Alemlere rahmet olarak gelen Efendim’i (s.a.s) nasıl anlatsam diye derin düşüncelere dalıyorum. Okyanusun ortasında menzilini kaybetmiş bir gemiye benzetiyorum düşüncelerimi. Çaresiz kalan, menzilini bulamayan gemi gibi oluyor düşüncelerim. Nasıl başlasam anlatmaya, kelimeler yetmezken? Ya Rabbim, bana bir yol göster, ben alemlere rahmet Efendimiz hakında ne yazayım? Onu tarif edecek, ona layık kelimeler var mı? Onu kusursuz, eksiksiz yazabilecek güzel sözlere kalemim varacak mı? Korkuyorum Allah’ım, yanlış bir şey yazıp onu üzmekten, onu kırmaktan. Ya Rabbim bana güç ver, yazacağım kelimelerde yanlış yapmamak için yardım eyle. Sana sığınıyorum, Ya Rabbim.
Hangi kelimeler ile başlasam yazmaya diye düşünürken “Ol deyince olduran, gönüllerimizi imanla dolduran yüce Allah’ın 99 adıyla Bismillah. Sonsuz salat ve selam sana ya Rasulallah” diye başlamak geldi aklıma. Onun gibi kutlu bir insan hakkında yazmak ancak böyle kutlu bir cümleyle başlanır.
Dünyanın aydınlığı için beklenen nur, miladi 571 yılında Mekke’ye bir ışık gibi gelen, alemlere umut olarak bu dünyaya gözlerini Amine annemizin kollarında açarak dünyamızı şereflendirdiler. Rabbimizin “Senin ömrüne kasem ederim ki…” diye yemin ettiği yüce insanın babası Hz. Abdullah, annesi Hz. Amine’dir. Efendimiz dünyaya gelmeden iki ay önce Hz. Abdullah, Hakk’ın rahmetine kavuşmuş bu dünyaya gözlerini yummuştu. Efendimiz (s.a.s) dünyaya yetim olarak gözlerini açmıştı. İklim şartlarından dolayı dört yaşına kadar süt annesi Halime hatunun yanında kaldı. Altı yaşındayken annesi Amine hatun da dünyaya veda ederek Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Haytının daha ilk yıllarında öksüz kalan Efendimiz, sekiz yaşlarındayken dedeleri Abdulmuttalib’i de kaybetti. Dedelerinin ölümlerinden sonra Efendimiz’in koruyucusu, terbiye edicisi Rabbi idi. Efendimiz, amcası Ebu Talib’in yanında hayatına devam etmişti. Ticarete başlamadan önce bir müddet çobanlık yapmıştır. Bu meslek Araplar arasında aşağılanmış bir meslek olarak tanınmamıştır. Efendimiz’in döneminde bir çok zengin ailelerin çocukları da bu mesleği yapmışlardır. Ayrıca çobanlık bir çok peygamberin de mesleği olmuştur. Çobanlık mesleğinden sonra ticaretle uğraşmaya başlayan Efendimiz 25 yaşlarında çıktığı bir ticaret vesilesiyle tanıdığı Hz. Hatice (r.a) ile evlenmiştir. Hz. Hatice malı ve canıyla Efendimiz’e yeni bir güç kaynağı olmuştur.
Allah Rasulu (s.a.s) 40 yaşındaydılar ve vahyin gelmesi için hazırlanan dönemi bitmişti. Altı ay boyunca, Efendimiz, hep sâdık rüyalar görmüşlerdir. Mübarek Ramazan ayının 17. günüydü, Allah Rasulu Hira mağarasındaydılar. Cebrail aleyhisselam geldi ve Efendimize “Oku!” emrini iletti ve ilahi vahyin ilk kutlu ayetlerini bildirdi:
“Seni yaratan Rabbinin adı ile oku!
O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Kalemle yazı yazmayı öğreten, insana
Bilmediğni öğreten, lütuf ve keremde erişilmez
mertebede olan Rabbin hakkı için oku.”
(El-Alak 1-5)
Hani Alemlere Rahmet olarak geldi demiştik ya, işte Efendimiz (s.a.s) dünyanın en vahşi adetlerine, en mutaassıp, en inatçı ve en cahil bir toplumu rahmeti ile bereketlendirmek için geldi. O insanların akıllarını, kalplerini, ruhlarını, nefislerini fethetti. Kalplerin sevgilisi, akılların muallimi, nefislerin güzel bir terbiyecisi ve ruhların sultanı oldu. O günün şartlarında, insanların hayatlarını dahi uğrunda kolaylıkla verdikleri alışkanlıkları, örf ve adetleri; üstelik inatçı, mutaassıp bir toplumdan kaldırdı. Hiçbir zor kullanmadan, baskı yapmadan hem de. Ortadan kaldırdığı zararlı ve kötü özelliklerin yerine, son derece güzel huyları, alışkanlıkları ve karakterleri, öylesi bir toplumun kan ve damarlarına kadar yerleştirdi. Onun çabaları sayesinde bizler doğru yolun bir parçasıyız. Efendimizin nuru ile aydınlanmış bu yol bize aydın olarak kolaylıklar sağlayan yoldur.
Efendimiz (s.a.s)’in hayatı; edep, nezaket, iyilik, temizlik, sevgi, şefkat, merhamet, ihlas, samimiyet, vefa, doğruluk ve diğer faziletlerle dolu bir hayattır. Rabbimiz de Efendimiz’i beşeriyyete takdim ederken: “Şüphesiz sen büyük ahlak, büyük seciyye ve büyük fazilet üzerinesin.” (Kalem Suresi 4. ayet) buyurmaktadır. Evet o alemlere rahmet olarak geldi, sevgi ile baktı, merhametle sine açtı, şefkat saçtı. İnsanlara olduğu gibi hayvanlara da şefkat ve merhamet gösterdi. Öyle ki Mekke’nin Fethi esnasında ordunun en önünde ilerlerken yolları üzerinde yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür. Suraka oğlu Cuayl’i çağırarak emir verir:
– Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip, ezilmekten koruyacaksın.
Dişiyle yavruları rahatsız edilmemiş, fakat on bin kişilik Fetih ordusu istikametini değiştirmiştir. Bu dünyadaki bütün doğaya, canlı varlıklara saygı göstermiş, merhamet etmiş, şefkat ile karşılamış olan o güzel insan, sevgililer sevgilisi peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’dır (s.a.s).
Alemlere rahmet olarak gelen efendim, sen ki önümde bulunan boş kağıtlara yazıp yazıp bitiremediğimsin, sen ki solmayan gülün kokusu, hiç sönmeyen güneşin sıcaklığı, gecelerin yıldızı, gündüzün aydınlığısın.
Sen, yerlerin ve göklerin tek sahibi olan yüce Rabbimizin sevgilisi, lütfusun. O senin için alemleri yarattı ve alemlere seni rahmet olarak gönderdi.
Seni seven aşkı bulur, sana inanan huzuru bulur, umudu bulur, güveni bulur ve doğru yolun menzilini alarak güzelliklere varır.
Ey Nebi gönlümüze, gül kokunla gel, güneş gözünle bak, sıcacık gönlünle yaklaş, ısıt bizi, ey güzel gönüllü Peygamberim.
Şefkatinle, mütevaziliğinle, merhametinle gel, gel de bizi bu gafletten uyandır, bizi azaptan koru.
Cesaretinle gel, nur yüzün ile gel, güneş gibi sıcak kalbinle gel.
Gel, ey alemlere rahmet olarak gelen Efendim, gel…!