O benden yaşlı, o Nusret Dişo Ülkü’nün kuşağı ama ben onu hep okuldaşım, akranım, gönüldeşim olarak bildim. İlk görüşüp tanışmamız (gazetelerdeki, dergilerdeki yazılar dışında) Üsküp Çarşısının (Bit Pazar’ın) bir çayhanesindeydi.
Sıcaklığı, samimiyeti, mütevazılığı, bilgi birikimi beni daha o gün orada kendisine çekmiş bir ömür boyu sürecek dostluğumuzun yolunu açmıştı. Aydın bir kişiliğe sahip olduğunu daha o gün orada anlamıştım. Bana o ara okuduğu kitaplardan söz ediyordu, ıvır zıvır dedikodulardan değil. Antoniye İsakoviç’in “Tren-1”, “Tren-2” hikaye kitaplarından bahsediyordu.
Tıpkı İlhami Emin gibi.
Okuyan adamdı o!
Biz?
* * *
Kendini hiçbir zaman edebiyatçı saymadı. Nedir ki bizim bu coğrafyada kendini edebiyatçı sayan, edebiyatçı olarak geçinen yüzde doksanından kat be kat daha edebiyatçıydı. Edebiyat onun için başka, bambaşka bir şeydi, ulaşılması zor bir zirve bir doruk. Ben sadece uğraş veriyorum derdi. Birçokları gibi, haddini aşarak şiire bulaşmadı. Nesir onun alanıydı. Her şeyin başında da hikaye. “Loto”, “Küçük Adam” gibi kitaplarıyla girmişti Balkan Türk Edebiyatına. Balkanlarda Türkçe’yi onlar yaşattı diyerekten, “Loto” kitabını “Kosova İmza” dergimizin daha geçen sayısında tanıtmıştık okuyucularımıza.
Ne tesadüf değil mi!
Tesadüf mü?
* * *
“Mizahına bayıldığım A.Rifat Yeşeren” yazmıştı imzaladığı bir kitabının ön sayfasında. Beni Makedonya ders kitaplarına alan da oydu. Bizde, buralarda, Kosova’daki ders kitaplarında bir şiirim ya var ya yoktur. Çünkü bizim buralarda, okul kitaplarını hazırlayanlara göre ben ders kitaplarına girmeyi daha hak etmemiş bir yazardım. Ve sadece onlara göre değil iktidardaki temsilcilerimize göre de ekmeğinle, işinle oynanacak bir kişiydim ben her zaman.Ve ne yazık ki bugüne bugün de bu böyle. Kendi insanına, kendi yazarına bu kadar gaddar ve acımasız davranan bir siyasi topluluk daha gösteremezsiniz siz buralarda.
* * *
Bir seferinde Kalkandelen’de düzenlenen bir şiir dinletisine katılmıştım yıllar öncesi. Söz konusu ilkokul ve ilkokul öğrencileriydi. Şiire geçmeden önce, şirin adını anar anmaz “Eşek Olmak İstemem” der demez, şiirin gerisini onlar getirmeyi durmasınlar mı! Apışıp kaldım. Yahu bunlar bu şiiri nerden biliyorlar demeye kalmadan, öğretmenleri araya girerek, biz bu şiiri ders kitaplarından yıllardır okutuyoruz çocuklara, demesin mi!
Demek ki ben, Makedonya ders kitaplarında varmışım da haberim yokmuş, demek ki Recep Murat Ağabeyim, benden daha zamanında ısrarla talep ettiği “Ne mi Olmak İsterim, Ne mi Olmak İstemem” ve “Tek Çift” çocuk kitaplarını söz olsun diye talep etmemiş, bana “Mizahına bayıldığım Yeşeren” dememiş.
Recep Murat buydu!
O oydu da biz neyiz?
* * *
Son görüşmemiz bir tiyatro oyunu vesilesiyle olmuştu Üsküp Halklar Tiyatrosunda. Bir hastalık geçirmiş, epey çökmüştü.
“En kötüsü, dedi, bana doktorlar yazmayı ve okumayı yasak etti. Ben nasıl yazmam, nasıl okumam”
Çok üzülmüştüm. Bir daha da görüşmedik. Ama o Recep Murat, Recep Murat Bugariç o, unutulacak gibi değil o, arı duru Türkçe’siyle, kısa özlü hikayeleriyle beraber…
Unutulanlar çok olacak ama kendilerini bir şey sanan oligarşilerle beraber…
A.Rifat / Kosovaport