Arnavutluk’ta faaliyet gösteren ALSAR Kültür, Eğitim ve İnsani Yardım Vakfı, “Türkiye’nin Kosova’ya Katkısı; Priştine’den Bir Bakış Açısı” başlıklı kitabı yayınladı.
Alsar Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehdi Gurra, bu sene Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümü vesilesiyle çalışmaya başladıklarını ve bu yıl içinde 3 kitap yayınlamak istediklerini ve bunun ilkini yayınlamanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi.
Alsar Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehdi Gurra’nın konuyla ilgili kaleme aldığı yazısını ilginize sunuyoruz:
“Her Daim Kosova Dostu Olan Bir Ülkenin Katkıları Üzerine Hazırlanmış Bir Kitap İçin Uygun Zamanlama Kosova, çiçeği burnunda bir devlet olarak var oluş süresince sürekli olarak destek ve yardıma bel bağlamıştı. Türkiye, tıpkı Arnavutluk’a yaptığı gibi, Kosova’ya da koşulsuz destek ve yardımlarda bulunmaktan bir an olsun çekinmeyen ülkelerden biri oldu.
Böylesi önemli bir katkı, içten şükranı ifade edebilmek ve bunun sürekliliğini sağlamak için takdiri hak ediyor. Türkiye’nin uzun yıllar boyunca hem Arnavutluk hem de Kosova’daki Arnavut halkına yönelik desteği ve yardımı, bir açık bulma arayışı ve olumlu tarafları kabul etme isteksizliğiyle yakından incelendi. Bu bakış açısı herkes için geçerli olmasa da bir rahatsızlığa yol açtı, hatta bazı durumlarda aynı noktanın sürekli surette eşelenmesiyle ciddi bir öfke bile doğurdu. Bu tür eleştirel görüşleri, Türkiye’nin bölgedeki yumuşak güç nüfuzu yahut bizim tarafımızda yaşanası bir yer bulabilmiş olan mültecilerin varlığıyla ilgili endişelerden kaynaklanan jeopolitik çıkarlara atfetmek nadir değildir.
Yukarıda bahsedilen ifadeyi daha da tatsızlaştırmamak için birtakım tarihçiler tarafından propagandası yapılan taraflı ve sığ tasvirlere ışık tutmak gerekir. Bu kişilerin anlatıları, Osmanlı Türklerini yüzyıllardır Arnavut topraklarına zarara vermeyi bekleyen zalimler olarak resmediyor. Böylesi bir ideolojik bakış açısı, yüzyıllara yayılan tarihsel evrimin karmaşıklığını nesnel olarak kavramayı zorlaştırarak olumsuz duyguları beslemiştir. Türkiye ile olumlu bir ilişki kurmanın Batı’dan ziyade Doğu’ya yönelmek anlamına geleceği fikri yalnızca temelsiz değil, aynı zamanda cesaret kırıcı ve aldatıcıdır. Tarihin karmaşıklığı böyle tek taraflı ve yanıltıcı bir bakış açısına indirgenemez.
Şüphesiz, Yugoslavya’nın dağılmasının akabinde seyreden komünizm sonrası Arnavutluk’un yeniden inşası da dahil olmak üzere Soğuk Savaş’ın ideolojik engellerinin yok oluşunu takip eden yeni tarihi dönemde Arnavut halkına verdiği destek, Türkiye’nin kayda değer katkılarını gözler önüne serer. Türkiye’nin, AK Parti’nin iktidardaki yükselişiyle aynı dönemde vuku bulan, bir Avrasya ülkesinden bölgesel bir oyuncuya ve küresel siyasette etkili bir güç haline dönüşmesine yol açan son yirmi yıldaki önemli katkısı, bilhassa bahsedilmeyi hak eder. Yıllar boyunca, en üst düzey Türk yetkililer tarafından yapılan sayısız açıklama, Arnavutlara destek sağlamış, zor günlerde Arnavutluk’un egemenliğine arka çıkmış ve Kosova’yı desteklemiştir.
Bu desteği, Sırp hedeflerine yönelik NATO bombardıman operasyonuna katılma, Kosova’nın bağımsızlığının hemen tanınması, yeni devletin uluslararası alanda tanınması kampanyasına dahil olma ve sürekli ekonomik yardım vb. adımlarla göstermiştir. Tüm bu katkılar, Türkiye’nin stratejik bir ortak olarak bilinmesi sonucunu beraberinde getirmiş fakat böylesi bir vasıflanmanın tam olarak kabul görmesi noktasında yine de bir direnç doğurmuştur. ALSAR Vakfı, 2018 yılında, Arnavut-Türk ilişkileri üzerine, tarihleri ve Arnavutların Türkiye’yi kendi taraflarına kabul etmeleri gerektiğine dair bir sempozyum düzenlemişti. Bu sempozyumda yapılan açıklamaları özetleyen bir de kitap yayınlanarak bu ilişkilerin geliştirilmesi ve muhtemelen gereksiz ve tehlikeli bir kötüleşmenin önlenmesi amaçlandı. Kosova için özel bir çaba sarf edilmezse, hem Türkiye’nin Arnavutlara olan katkısı tam olarak bilinmez ve hem de şüpheciler ile karamsarların eleştirileri yanıtsız kalır. İşte yazar Abdullah Klinaku’nun “Türkiye’nin Kosova’ya Katkısı, Priştine’den Bir Bakış Açısı” adlı kitabı bu meseleye adanmış bir kitaptır. Duygusallığa kapılmamış olması ve yazarken duyguları tarafından kontrol edilmiyor oluşu yazarın hüneri olmakla beraber tezlerini tek bir metodolojiye dayandırır.
Kitapta gerçekler, tarih ve konuşan kahramanlar mevcuttur. Metin de çok sayıda referansla desteklenir. Tarihle başlayıp tanımlarla biter. Yazar, gerçekleri sunup sonuçlar çıkararak hem kendi başına hem de röportaj yapılan Kosovalı siyasi aktörler aracılığıyla konuşur. Tarih, kültür, din, aile, toplumsal ve ekonomik bağlarla birlikte çok yönlü ve kompleks Arnavut-Türk ilişkilerinin evrenselliğini açıklamak, bu güçlü bağlantının bugünden itibaren ve ileriye dönük olarak devam etmesinin gerekçesini sunmak için gereken alanı sağlar ve vurgular. Kitaptaki dört bölümde, Arnavut-Türk ilişkilerinin gerekliliğini onaylamak için yeterli malzeme ve gerekçe mevcuttur.
Yazarın, “Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim evresi” tarihsel tanımıyla yaptığı açıklamada, Osmanlı İmparatorluğu’nu “Arnavutların milli kimliklerini koruma ve geliştirme konusunda kalkan ve en güvenli fırsat” olarak tanımlayışı ve “Hristiyan Ortodoksluğun Slavlaştırma ve Helenleştirme anlamına gelmesinin zıddına Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arnavutların İslamlaştırılmasının Osmanlılaştırma veya Türkleştirme anlamına gelmediği” şeklindeki nesnellik arz eden yaklaşımı memnuniyet vericidir. Yazar, güncel bağlamında, “Kosova ve Türkiye arasındaki ikili ilişkilerde hak edilen bir yere sahip kişi” olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a özel bir yer ayırıyor.
İsabetli bir şekilde, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin yeniden tahliliyle Kosova ile işbirliğini güçlendirmiş, en zor ve çetin koşullarda desteklemiş ve yardım etmiştir” diye vurguluyor. Türk büyükelçisinin Kosova’nın Türkiye için “birçok kapıyı açmak için kullanılabilecek sihirli bir anahtar” olduğu yönündeki açıklamasından etkilenmemek elde değildir. Aynı şekilde, Kosova Cumhuriyeti’nin birçok defa resmi olarak tanınmasında Türk diplomasisinin rolüne işaret eden Kosova’nın eski başbakanı Skender Hyseni’nin Ankara’yı, “Doğu ülkelerine geçtiğimiz bir liman olarak görüyoruz” şeklinde tanımlaması da dikkate şayandır.
Yazarın, kitabın sonunda vardığı sonuca göre ise iki halk arasındaki güçlü bir kardeşçe dostluğun varlığı, hasımlar için bir meydan okuma oluşturur: a) “Balkanlar, Arnavutların siyasi istikrarı ile Türk devletinin desteği olmadan asla barış ve kalkınma elde edemez.”, b) “Bu çetin koşullarda ülkemiz ve halkımız, Türkiye gibi dost bir ülkeye ve Türk halkı gibi kardeş bir halka sahip oldukları için şanslıdır.” c) “İki millet arasında kardeşlik ve karşılıklı dostluk oluşturmak, her şeyden önce hem önceki nesillerin iradesi hem de gelecek nesiller için bunu korumak bizim görevimizdir.” Bu cihetle, bu kitabın muhtevası istikrarlı ve daha güçlü bir Arnavut-Türk ilişkisi için güçlü bir argümandır. Bu ilişkilerin güçlendirilmesinde ısrarcı olan ALSAR Vakfı, bu metnin yayınlanmasını teşvik etmiş ve mümkün kılmıştır.”