Bir varmışla bir yokmuş eşiğinde dönüyor dünya. Ne içindeyiz hayatın ne de büsbütün dışında. Oralardayız bir yerde, tam bu ikisinin arasında… Sürekli bir çekişme, bir kargaşa ve kocaman cevapsız bir bulmaca.
Neredeyiz biz aslında? O eşiğin bir adım ötesinde mi, gerisinde mi? Ama yokuz bakıyorum. Buldum! Biz aslında bir boşluğun içerisine dalıp kayboluyoruz. O boşlukta ne ayağımız yere basıyor ne de dengemiz sabit duruyor. Zaman da geçmiyor, dünyaysa dönmeyi unutmuş gibi. O zamansız boşlukta sadece saatin sesine benzeyen nefes kesici bir tik tak tik tak tik tak… Kalbimiz. Evet, biz zamansız bir boşlukta kalbimizin sesine dalıyoruz, sonra daha nefes kesici, daha büyük, kocaman bir tik tak tik tak tik tak… Öyle şiddetli bir ses ki bu sesle uyanıyoruz kaybolup gittiğimiz o masaldan. Şimdi gerçeklerle yüzleşmek vaktidir ama yapamıyoruz. Boşluk ruhumuza işlemiş ve yalnızlık doğuyor gecelerimize. Bir hasret başlıyor sanki. O tozpembe hayat, o zamansız dünya ne de güzeldi. O uyku, o rüya nasıl da merhem gibi işliyordu kalbimize. Şimdi neden her şey daha zor diye soruşturup dururken bir iki şeyin kesiştiği yerde buluyoruz kendimizi. Zor ama doğru olan bir tarafta, kolay ama yanlış olan diğer tarafta. Hangisine doğru yol alacağımızı bilmiyoruz. Biri bizden fedakarlıklar bekliyor, diğeri ise hiçbir şey, sadece gözlerimizi kapatıp ona doğru yürümemizi ve onda kaybolmamızı beklemekte.
İnsan kolaylığa alışmış, fedakarlık yapmaya kolay karar veremeyen bir varlıktır. Çoğu zaman doğru olanı değil de kolay olanı seçiyor ve işte yine, iki noktanın birleştiği çizginin üzerinde insan doğru olanı değil, kolay olanı seçiyor. Yürümektense, bir seçim yapmaktansa iki noktanın arasında bir yerde büzülüp üçüncü nokta olmaya karar veriyor. Dünyada olup bitenler ise o noktanın etrafında çarpışıp duruyor. Ama insan uyuyor. Hayaller ve gerçeklerse… Onlar kahramanın uyanıp ayağa kalkmasını beklercesine insan denen noktanın etrafında dönüyor. Ancak onlar kahramanın başka bir masalın peşinde, hayalleri unutmuş, dünyadan bihaber bir boşluğa dalmakta olduğunu bilmiyor. O öyle bir boşluk ki, insandan hiçbir şey beklemez, sadece insanı yem edip büyüyor, büyüyor ve uçsuz bucaksız bir deniz halini alıyor.
Hayallerin peşinden koşup onlara sarılmaktansa, onları bırakmamaktansa ve onların kahramanı olmaktansa boşluğa dalıp hiçbir şey yapmamak daha kolaydır. Böyle tatlı rüyalar varken kahramanlık, hayaller bizim neyimize? Kahramanlık fedakarlığa muhtaç, ama uyku sadece gözlerin kapanmasıyla oluşan meçhul bir boşluk, tatlı bir sır ve bir her şeyi unutturma makinesi. İşte bu yüzden “uyumayı” tercih ediyoruz, daha kolay olduğu için ve sırf bu yüzden vazgeçiyoruz birçok şeyden. Dünya, hayallerimiz, gerçeklerimiz, beklediklerimiz, bizden bekledikleri, umutlar, duygular, bütün bunlar kalbimizin bir köşesinde kurumuş bir toprağa benzercesine beklemekte, bir damlacık su verilse her an canlanıp çiçek açacakmış gibi.
Ne çaresiz, ne umutsuz vakasın hayat. İnsanı yem edip özünden alıyorsun ya… Ama olsun, senin hatan değil ki bu. İnsanın gönül dünyası koca bir boşluk olduktan sonra onun elinden ancak boşlukta yaşamak gelir ve işte uyuyor insan. Sonuçta uyumak zaten unutmak değil mi, biz de unutuyoruz işte, unutuluyoruz.