki şehirlerdi. Ama Osmanlı yönetimine katıldıktan sonra Selanik artık en önemli kültürel merkez olarak öne çıktı. Burada bir bölge olarak Mora ve Girit de Osmanlı kültürüne yetiştirdikleri çok sayıda şair/yazarla öne çıktı. Ama bölgenin sahip olduğu âsitâne düzeyindeki Mevlevihanesiyle ve özel edebi atmosferi ile Yenişehir Fener özel öneme sahip bir beldesiydi. Başta Yenişehirli Avnî Bey olmak üzere Osmanlı kültürünün en zarif isimleri bu şehirde yetişti. Üzülerek belirtmek gerekir ki Osmanlı edebiyatına en çok şair yetiştiren bugünkü Yunanistan sınırları içindeki bu şehirler, 1912 yılında elden çıktıktan sonra hem çok kültürlü konumlarını hem de bunun bir parçası olan Türkçe imkânlarını kaybettiler. Bu tarihten itibaren Yunanistan’da yazı dili olarak Türkçe neredeyse sadece Gümülcine ve çevresinde kaldı. Böylece tarihen yazılı Türkçe açısından çok önemli bir yerleşim yeri olmayan Gümülcine, yeni dönemde Türkçe’nin yegâne üretim merkezi olarak öne çıktı. Günümüzde de bu konumunu koruyor.
1360’lı yıllardan itibaren Osmanlı Devleti’nin bir parçası haline gelen Bulgaristan coğrafyası da başta Filibe ve Sofya olmak üzere önemli eğitim kültür merkezlerine mekân oldu. Türkçe 15. yüzyıldan itibaren istikrarlı bir biçimde yazı dili olarak burada var olmaya devam etti. Bu gün Bulgaristan sınırları içinde toplam 34 yerleşim yeri şair/yazar yetiştiren merkezler oldu. Osmanlı döneminde en önemli kültür merkezleri olan Filibe, Sofya, Vidin, Rusçuk, Şumnu gibi şehirler günümüzde siyasi şartlara bağlı ve bulundurdukları Türk nüfusla orantılı olarak bu konumlarını sürdüremediler. Buna karşılık Kırcali, Razgrad ve Eğridere yeni merkezler olarak ortaya çıktı.
Şimdi Kuzey Makedonya Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Üsküp, Manastır, Kalkandelen, İştip, Usturumca, Debre, Gostivar, Kumanoava, Radoviş, Gevgeli, Kratova ve Ohri gibi şehirler de Türk edebiyatına önemli isimler yetiştirmiştir. Bölgede Türk hâkimiyetinin sona ermesinin ardından bu zengin çeşitlilik nihayete ermiş ve Türkçe eser veren isimler başta Üsküp olmak üzere birkaç merkeze toplanmıştır. Ama ülke, Türkçe açısından hala üretken bir alandır.
Türkçe öğrenimi devam ediyor
Balkanlarda Bosna-Hersek şehirleri de tarihte Türkçenin en önemli üretim alanları arasındadır. Bosna-Hersek sınırları içinde Türkçenin 15. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar canlı bir biçimde yazı dili olarak var olduğu biliniyor. Bölgede 24 yerleşim merkezi Türkçe eser veren şair/yazarlar yetiştirdi. Ama bölgenin bu anlamdaki asıl üretim merkezleri Saraybosna ve Mostar’dı. Osmanlı döneminde bu coğrafyada yaklaşık iki yüz kadar Türkçe yazan şair ve yazar yetişti. Osmanlı yönetiminden çıktıktan sonra da (1878) bir süre Türkçe yayınların ve Türkçe eser verenlerin var olduğu bilinse de siyasi hâkimiyet kaybolduktan sonra Türkçe Bosna-Hersek’ten çekilmiştir. Günümüzde başta Saraybosna Üniversitesi olmak üzere bazı üniversitelerde, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı gibi bazı eğitim kurumlarında Türkçe öğrenilmeye devam etmektedir.
Balkanlar’ın küçük ve yeni ülkelerinden biri olan Kosova, günümüzde de belli oranda Türk nüfusun yaşadığı bir bölgedir. Bu yüzden Kosova, Osmanlı döneminde olduğu gibi günümüzde de Türkçenin ve bunun sonucu olarak Türk edebiyatının canlı olarak yaşadığı yörelerdendir. Bölgede hem geçmişte hem de günümüzde Türkçenin merkezi Prizren’dir. Şehrin bu denli öne çıkmasının en önemli sebeplerinden birisi, burada şehirli bir Türk nüfus kitlesinin varlığıdır. Diğer Balkan ülkelerinin çoğunda yaşayan Türk nüfus, büyük oranda kırsal kesimde hayatlarını devam ettirirken, Prizren, hem yoğun bir Türk nüfus varlığını günümüzde de devam ettirmiş hem de bunu şehirli bir nüfusla sürdürmeyi başarmıştır. Şehirli nüfus göçler konusunda daha kırılgan özelliklere sahiptir. Bu yapı toplumun derleyip toplayıcısı da olduğu için göçe maruz kalınan durumlarda en çok taciz edilen kitledir. Bu yüzdendir ki Balkan göçlerinde öncelikle şehirli kitleler göçe zorlanmış, doğal olarak da bu kesimler bulundukları yöreleri terke mecbur kalmışlardır. Bunun Balkanlardaki istisnası Prizren ve Üsküp olmuştur. Nitekim günümüzde bölgede en canlı Türk edebiyatı da bu iki şehirde ortaya çıkmıştır. Prizren, Üsküp’ten de farklı olarak, tarihte olduğu gibi yakın yıllara kadar hangi milletten olursa olsun şehirli olan herkesin Türkçe bildiği bir yerleşim yeriydi. Bu psikolojik üstünlük de Prizren’i bölgedeki Türk kültürü açısından çok önemli bir mekâna dönüştürdü. Şehir, buradaki küçük Türk nüfusuna rağmen bu canlı konumunu korumaya devam etmektedir.
Prizren yanında bölgenin ikinci en çok şair/yazar yetiştiren merkezi Priştine, bu konumunu şehirde yaşayan Türk nüfus yanında başkent oluşuna borçludur. Burada yer alan okullar, basın yayım organları Türk edebiyatı için de önemli kaynaklar olmuşlardır. Bunlara Kalkandelen ve İştib’i de birer merkez olarak eklemek gerekir.
Osmanlılar eliyle yönetildiği dönemde Sırbistan coğrafyası önemli Türk kültür merkezlerine sahipti. Buranın en önemli kültür merkezi her dönemde dikkate değer bir şehir olan Belgrad’dı. Burası yetiştirdiği 17 Belgrad doğumlu şairle Osmanlı coğrafyasının bütünü düşünüldüğünde de üst sıralarda yer alır. Belgrat’tan sonra Öziçe (günümüzde Ujiçe) özellikle Boşnak nüfus açısından önemli bir merkezdi. Bu aynı zamanda Türkçe açısından da önemli demek oluyordu. Yenipazar, Semendire, Alacahisar ve Lofça bölgenin Türkçe açısından diğer şair/yazar yetiştiren merkezleriydi.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren Türkçe açısından kültürel merkez olarak öne çıkan Arnavutluk şehirleri İşkodra, Tiran, Akçahisar, Elbasan bu konumlarını ülkenin Osmanlı yönetiminden ayrılmasından sonra kaybettiler.
Benzer bir değerlendirme Macaristan şehirleri Budin ve Peçuy ile Karadağ şehirleri Taşlıca ve Ülgün (günümüzde Ulçin) için de yapılabilir.
Romanya Osmanlı yönetimi tarafından tümüyle ilhak edilmeksizin farklı bir biçimde yönetilmiştir. Bu yüzden de öbür Balkan ülkeleri gibi bir Osmanlı şehir yapısından, buna bağlı olarak da Türkçe açısından bir takım tarihi merkezlerden söz edilemez. İttihat ve Terakki yöneticisi İbrahim Temo’nun örgütlemesiyle Mecidiye merkezli başlayan Türkçe yayın faaliyetlerine Romanya’nın Sosyalist yönetimi izin vermedi. Ancak 1990’lı yıllardan sonra ortaya çıkan demokratik yönetimle birlikte yeniden bir canlanma ortaya çıktı. Bu etkinlikler günümüzde de Türkiye Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak devam etmektedir.
Sonuç olarak denebilir ki Balkanlarda geçmişte var olan ve neredeyse imparatorluğun şair/yazar kadrosunun üçte birini meydana getiren canlı Türkçe merkezleri olan önemli şehirler, örneğin Selanik, Vardar Yenicesi, Serez, Yenişehir, Mora, Girit, Manastır, Saraybosna, Mostar, Belgrad, Öziçe, İşkodra günümüzde bu açıdan susmuş konumdadır. Bununla birlikte Yunanistan, Makedonya, Kosova ve Romanya’da günümüzde de bir Türk edebiyatından söz edilebilir. Yunanistan’da Gümülcine, Kuzey Makedonya’da Üsküp, Kosova’da Prizren, kısmen Priştine, Bulgaristan’da Sofya, Kırcali, Razgrad ve Şumnu, Romanya’da Köstence ve Mecidiye Türkçenin yeni merkezleri olarak öne çıkar.
Mustafa İsen / Star Açık Görüş