Allah’sız İsrail

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Filistin ve Gazze’de düzenlediği katliamların ardından bölge ve dünyada yeni dünya düzeni bakımından farklı gelişmeler yaşanırken Kuzey Makedonyalı yazar Emre Akif’in kaleme aldığı “İsrailsiz İsrail” başlıklı yazıyı ilginize sunuyoruz.

Eski Yugoslavya’da bugünkünden farklı olarak camiler boş olsa da Müslümanlar arasında, İslam veya “Müslümanlık”ları için bir tür “korku” hissedilirdi. O dönemde yurtdışı seyahatleri de kontrol altındaydı. 1985 yılında bir arkadaşımla birlikte İstanbul’u ziyaret etmeye karar verdik; dürüst olmak gerekirse o zamanlar Türkiye’yi çok fazla bilmiyorduk, ancak İstanbul o dönemde de bugünkü gibi gürültülü, yorgun, anlamsız ve karma karışık bir kapitalizmle doluydu. Ziyaretimiz sırasında iki arkadaşımız olan Numan ve Mahmut ile görüştük, bize Mehmet Şefket Eygi’yi ziyaret etmeyi teklif ettiler. Kendisi bizden daha yaşlı bir adamdı ve çok sayıda kitap ve kedisi olan, ailesinden bir bakıcısıyla evde tek başına yaşayan biriydi. Adet olduğu üzere dünya edebiyatında ve doğu geleneğinde bilinen “Türk” çayı bize ikram edildi. Batı’da çay pek sevilmese de bizim için lezzetliydi. Konuşmamız sırasında Üsküp’ten geldiğimizi ve Arnavut olduğumuzu belirttik. Mehmet Şefket Eygi, mistik bir bilgelikle desteklenmiş bir cevap verdi: “Ah dedi, Üsküp ve siz Arnavutlar…; siz Filistinlilere benziyorsunuz, çünkü bu iki millet, İslam’a ait olsalar da Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşmış ve ihanet etmişlerdir ve dini öğretilere göre, ceza çekeceğiniz, hatta yıkılabileceğiniz bile söyleniyor.”

Arnavutlar için konuşmamıza bile gerek yok, çünkü anlık olarak kim ve ne olduğumuzu biliyoruz. Özellikle geçmiş yüzyıl ve bu yüzyılın başındaki kuşaklar için, yani benim yaşadığım ve ulaştığım dönem için, hiçbir cevap benim dönemimi tam olarak tasvir edemez. Ancak Filistinlileri de tahrip edilmiş, mahkûm edilmiş şekilde “buldum” ve şu an da “yok ediliyorlar”. İsrail’in yaptığı ve şu anda devam eden bu olaylar, bana göre yukarıda bahsedilen iki halk için nasıl sonuçlanacağını bilmediğim benzer bir sınavdı. Onları (Yahudileri) din cezalandıracaktır, benzer şekilde “dinsizliğin” bizi cezalandıracağı gibi. Bu karşılaştırma, Yahudiler için rahatsız edici olabilir, ancak şu anda yaşananlarla karşılaştırıldığında bu çok küçük bir şeydir.

Bugün olanlar oldukça açık, ancak kendi ömrünün sonuna yaklaşmış biri olarak, bu açıklamayı yapma hakkım olduğuna inanıyorum: Benim yaşadığım dönemin hiçbiri, Filistin halkının cezalandırılması ve yok edilmesi olmadan geçmedi: Ürdün yıllarca Filistinlileri öldürdü ve bunu savaşta yapmadı (burada hapis cezalarını ve psikolojik ile fiziksel cezalandırmaları anmıyorum bile); Suriye de yıllarca aynısını yaptı; Lübnan, sadece Filistinlileri değil, kendini de “boğdu” ve aynı yolda devam ediyor; Kuveyt, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri diğer birçok ayrımcı yöntemi uyguladılar, vatandaşlık vermemekten, kültürel, dini, ekonomik vb. her türlü ayrımcılığa kadar. Bu kısa cümlelerle bu tarih ve bu tarihi halk nasıl ele alınmalıdır!? Bu topraklar, çoğunluğu İslam dinine ait olan bu halkın durumunu nasıl tanımlayabileceğini gerçekten bilmiyor. Sadece korku, izolasyon ve daha iyi bir deyişle şimdisi ve geleceği olmayan bir zamanı yaşıyorlar. Çünkü her saniye cezalandırılıyor, yıkılıyor, izole ediliyor, vazgeçiliyor, neredeyse şimdisi ve geleceği olmayan bir şekilde doğuyorlar. İsrail Devleti’nin bu yaptıklarının yanında, kendisine yapılanların “az” olduğunu söylemek abartı olmaz. Sonra, görünüşe göre Filistinliler bir devletin nasıl yaratılacağını ve elde nasıl tutulacağını bilmiyorlar; bu yaşananlar bunun kanıtı değil mi?

Birkaç gün önce genç bir gazeteci bana, “Filistinlilere destek için protesto yapacaklarını!” söyledi. Cevabım biraz gizemli oldu: “Peki, siz onlara ne yaptınız da protesto yapma ihtiyacı hissettiniz; burada Makedonya ve çevresinde, ne yaşadığınıza ve nelere yaşayacağınıza bakın?!” Düşünün, burada hala küçük bir Türk nüfusu olsa da Türklere ait olmayan “Müslümanlar”a karşı duyulan nefret, bizi aşağılamak ve hor görmek için bahane oluşturuyor gibi görünüyor. Bu, aldatma ve “aşağılama” anlarını yaratarak bizi rahatsız etmeye çalışmanın bir işareti gibi. Türkiye’nin orada olanların değil “olmayanların” savaştığı bir savaşla ilgilenmesini mantıklı görmüyorum; Osmanlı İmparatorluğu o ülkede hüküm sürmüş olmasına rağmen kendisine karşı çıkan bir ülkeyi, bir halkı savunmak rasyonel değil. Bu Arnavutlar için de geçerli. Neden Türkiye, Filistinlilere ve Arnavutlara yardım etsin ki, onlar tarihlerini hep nefret ve hakaret üzerine inşa etmişlerdir. Protestolara katılmak, ‘yaşam’ ve ‘ölüm’ naraları atmaktan daha kolay bir şey yok gibi. Bu zihniyetin Türkiye tarafından dikkate alındığını sanmıyorum; Türkiye yalnızca o toprakları kendi yönetimi altına almak istiyorsa böyle bir adım atabilir, aksi takdirde bu devletçilik ve politik anlamda bir sorumsuzluk olurdu.

Müminler olarak, bu öğretiden sorumlu olmamız gerektiğini düşünüyorum ve onun önemli öğretilerinden ders almamız gerektiğine inanıyorum, çünkü bu öğretiler ilahiye, Allah’ın İsmi’ne dayanıyor; bunu dünya üzerindeki bu toprakların inşa ve yeniden ihya edilmesinin temel bileşeni olarak görmeliyiz; Yahudilerin düşünce yapısına karşı savaşmalıyız, ancak bundan daha da fazla, Arap Bedevilerinin ve hatta İslam’ı savaşta, kültürde ve milliyetçilikte yanlış kullanan Farslar’a karşı mücadele vermeliyiz. İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunun tanıtımının Irak’a karşı savaşla başladığını unutmayın. Burada bazılarının Irak’ın ilk olduğunu söyleyeceğini biliyorum, ancak kimin ilk ya da ikinci olduğunun bir önemi yok, asıl önemli olan, her ikisinin de fakirleştiği, tahrip edildiği ve bir arada yaşamak için yüzleri olmadığıdır. Şu anda İran, farklı füzelerin fotoğraflarıyla boğuluyor gibi görünüyor, Filistinlilere karşı zulümleriyle tanınan zalimle savaşacağını iddia ediyor. Şu anda diğer Araplar tarafından sergilenen aptallık daha fazla ilgimi çekiyor, çünkü bunun alay ve aldatma dışında hiçbir anlamı yok gibi görünüyor.

Doğu’nun bu bölümü, özellikle Kudüs dahil, üç semavi dinin buluştuğu ve birbirlerini koruyarak bir arada yaşadığı bir alan olarak kabul edilir: Yahudilik neredeyse yalnız yaşamaktan korkuyordu ve kendi dini ile savaşacak Hristiyanlık gibi bir dinin ortaya çıkmasını bekliyordu, çünkü o ‘tek’ olmalıydı. Gerçekte, bu iki din farklı zamanlarda farklı şekillerde birbirleriyle çatıştılar. Birbirlerini ‘destekliyorlar’ gibi yanıltıcı bir algıya sahip olsak da – kaldı ki bu destek pek hayra değil fakat Allah en iyisini bilir – hala birbirlerine karşı düşmanlık besliyorlar. İslam’ın ortaya çıkışı her ikisi için de kurtuluş oldu; ilki o kadar çok yere inmişti ki gökyüzünü unuttu, ikincisi yükseklerde uçmayı hayal ediyordu ancak yeryüzünü unuttu. İslam, her iki dinin gerçek yüzünü gösterdi. Bu şekilde konuştuğumda hangi ulusların bu dinleri desteklediğini değil insanlığın kurtuluşunu ve bir arada yaşamayı kastediyorum.

Bu zulüm insani boyutları aşıyor; bu, insanlığa karşı bir savaş. Üzülerek söylüyorum ki, onları en çok destekleyen devletin, diğer uluslara kıyasla sayıca ne kadar fazla olduğunu bilemeyebilirsiniz. İnsanlığın korunması ve sakal bırakan, sadece dini değil aynı zamanda ekonomik ve aşağılayıcı kuralları da kötüye kullanmaya çalışan türlerin kınanması çağrılarını göz önünde bulundurduğunuza inanıyorum, çünkü bunlar kendileriyle kavga ediyor ve bu yüzden öfkeliler. Bunun nedeni, onların (Yahudilerin) tüm güç için yalnızca Amerika’ya güvenmiş olmalarıdır; oysa Amerika’nın kendisi, “kapitalist” inanca, yani kuralsız ve özgürlüksüz “Tanrı”ya rağmen, hâlâ o kadar korkunç bir cehalete sahiptir ki, sonunda “Demokrasiyi” ve onun yönetimini kötüye kullanan bu halkı bile unutacak veya ihanet edecek. O, kendini unutmuş gibi görünüyor ve ciddi bir şekilde kendisinin cezalandırılmasını sağlıyor.

İmanla, O’na güvenerek, umut ve sevgiyle, aynı zamanda kurtuluşla başlayan, Allah ile iletişim denilen şeyden uzak olduğumuza şahit değil miyiz? Bu istek gün geçtikçe unutulmakta, hatta İslam inanç ve teoloji alanında tartışılmamaktadır. Adeta imanın ve Allah’la iletişimin hüküm sürdüğü İslam inancının öğretisinde hiç var olmayan “piyango” misali düşündüğümüzde bile sadece “aklımızla” düşünüyoruz. Bu kriz sürekli kendini geliştirme ve arındırma çağrısıdır, çünkü sunulan ve hazırlanan şiddet, hiçliği kabullenmenin “gücü” haline gelmiştir. Umutsuz kelime dağarcığımıza ve tarihsel olarak Allah’ı kızdıran ve Şeytan’dan yardım arayarak kendilerini yücelten dünyanın bu rezil serserilerini görmemize rağmen Hira’nın, Bedir’in sesini ve insanlığın başına gelen nice kurtuluşları unutmamalıyız. Öfkeliler, bu da ne yazık ki bizim kibirli, şiddet dolu ve zulme hazırlık yapan bir kavim olduklarını unutmuş olmamız ve buna sessiz kalmamızdan kaynaklanıyor. Bu tür yaratıklar Vahiy ve sessizlik tarafından zorbalar olarak tanıtır. İnanların kabahati nerede? Onların suçu, bazen bunlar gibi olmaya imrenmekten kaynaklanıyor ve bu dönem devam ediyor, çünkü her gün Allah’ın işaretleri canlı tanıklıkla gösteriyor ki Allah’ın sesi Kur’an-ı Kerim’de canlı ve ebedidir, bizi düzelme, kurtuluş ve O’nun Kelam’ının sürekli korunmasına hazırlamak için bizi çağırıyor.

MAS – HUC

Read Previous

Borrel: Yakın zamanda kabul edilen genişleme raporu hakkında Batı Balkan ülkelerinin bakanlarıyla görüşeceğim

Read Next

Batı Trakyalı Şehit Mustafa Cambaz 2. Fotoğraf Yarışması’nın ödülleri sahiplerini buldu