Avrupa hükümetlerinin İslam üzerinden türettiği kavramlar Müslümanları marjinalleştiriyor

“Siyasal İslam, yasal İslamcılık ya da İslamcı ayrılıkçılık kavramları, tek ve aynı kavramın farklı tekrarlarından başka bir şey değil. Bu söylemlerle Müslüman sivil toplum aktivizmini çökertmeye çalıştılar”

Avrupa hükümetlerinin “siyasal İslam ile mücadele” söylemi bu ülkelerde yaşayan Müslüman nüfusu hedef haline getiriyor. Avusturya’da “siyasal İslam”, Almanya’da “yasal İslamcılık”, Fransa’da da “İslamcı ayrılıkçılık” gibi kavramlar kullanılarak Müslümanların temel haklarını kısıtlayıcı birçok yasa çıkarılıyor.

Avrupa’da aşırı sağın ürettiği bu yeni terminolojinin, İslam’ı “Nazizm” ile özdeşleştirerek Müslümanları “iç düşman” şeklinde çevreleme ve siyasi ideoloji olarak yeniden tasarlama amacı taşıdığı belirtiliyor.

Georgetown Üniversitesi Bridge Initiative’de kıdemli araştırmacı ve Williams College Uluslararası Çalışmalar alanında Misafir Öğretim Üyesi Prof. Dr. Farid Hafez, AA muhabirine, Avusturya, Almanya ve Fransa’da sık kullanılan yeni dille Müslümanların nasıl marjinalleştirilerek suçlu gösterildiğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Avusturyalı akademisyen Hafez, Avrupa’da “siyasal İslam” ve benzeri kavramların türetilerek Müslümanların ötekileştirildiğini belirterek, “Siyasal İslam ile mücadele fikri her şeyden önce bağımsız örgütlenen ve devlete bağımlı olmayan Müslüman sivil toplumu çökertmeye dayanıyor. Siyasal İslam, Müslüman görünürlüğüne, kendi kendini örgütleyen Müslümanlara ve devletin, Müslüman karşıtı, ırkçı, İslamofobik yasalarına yönelik eleştirilere karşı çıkıyor.” dedi. 

“Siyasal İslam”, “yasal İslamcılık” ya da “İslamcı ayrılıkçılık” kavramlarının, tek ve aynı kavramın farklı tekrarlarından başka bir şey olmadığını dile getiren Hafez, şöyle devam etti: 

“İslam’a karşıyım demek yerine ‘Siyasal İslam’a karşıyım’ diyorlar çünkü böylece ‘Tamam, ayrımcı yasalar yapıyoruz, Müslüman toplumunun belli kesimlerine yönelik sert önlemler alıyoruz ama bunları Müslümanların büyük kısmını korumak için yapıyoruz. Bu İslam’a saldırı değil, yanlış anlamayın hatta biz, iyi Müslümanların büyük kısmını korumaya çalışıyoruz.’ diyorlar.”

“Avusturya’da Müslümanlar ‘siyasal İslam ile mücadele’ söylemiyle marjinalleştirildi”

Avusturya’da İslam’ı tehdit olarak gören paradigma değişikliğinin, 2011’de Sebastian Kurz, İçişleri Bakanlığındaki ilk Entegrasyon Sekreteri iken başlandığını kaydeden Hafez, Kurz’un Avusturya Başbakanı olarak göreve başladığı 2017’den, 2021’deki istifasına kadar bu politikaların “siyasal İslam” söylemi üzerinden bizzat dönemin Başbakanı tarafından uygulandığını anlattı.

Hafez, cami, dernek kapatma ve başörtüsü yasağı gibi Müslüman karşıtı pek çok yasanın Kurz döneminde çıkarıldığını anımsatarak, “Politikacılar bu tür yasaları kullandıklarında dedikleri şey ‘Başörtüsünü yasaklayacağız çünkü bu, siyasal İslam’ın bir simgesi, camileri kapatacağız çünkü bu siyasal İslam’ın bir simgesi, çünkü kapattığımız camileri yönetenler kötü İslamcılar.’ Dolayısıyla, birçok yönden bu terminolojinin çok sorumsuzca kullanıldığını görüyoruz.” diye konuştu.

Siyasal İslam kavramının, Müslümanları kamusal alandan dışlamak, Müslüman sivil toplum kuruluşlarına baskı yapmak ve Müslümanları suçlu göstermek için üretildiğini vurgulayan Hafez, 9 Kasım 2020’de Avusturya hükümetinin terörle mücadele adı altında başlattığı Luksor Operasyonu’nu hatırlattı. Hafez, şu ifadeleri kullandı:

“Luksor Operasyonu, Avusturya’da gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı sonrası en büyük polis baskınıydı. 35 ev basıldı ve 105’ten fazla kişi terörizm denilen şeyin zanlısı oldu. Temelde operasyonla teröristlerin peşine düşüldüğü iddia ediliyordu ve bu, bu tür operasyonların yasal dayanağı gibiydi. Terörizm mevzuatından yararlanarak siyasal İslam’ın parçası olduğu iddia edilen kişilerin peşine düştüler. Yani bir bakıma terör yasası ya da terörle mücadele yasası şiddete başvurmayan vatandaşlara karşı kullanıldı. Bence bu büyük skandal.” 

Operasyonun sadece gözaltına alınanları değil, Avusturya’daki tüm Müslümanları etkilediğine dikkati çeken Hafez, “Luksor Operasyonu’ndan etkilenenler çoğunlukla Müslüman sivil toplumdan insanlar veya benim gibi Avusturya hükümetinin İslam’la ilgili siyasetine karşı çıkan eleştirel seslerdi. Operasyonla, bu insanların varlıkları ve banka hesapları donduruldu. Avusturya topraklarında marjinalleştirilmiş özneler haline getirildiler.” değerlendirmesinde bulundu.

Kendisinin de Luksor Operasyonu kapsamında gözaltına alındığını bildiren Hafez, şöyle konuştu:

“Ben Avusturya’yı terk edip ABD’ye gittim. Operasyon kapsamında gözaltına alınanlardan bazıları işleri, sahip oldukları her şey mahvolduğu ve artık normal hayatlarına devam etme güçleri kalmadığı için ülkeyi terk etti ama tahmin edersiniz ki hükümetin amaçlarından biri de bu insanları ülkeden göndermekti. Bu anlamda kesinlikle başarılı oldular.”

“Almanya’da ‘yasal İslamcılık’ söylemi ile Müslüman sivil toplum çökertilmek isteniyor”

Hafez, eski ABD Başkanı George W. Bush’un küresel “teröre karşı savaş’ ilanının ardından Alman devlet yetkililerinin, ülkedeki Müslüman nüfusa karşı yeni politikalar uyguladığını kaydederek, bu kapsamda ülkedeki birçok Müslüman topluluğun “yasal İslamcılar” olarak etiketlenerek kriminalize edildiğini ifade etti.

“Yasal İslamcılık” kavramının Alman istihbarat teşkilatı tarafından icat edildiğini ve temelde “İslamcılığın” her türünü problem olarak gördüklerini belirten Hafez, “Yasal İslamcılık, üyelerine ve cemaatlerine eğitim hizmetleri sunan Müslüman derneklerini sorun olarak görüyordu. Yani bir bakıma, yasal İslamcılığın yaptığı şey, Müslüman sivil toplumunu yıllık raporlarına dahil ederek marjinalleştirmek oldu.” dedi.

Hafez, bazı Müslümanların kendilerini Almanya’nın yeni “Yahudileri” olarak gördüğünü dile getirerek, ülkedeki Müslümanların gözetlenmemek veya devletin hedefi haline getirilmemek için Müslüman sivil toplum örgütlerine katılmaktan kaçınmaya başladığını söyledi. Hafez, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Vahşileşiyorsunuz ve bunu alenen yapıyorsunuz, bunun ciddi sonuçları var. Mesela devlet fonlarını alamıyorsunuz. Ayrıca insanlar bu tür hareketlere katılmaktan çekiniyor çünkü katılırlarsa iş bulamayabiliyorlar. Bazı kişilerin vatandaşlıkları ellerinden alınıyor. Bazıları belirli işlere giremiyor. Dolayısıyla bu yasal İslamcılık kavramının icadı ve bunun Alman istihbarat teşkilatındaki merkezi rolü, insanların hayatlarını gerçekten mahvetti.”

Asıl hedefin Müslüman sivil toplum örgütlerinin önüne geçmek olduğunun altını çizen Hafez, “Müslüman sivil toplum aktivizmini çökertmeye çalıştılar. İstihbarat teşkilatından ‘Organize olmasanız iyi olur’ mesajı gönderildi ya da ‘Eğer organize olacaksanız bizim kurallarımıza göre organize olun, kendi düşüncesine sahip ve belirli meseleleri kendince ele alan bağımsız Müslüman kuruluş olmayın’ denildi.” şeklindeki değerlendirmelerini paylaştı.

Hafez, söz konusu kavramlarla İslam’ın yeniden tasarlanmaya çalışıldığına dikkati çekerek, şu görüşlerini dile getirdi:

“Avusturyalılar sadece siyasal İslam’ın peşinde koşmuyorlar, aynı zamanda yeni bir ‘Avusturya İslam’ı’ yaratmaya çalışıyorlar, Almanlar da öyle. Yasal İslamcılıkla savaşıyorlar ama sonra İçişleri Bakanlığı, ‘Alman İslam’ı’ dedikleri şeyi yaratmak istiyor. Bu bir bakıma disiplinli, boyun eğen Müslüman tebaa ile Alman hükümetinden gelen hiçbir eşitsizliği ve adaletsizliği sorgulamayan ideal sadık Alman vatandaşı demek. Aynısı Fransa için de geçerli.”

“Avrupa, ABD’nin McCarthycilik üzerinden komünizme yaptığını ‘İslam’ üzerinden Müslümanlara yapıyor”

Fransa’nın son 30 yıldır Müslüman nüfusu kontrol etmek için girişimlerde bulunduğunu kaydeden Hafez, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un iktidara geldikten 18 ay sonra 2 Ekim 2020’de “İslamcı ayrılıkçılık ile mücadele” planını tanıtmasının ülkede Müslüman karşıtlığını daha da tırmandırdığını anlattı.

Hafez, Fransa’da ramazan ayında sakal bırakma, dua etme veya dini ifade kullanmanın “radikalleşmenin zayıf sinyalleri” olarak algılandığına işaret ederek, “Fransa’da görebildiğimiz şey, bu İslamcı ayrılıkçılık kavramının temel olarak Emmanuel Macron hükümeti tarafından icat edildiğidir. Macron, daha sonra Fransız İslam’ının yaratılması projesini de tanıttı.” dedi.

Macron hükümetinin, “sistematik engelleme politikası” olarak adlandırılan uygulamalarına dikkati çeken Hafez, “Sistematik engelleme politikası, İslam’ı ve Müslümanları izlemek için ülke çapında 101 hükümet biriminin kurulması, yaklaşık 25 bin Müslüman kuruluş ve işletmenin sıkı gözetim altında kara listeye alınması ve 4 okul, 37 cami, 210 işletme dahil olmak üzere Müslümanlara ait 700’den fazla kuruluş ve işletmenin kapatılmasıyla sonuçlandı.” diye konuştu.

Hafez, Avrupa’da üretilen siyasal İslam ve benzeri kavramları ABD’de bir dönem etkili olan McCarthyciliğe benzeterek, “McCarthycilik temel olarak FBI’ın sol örgütlerden gelen her türlü muhalefeti bastırma ve onları kötü komünistler olarak adlandırma fikriydi. Yani komünizm iddiası söz konusu sivil toplum kuruluşlarını marjinalleştirmenin bir yoluydu. Sanırım bugün bazı Avrupa ülkelerinde bu terminoloji kullanıldığında yaşanan şey de bu.” sözlerini sarf etti.

Avrupa’daki Müslüman nüfusun bu kavramlardan en çok da psikolojik olarak etkilendiğini ifade eden Hafez, sözlerini şöyle tamamladı:

“Başörtüsü yasağının olduğu yıllarda üniversiteye gidecek pek çok Müslüman kadın ‘Öğretmen olamayacağım, avukat olamayacağım çünkü başörtüsü yasağını genişleteceklerinden korkuyorum. İşimi kaybedeceğim ya da başörtümü çıkarmak zorunda kalacağım. Her durumda bu mesleklere giremeyeceğim’ diyordu. Dolayısıyla verilen hasarın psikolojik olarak çok daha büyük olduğunu söyleyebiliriz.”

“Siyasal İslam, yasal İslamcılık ya da İslamcı ayrılıkçılık kavramları, tek ve aynı kavramın farklı tekrarlarından başka bir şey değil. Bu söylemlerle Müslüman sivil toplum aktivizmini çökertmeye çalıştılar”

Avrupa hükümetlerinin “siyasal İslam ile mücadele” söylemi bu ülkelerde yaşayan Müslüman nüfusu hedef haline getiriyor. Avusturya’da “siyasal İslam”, Almanya’da “yasal İslamcılık”, Fransa’da da “İslamcı ayrılıkçılık” gibi kavramlar kullanılarak Müslümanların temel haklarını kısıtlayıcı birçok yasa çıkarılıyor.

Avrupa’da aşırı sağın ürettiği bu yeni terminolojinin, İslam’ı “Nazizm” ile özdeşleştirerek Müslümanları “iç düşman” şeklinde çevreleme ve siyasi ideoloji olarak yeniden tasarlama amacı taşıdığı belirtiliyor.

Georgetown Üniversitesi Bridge Initiative’de kıdemli araştırmacı ve Williams College Uluslararası Çalışmalar alanında Misafir Öğretim Üyesi Prof. Dr. Farid Hafez, AA muhabirine, Avusturya, Almanya ve Fransa’da sık kullanılan yeni dille Müslümanların nasıl marjinalleştirilerek suçlu gösterildiğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Avusturyalı akademisyen Hafez, Avrupa’da “siyasal İslam” ve benzeri kavramların türetilerek Müslümanların ötekileştirildiğini belirterek, “Siyasal İslam ile mücadele fikri her şeyden önce bağımsız örgütlenen ve devlete bağımlı olmayan Müslüman sivil toplumu çökertmeye dayanıyor. Siyasal İslam, Müslüman görünürlüğüne, kendi kendini örgütleyen Müslümanlara ve devletin, Müslüman karşıtı, ırkçı, İslamofobik yasalarına yönelik eleştirilere karşı çıkıyor.” dedi. 

“Siyasal İslam”, “yasal İslamcılık” ya da “İslamcı ayrılıkçılık” kavramlarının, tek ve aynı kavramın farklı tekrarlarından başka bir şey olmadığını dile getiren Hafez, şöyle devam etti: 

“İslam’a karşıyım demek yerine ‘Siyasal İslam’a karşıyım’ diyorlar çünkü böylece ‘Tamam, ayrımcı yasalar yapıyoruz, Müslüman toplumunun belli kesimlerine yönelik sert önlemler alıyoruz ama bunları Müslümanların büyük kısmını korumak için yapıyoruz. Bu İslam’a saldırı değil, yanlış anlamayın hatta biz, iyi Müslümanların büyük kısmını korumaya çalışıyoruz.’ diyorlar.”

“Avusturya’da Müslümanlar ‘siyasal İslam ile mücadele’ söylemiyle marjinalleştirildi”

Avusturya’da İslam’ı tehdit olarak gören paradigma değişikliğinin, 2011’de Sebastian Kurz, İçişleri Bakanlığındaki ilk Entegrasyon Sekreteri iken başlandığını kaydeden Hafez, Kurz’un Avusturya Başbakanı olarak göreve başladığı 2017’den, 2021’deki istifasına kadar bu politikaların “siyasal İslam” söylemi üzerinden bizzat dönemin Başbakanı tarafından uygulandığını anlattı.

Hafez, cami, dernek kapatma ve başörtüsü yasağı gibi Müslüman karşıtı pek çok yasanın Kurz döneminde çıkarıldığını anımsatarak, “Politikacılar bu tür yasaları kullandıklarında dedikleri şey ‘Başörtüsünü yasaklayacağız çünkü bu, siyasal İslam’ın bir simgesi, camileri kapatacağız çünkü bu siyasal İslam’ın bir simgesi, çünkü kapattığımız camileri yönetenler kötü İslamcılar.’ Dolayısıyla, birçok yönden bu terminolojinin çok sorumsuzca kullanıldığını görüyoruz.” diye konuştu.

Siyasal İslam kavramının, Müslümanları kamusal alandan dışlamak, Müslüman sivil toplum kuruluşlarına baskı yapmak ve Müslümanları suçlu göstermek için üretildiğini vurgulayan Hafez, 9 Kasım 2020’de Avusturya hükümetinin terörle mücadele adı altında başlattığı Luksor Operasyonu’nu hatırlattı. Hafez, şu ifadeleri kullandı:

“Luksor Operasyonu, Avusturya’da gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı sonrası en büyük polis baskınıydı. 35 ev basıldı ve 105’ten fazla kişi terörizm denilen şeyin zanlısı oldu. Temelde operasyonla teröristlerin peşine düşüldüğü iddia ediliyordu ve bu, bu tür operasyonların yasal dayanağı gibiydi. Terörizm mevzuatından yararlanarak siyasal İslam’ın parçası olduğu iddia edilen kişilerin peşine düştüler. Yani bir bakıma terör yasası ya da terörle mücadele yasası şiddete başvurmayan vatandaşlara karşı kullanıldı. Bence bu büyük skandal.” 

Operasyonun sadece gözaltına alınanları değil, Avusturya’daki tüm Müslümanları etkilediğine dikkati çeken Hafez, “Luksor Operasyonu’ndan etkilenenler çoğunlukla Müslüman sivil toplumdan insanlar veya benim gibi Avusturya hükümetinin İslam’la ilgili siyasetine karşı çıkan eleştirel seslerdi. Operasyonla, bu insanların varlıkları ve banka hesapları donduruldu. Avusturya topraklarında marjinalleştirilmiş özneler haline getirildiler.” değerlendirmesinde bulundu.

Kendisinin de Luksor Operasyonu kapsamında gözaltına alındığını bildiren Hafez, şöyle konuştu:

“Ben Avusturya’yı terk edip ABD’ye gittim. Operasyon kapsamında gözaltına alınanlardan bazıları işleri, sahip oldukları her şey mahvolduğu ve artık normal hayatlarına devam etme güçleri kalmadığı için ülkeyi terk etti ama tahmin edersiniz ki hükümetin amaçlarından biri de bu insanları ülkeden göndermekti. Bu anlamda kesinlikle başarılı oldular.”

“Almanya’da ‘yasal İslamcılık’ söylemi ile Müslüman sivil toplum çökertilmek isteniyor”

Hafez, eski ABD Başkanı George W. Bush’un küresel “teröre karşı savaş’ ilanının ardından Alman devlet yetkililerinin, ülkedeki Müslüman nüfusa karşı yeni politikalar uyguladığını kaydederek, bu kapsamda ülkedeki birçok Müslüman topluluğun “yasal İslamcılar” olarak etiketlenerek kriminalize edildiğini ifade etti.

“Yasal İslamcılık” kavramının Alman istihbarat teşkilatı tarafından icat edildiğini ve temelde “İslamcılığın” her türünü problem olarak gördüklerini belirten Hafez, “Yasal İslamcılık, üyelerine ve cemaatlerine eğitim hizmetleri sunan Müslüman derneklerini sorun olarak görüyordu. Yani bir bakıma, yasal İslamcılığın yaptığı şey, Müslüman sivil toplumunu yıllık raporlarına dahil ederek marjinalleştirmek oldu.” dedi.

Hafez, bazı Müslümanların kendilerini Almanya’nın yeni “Yahudileri” olarak gördüğünü dile getirerek, ülkedeki Müslümanların gözetlenmemek veya devletin hedefi haline getirilmemek için Müslüman sivil toplum örgütlerine katılmaktan kaçınmaya başladığını söyledi. Hafez, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Vahşileşiyorsunuz ve bunu alenen yapıyorsunuz, bunun ciddi sonuçları var. Mesela devlet fonlarını alamıyorsunuz. Ayrıca insanlar bu tür hareketlere katılmaktan çekiniyor çünkü katılırlarsa iş bulamayabiliyorlar. Bazı kişilerin vatandaşlıkları ellerinden alınıyor. Bazıları belirli işlere giremiyor. Dolayısıyla bu yasal İslamcılık kavramının icadı ve bunun Alman istihbarat teşkilatındaki merkezi rolü, insanların hayatlarını gerçekten mahvetti.”

Asıl hedefin Müslüman sivil toplum örgütlerinin önüne geçmek olduğunun altını çizen Hafez, “Müslüman sivil toplum aktivizmini çökertmeye çalıştılar. İstihbarat teşkilatından ‘Organize olmasanız iyi olur’ mesajı gönderildi ya da ‘Eğer organize olacaksanız bizim kurallarımıza göre organize olun, kendi düşüncesine sahip ve belirli meseleleri kendince ele alan bağımsız Müslüman kuruluş olmayın’ denildi.” şeklindeki değerlendirmelerini paylaştı.

Hafez, söz konusu kavramlarla İslam’ın yeniden tasarlanmaya çalışıldığına dikkati çekerek, şu görüşlerini dile getirdi:

“Avusturyalılar sadece siyasal İslam’ın peşinde koşmuyorlar, aynı zamanda yeni bir ‘Avusturya İslam’ı’ yaratmaya çalışıyorlar, Almanlar da öyle. Yasal İslamcılıkla savaşıyorlar ama sonra İçişleri Bakanlığı, ‘Alman İslam’ı’ dedikleri şeyi yaratmak istiyor. Bu bir bakıma disiplinli, boyun eğen Müslüman tebaa ile Alman hükümetinden gelen hiçbir eşitsizliği ve adaletsizliği sorgulamayan ideal sadık Alman vatandaşı demek. Aynısı Fransa için de geçerli.”

“Avrupa, ABD’nin McCarthycilik üzerinden komünizme yaptığını ‘İslam’ üzerinden Müslümanlara yapıyor”

Fransa’nın son 30 yıldır Müslüman nüfusu kontrol etmek için girişimlerde bulunduğunu kaydeden Hafez, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un iktidara geldikten 18 ay sonra 2 Ekim 2020’de “İslamcı ayrılıkçılık ile mücadele” planını tanıtmasının ülkede Müslüman karşıtlığını daha da tırmandırdığını anlattı.

Hafez, Fransa’da ramazan ayında sakal bırakma, dua etme veya dini ifade kullanmanın “radikalleşmenin zayıf sinyalleri” olarak algılandığına işaret ederek, “Fransa’da görebildiğimiz şey, bu İslamcı ayrılıkçılık kavramının temel olarak Emmanuel Macron hükümeti tarafından icat edildiğidir. Macron, daha sonra Fransız İslam’ının yaratılması projesini de tanıttı.” dedi.

Macron hükümetinin, “sistematik engelleme politikası” olarak adlandırılan uygulamalarına dikkati çeken Hafez, “Sistematik engelleme politikası, İslam’ı ve Müslümanları izlemek için ülke çapında 101 hükümet biriminin kurulması, yaklaşık 25 bin Müslüman kuruluş ve işletmenin sıkı gözetim altında kara listeye alınması ve 4 okul, 37 cami, 210 işletme dahil olmak üzere Müslümanlara ait 700’den fazla kuruluş ve işletmenin kapatılmasıyla sonuçlandı.” diye konuştu.

Hafez, Avrupa’da üretilen siyasal İslam ve benzeri kavramları ABD’de bir dönem etkili olan McCarthyciliğe benzeterek, “McCarthycilik temel olarak FBI’ın sol örgütlerden gelen her türlü muhalefeti bastırma ve onları kötü komünistler olarak adlandırma fikriydi. Yani komünizm iddiası söz konusu sivil toplum kuruluşlarını marjinalleştirmenin bir yoluydu. Sanırım bugün bazı Avrupa ülkelerinde bu terminoloji kullanıldığında yaşanan şey de bu.” sözlerini sarf etti.

Avrupa’daki Müslüman nüfusun bu kavramlardan en çok da psikolojik olarak etkilendiğini ifade eden Hafez, sözlerini şöyle tamamladı:

“Başörtüsü yasağının olduğu yıllarda üniversiteye gidecek pek çok Müslüman kadın ‘Öğretmen olamayacağım, avukat olamayacağım çünkü başörtüsü yasağını genişleteceklerinden korkuyorum. İşimi kaybedeceğim ya da başörtümü çıkarmak zorunda kalacağım. Her durumda bu mesleklere giremeyeceğim’ diyordu. Dolayısıyla verilen hasarın psikolojik olarak çok daha büyük olduğunu söyleyebiliriz.”

AA

Read Previous

Türkiye üç milli fırkateyni eş zamanlı üretecek

Read Next

Eğitim-öğretimde ikinci yarı yıl bugün başladı