AB Balkan Zirvesi ve Avrupa’nın Balkan politikası

AB’nin Balkanlar’daki planlı adımları, bölgeyi diğer ülkelerin nüfuz alanı olmaktan uzaklaştırırken, mali, sosyal, siyasi ve dolaylı askeri destekleri, bölgede son 20 yılda umulmadık gelişmelere kapı araladı.

AB’nin Balkanlara ilgisiz kalmadığı, tam aksine bölgede alabildiğine etkin olmaya çalıştığı son derece açık. AB’nin planlı adımları, bölgeyi diğe ülkelerin nüfuz alanı olmaktan uzaklaştırırken, mali, sosyal, siyasi ve dolaylı askeri destekleri, bölgede son 20 yılda umulmadık gelişmelere kapı aralamış oldu. Bu gelişmelerden önce, geçen hafta AB – Batı Balkanlar Zirvesinin sona erdiğini ve görüşmelerden geriye, akıllarda kalan cümlelerin Balkanlardan çok İran-ABD ilişikleri hakkında olduğunu söylemek gerekiyor. Zirveye, İran’la nükleer anlaşmadan çekilen Trump yönetimine karşı Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk’un sitemkar sözleri mührünü vurdu. Tusk, Trump’u kasten “asıl jeopolitik problem rakibin değil, en yakın dostunun kestirilemeyen hareketleridir.” ifadesini kullanmıştı. Toplantı sonrasında, AB’nin İran ile nükleer anlaşma konusundaki iş birliğine devam edeceği açıklanırken, derin bir ayrılık ortaya çıkmış oldu.

Zirvede Balkanlarla ilgili en önemli husus, Balkanlardaki ihtilafların AB himaye ve hakemliğinde çözülmesinde gösterdiği başarıydı. Bunun son örneği olarak Makedonya’nın kuruluşundan bu yana Yunanistan ile aralarında devam eden isim problemini, Makedonya’nın fedakarlığı ile çözülmüş olması. Pekiyi AB’nin Balkanlar ile ilişkileri ne seviyede ve derinlikte devam ediyor? Bazı hatırlatmalarla devam edelim:

Uluslararası hukuk literatürüne etnik kargaşa ve çekişmeleri ifade etmek üzere Balkanizasyon (Balkanisation) tabiri sıklıkla kullanılmaktadır. Bu tabirin aslında bölge üzerinde tek bir hâkimiyetin kurulamadığı dönemleri ve kaosu ifade ettiği çok açık. Aynı hâkimiyet alanında kalınması halinde ise Balkanlarda barışın uzun süre devam ettiği biliniyor. Bunun bilinen iki örneğini vermek gerekirse:

Osmanlı Devleti döneminde “Millet Sistemi” içerisinde Müslüman ve Müslüman olmayan unsurlara hukuk ve adalet sistemi üzerinde vergi veya askerlik gibi yükümlükler dengelemesi karşılığında bir sosyal barış dönemi 19. yüzyıla kadar devam etmişti. “Pax Ottomana”olarak bilinen bu uyum anlaşması, nasyonalist akımlar ve dönemin emperyal güçleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın müdahaleleri ile bozulmuş oldu.

İkinci bir kısmi barış dönemini, Yugoslavya döneminde tek bir ideoloji altında toplanan halkların göreceli olarak bir başarı sağlamasıydı.

Bugün gelinen noktada Balkanlarda barış ve uyumu sağlayacak bir güç olarak Avrupa Birliği’nin himayesi en önemli alternatif olarak kabul görüyor. Buna, ihtiyatlı bir onay vermekte fayda var, gerekçesi ise şu şekilde açıklanabilir:

Şüphesiz teorik ve pratik olarak Avrupa Birliği’nin barış ve adalet temelinde böyle bir uyumu Balkanlara taşıyabilmesi potansiyeli yüksek olsa da Avrupa Birliği’nin kuruluş amaç ve araçları, bizleri biraz daha ihtiyatlı düşünmeye sevk ediyor. Çünkü Balkanların, Birlik’ten yeterince yararlanmasına engel olacak birçok zaafiyet dikkat çekiyor.

Açıkçası, etnik ve siyasal barışın, Avrupa Birliği eliyle sağlanması mümkün olsa da sosyo-ekonomik barış ve refahın aynı ölçüde sağlanamayacağı görülüyor. Bulgaristan ve Polonya örneklerinde görüleceği üzere, Avrupa Birliği’ ne üye olan ülkelerin yetişmiş insan kaynağı ve özellikle gençler, kendi ülkelerini terk ederek Batı’da fırsat arıyorlar. Son olarak yetişmiş insan gücünü ülkede tutmakta zorlanan Hırvatistan da bu kervana katılmış oldu.

Bu anlamda sayılan ülkelerin üretim ekonomisine dayanan ve Avrupa Birliği’ne ihraç edebilecekleri ürün sayısı ve dış ticaret dengeleri, zamanla muhtemelen aleyhlerine dönüşecek. Özelikle Bulgaristan’ın Avrupa Birliği süreci dikkatlice incelenirse bu gerçek bütün çıplaklığıyla kendisini ortaya koyuyor.

Avrupa Birliği, Balkanlarda barışçıl politikalar üzerinden Birliğin çıkarlarını gözetecek politikaları üretmeyi tercih ediyor. Aslında Avrupa Birliği’ne üyeliğe destek yönünde halk tabanında ciddi bir destek de var. Her fırsatta bölgedeki etnik tansiyonu yükselten unsur olarak fanatik Sırplarla, Sırbistan’ın genel halkını birbirinden ayırmak gerekiyor. Sırp halkı da bölgede Makedonya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek halkları kadar Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda istekli görünüyor. 2017 yılı anketlerine göre en mesafeli duran Sırp halkının bile yüzde 47’si Avrupa Birliği’ne üyeliği destekliyor. “Bile” derken, Batı blokuna muhalif, bölgede en fazla Rus yanlısı politika güden bir devletten bahsediyoruz. 1999 Belgrat’ın bombalanması üzerinden işletilen anti-Amerikan ve anti-AB politika ve propagandaya rağmen bu oran, tahminlerden oldukça yüksek.

Hiç şüphesiz, Avrupa Birliği’ne üyelik isteği, bölgedeki yüksek işsizlik, ekonomik iştahsızlık ve özellikle gençlerin geleceklerini Avrupa Birliği’nde görmeleri gibi gerekçelere dayanıyor. Bunun yanında Balkanların tamamında, bölük-pörçük etnik dağılımın doğurduğu gerginlikler karşısında Avrupa Birliği’nin bir huzur ve barış adası oluşturacağı beklentisinde olan önemli bir kitle var. Yaşanan belirli olay ve uygulamalar bu düşünceyi teyit ediyor. Mesela, Bosna Hersek’te Dayton Anlaşması sonrasında oluşan yapıda Avrupa Yüksek Komiserliği denetimine devam ediyor. İstenilen ölçüde olmasa da ve beklentileri karşılamakta yetersiz kalsa da böyle bir hakem/denetleyici rolünde bir kurumun varlığı önemli.

Diğer bir örnek olarak hatırlamak gerekirse, Sırbistan, Kosova arasındaki ihtilafta Sırpların, Arnavutlarla masaya oturmasını Avrupa Birliği sağlamıştı.

Bir başka nokta da Karadağ’ın Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya üyelik yoluna girmesi hem Sırbistan’a hem de Rusya’ ya rağmen girişilen önemli bir teşebbüstü. Şu anda bölgeye bakılırsa Hırvatistan, Arnavutluk, Slovenya ve Karadağ’ın halihazırda NATO üyesi olmaları; Hırvatistan ve Slovenya’nın NATO ve Avrupa Birliği üyesi olmaları; Makedonya ve Bosna Hersek’in ise artık Avrupa Birliği’ne üyelik yoluna girmiş olmaları Balkanların transatlantik ve Avrupa Birliği nüfuz sahasına girdiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu konuda Türkiye’nin tavrı, NATO üyeliği konusunda adı geçen ülkeleri desteklemek yolunda olagelmiştir.

Sırbistan’da, Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda mevcut yönetim, halkın isteğinin ötesinde arzulu görünüyor. Başbakan Vucic radikal bir Sırp olmasına rağmen Avrupa Birliğinin uyguladığı baskılar sayesinde Arnavutlarla anlaşma yapabiliyor, hatta Kosova gibi keskin bir konuda bile diğerlerine göre daha fazla manevra yapabiliyor.

İlginç bir gelişme olarak, Sırbistan Parlamentosunun 2015 yılında kuvvetler statüsü (SOFA) anlaşmasıyla NATO ile bir taahhüt ilişkisine girmiş olması. Sırbistan ayrıca NATO’nun askeri faaliyetleri konusunda da bir işbirliği anlaşması imzaladı.

2003 Haziranında Selanik Zirvesi’nde Batı Balkan ülkelerinin tamamına üyelik vaad edilmişti. Aslında tam aksine, 1981 yılında üyeliğe kabul edilen ilk Balkan ülkesi olarak Yunanistan, bir Doğu Balkan bölgesi ülkesiydi. Diğer yandan, AB 26 yıl sonra 2007’de Bulgaristan ve Romanya üyeliğe kabul etmekle yine Doğu Balkan bölgesinden iki üyeyi Batı Balkan ülkelerine göre öncelikli olarak kabul etmişti.

Batı Balkanlardan 2004 yılında Slovenya’nın ve 2013’te Hırvatistan’ın Birliğe üye olarak kabulleri Almanya’nın açık desteği ile gerçekleşmişti. Almanya tarihi, kültürel ve dini bağlar dolayısıyla Yugoslavya’nın dağılmasından sonra bu iki ülkeye olan desteğini artırarak devam ettirmiştir.

Sırbistan ve Karadağ ile müzakerelere başlanmış olmasına rağmen Makedonya için en azından 5 yıllık bir zaman dilimi daha gerekmekte. Demografik yapılarına bakıldığında, çoğunluğu Müslüman olan Bosna-Hersek aday ülke, Kosova ise potansiyel üye ülke olarak sırasını bekliyor. Kosova’da Sırpların AB üyeliği adına Arnavutlarla ilişkilerini göstermelik de olsa yumuşatması, Kosova için şansı yükseltirken; siyasi ve idari istikrar bakımından AB üyeliğine en fazla ihtiyacı olan Bosna-Hersek bakımından sistemin işleyişini hızlandıracak reformların hızla hayata geçirilmesi gerekiyor.

Bir sonraki ilk ülke olarak müzakereleri tamamlamaya en yakın olan Karadağ’ın Birliğe katılması bekleniyor. Bu ülkeler dışında AB’ye üye olmak için Arnavutluk ve Makedonya da sırasını beklemekte. Bosna-Hersek ve Kosova ise henüz potansiyel aday ülkeler. Bu iki ülkenin iç bütünlüklerinin korunması, kurumlarda yapılacak reformlar ve komşularının işgaline karşı, AB’ye üyelik en korunaklı yol olarak görünüyor. AB’nin Bosna-Hersek ve Kosova olaylarında üstlenmeye çalıştığı yapıcı yol ile Yunanistan, Bulgaristan, Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya’nın yeniden yapılanmasında sağladığı mali destekler ve rehberlik ise çok önemli.

Sonuç olarak, AB’nin güçlenmesi veya zayıflamasından bağımsız olarak, bölgenin AB ve NATO ile yakınlaşması devam ederken Rusya’nın bölgede ezeli müttefiki olan Sırbistan dışında güç kaybettiğini vurgulamak gerekiyor. Bunun yanında AB’nin Balkanlarda barışın tesisindeki önemi, Türkiye faktörü ve garantörlüğü dikkate alınması halinde insani ve adil bir zeminde, başarılı bir şekilde yürütülmesi mümkün olacaktır.

[İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görev yapan Prof. Dr. Yücel Oğurlu, daha önce International University of Sarajevo’nun rektörlüğü görevinde bulunmuştur]

AA

Read Previous

ALSAR’dan Arnavutluk’taki yabancı öğrencilere “Kültürlerin Uyumu” fuarı

Read Next

RUTEV’den Preşova’da iftar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *