Amerikalı akademisyen Jessica Stern’ün, savaş suçlusu mahkum Karaciç’le görüşmelerini içeren “My War Criminal” (Benim Savaş Suçlum) kitabı, aslında Bosna’daki soykırımı ve faillerini normalleştirme girişimi.
Yugoslavya’nın ölümünden önceki son yıllarda, Srebrenica’daki bir lisede bir arkadaşım vardı. Aslında bir arkadaştan öteydi benim için; ona hayrandım. Bu arkadaş benim sınıf arkadaşımdı ve yetişkin halimde olduğum gibi, ilk gençliğimde de etkilenmesi çok zor bir kimse olmama rağmen, ondan etkilenmiştim. Ramo Mehmedoviç’e karşı bir satranç oyununu kazanmak imkânsızdı. Çok yönlü öğretmenimiz Jugoslava tarafından lise öğrencilerine zorunlu kılınan seviyenin çok üstüne çıkan bir matematik kabiliyeti, Ramo’da tabii olarak bulunurdu. Ramo haricindekilerimiz her bir dersten sağ çıkmak için mücadele verirken, o, okul gününü baştan sonra dehasına işaret eden bir kolaylıkla geçirirdi.
Sonra savaş patladı ve benim çok iyi olduğum bir tanecik dersin, hayatta kalmamda hayati olduğu ortaya çıktı: yabancı diller. Öyle görünüyordu ki savaş zamanlarında matematik dahilerine ihtiyaç yoktu… Ramo’yu Srebrenica’nın kuşatma altında olduğu üç yıl boyunca sadece bir kez görebildim. Sonra onu bir daha hiç görmedim.
Kimse benim ve onun içinde birlikte büyüdüğü dünyanın dışında Ramo’yu asla tanımayacak; öylesine uzaklarda kalmış bir dünya ki o, bir zamanlar var olduğuna inanmak güç… Kimsenin Ramo’yu koca koca kelimeler kullanarak uzun uzadıya mukayeseler üstünden tanımlama şansı olmayacak. Kimse onu, çığır açan Avustralyalı matematikçi Tarry Tao ile kıyaslayamayacak mesela; halbuki Ramo da benzer bir istikamette ilerleyecekti şüphesiz. Hiç kimse Ramo’nun yazacağına emin olduğum o bilgisayar kodunun inceliğine hayran olmayacak. Dünya Ramo’yu asla tanımayacak. Onun saçları gür büyük kafasını, yahut nasıl bakacağını bilmez gibi attığı bakışların ardındaki çocuksu çekingenliği de yad etmeyecekler.
Arkadaşım Ramo Mehmedoviç, Srebrenica’nın Soykırım Anıt Mezarlığı’nın ortasındaki yarı-dairevi duvarda yazan birçok isimden bir isme indirgendi. O, sonsuza dek, Sırpların “Doğu Sorununu” kati bir şekilde çözme girişiminin lalettayin bir kurbanı olarak kalacak.
Ne var ki, Ramo’nun katilleri kendilerini savunma, kendi tezlerini anlatma fırsatı buldular. Boşnak çoğunluğun yok edildiği ve yedi farklı belediyeyi kapsayan bir bölgeden çıkarıldığı Temmuz 1995 soykırımıyla ilgili gerçeklerin her biri, katillerin sorumluluklarının ne derecede olduğunun tam tespit edilebilmesi için tekrar tekrar incelendi. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY), kanıtların, tanıkların ve bizatihi adli prosedürün güvenilirliğini sağlamak adına dünyada diğer herhangi bir mahkeme tarafından yapıldığı görülmemiş derecede elinden gelen her çabayı ortaya koydu.
Bu titiz soruşturmanın tali bir neticesi, soykırımın faillerine aşırı derecede odaklanılması oldu. Bu nedenle dünyanın Ramo Mehmedoviç’in hayatı hakkında bildiği bir hiç mesabesinde iken, bizler, onun ölümünün nasıl koşullar altında gerçekleştiği ve ölümünden sorumlu olanlar hakkında bilinmesi gereken her bir şeyi biliyoruz. Ramo’nun ve Srebrenica’daki binlerce diğer erkek ve erkek çocuğunun ölümünden sorumlu olan kişiler ise pop-starlara yaraşır derecede bir ün ve ilgiye mazhar oldular. Haddinden fazla medya ilgisine mazhar ve lüzumsuz derecede çok sayıda akademik araştırmaya konu oluyorlar.
Ratko Mladić, Lahey’de savaş suçlarından yargılanırken, hapishane hücresinden Sırbistan’da yayın yapan milliyetçi bir kanaldaki sabah programına telefonla bağlandı. Özel kanaldaki dakikalarını “Ratko Dede’den öpücükler” diyerek tamamladı. Hüküm giymiş savaş suçlularının aileleri, Sırbistan ve Bosna-Hersek’in Sırp çoğunluk bölgelerinde büyük bir ihtiramla muamele görüyor; savaş suçlularının çocukları, babalarının işlediği toplu katliamları kendi hesaplarına avantaja çeviriyorlar. Örneğin Radovan Karaciç’in kızı, bizzat Karaciç’in 1992 baharında Bosna’da soykırım maksadı güden siyasi hedeflerine payanda olması için kurduğu bir parti olan Sırp Demokrat Partisi’nin üst düzey bir üyesi.
Karaciç’in kendisi ise son zamanlarda Bosna soykırımının faillerini insanlaştırmaya yönelik pek gayretli bir girişime konu oldu. 16 Ocak’ta, -o “kayıt düşme” gazetesi olan- New York Times, şu acayip ve iğrenç derece saldırgan başlığa sahip makaleyi yayınladı: “Hüküm Giymiş Bir Savaş Suçlusunun, Bana Enerji Masajı Yapmasına Neden İzin Verdim?” Bu makale aslında Jessica Stern’ün yeni çıkan kitabından bir alıntı, ki o kitap da diğer bir mide bulandırıcı başlığa sahip olmakla iftihar ediyor: “My War Criminal” (Benim Savaş Suçlum). Toplu tecavüz politikasının Bosnalı Sırp mimarının kendisine masaj yapmasına izin vermeyi içeren araştırma yönteminin şaibeli ahlaki veçhesini bir kenara bırakacak olursak, kitabın sözüm ona akademik liyakata sahip olduğu iddiasının kocamanlığı da, Stern’ün Karacić’i bir şifacı, şair ve efsanevi kahraman olarak sunuyor olduğu gerçeğiyle çok sinir bozucu bir tezat içinde.
Makale de kitap da, Stern’ün araştırmasının “konusundan” çok daha büyük ölçüde bizatihi kendisi hakkında şeyler söylüyor bize, doğrusu… Makale de kitap da, Radovan Karaciç’in Bosna-Hersek’in Müslüman nüfusunun üstüne saldığı devasa boyutlardaki dehşetten korkunç derecede habersiz bir kişiyi ortaya koyuyorlar: 12 yaşındaki çocuklara tecavüz edilmiş olabileceği gibi aynı zamanda edilmemiş de olabileceği bir ahlaki evrende yaşayan bir kişiyi ortaya koyuyorlar; öyle bir ahlaki evren ki bu, Karaciç’in bu eylemlerden herhangi birini kendisinin şahsen işlememiş olduğu gerçeği, onu soykırım sorumluluğundan temize çıkarıyor.
Ben babasız büyüdüm. Kuzenim on yedi yaşında toplu infazdan sağ kurtuldu. Benim yaşadığım toplumda kız kardeşler erkek kardeşlerini, kadınlar kocalarını ve anneler oğulları kaybetti; ve bunların hepsi Radovan Karaciç yüzünden oldu. Buna rağmen, böylesine mide bulandırıcı yazınsal bir sapıklık neticesinde, “Karaciç’in dokunuşları sırasında” Stern’ün avuçlarından “servi ağaçlarının yükseldiği hissi”, bir şekilde bizim bütün yaşadıklarımızı yok farz ederek onlardan daha öncelikli bir yere oturuyor. Stern’ün kitabı tarihsel olarak da yanlış bir anlatıya müstenit: bu anlatıya göre Sırpların Boşnaklara uyguladığı soykırım, Ustaşaların II. Dünya Savaşı’nda işlediği soykırıma mukabil gerçekleştirilmiş meşru bir intikam katliamıdır.
Stern ayrıca, Boşnakları, Karaciç’in kelimelerini kullanarak takdim ediyor: belki bir kobra değiller ama kesinlikle yılanlar! Kitap boyunca Stern ondan, sevgiyle “Radovan” olarak bahsediyor ve dünyanın geri kalanının “Müslüman halk savaşta ortadan kaybolacaktır” ifadesiyle hatırladığı adamla son derece münasebetsiz bir samimiyet derecesi ortaya koyuyor. Stern, Bosna-Hersek Cumhuriyeti Hükümeti’nin uluslararası bir müdahaleyi davet edebilmek için “kendi vatandaşlarını vurduğu” gibi, aşırılıkçı Sırp propagandasının en pespaye iddialarına da hayat veriyor. Sonuç olarak, bahsettiğimiz, motivasyonunu İslamofobiden alıp bütün bir ulusa ağır ve haince bir ithamda bulunan revizyonist bir kitap.
Bir neticeler dünyasında yaşıyoruz. Üstünden yirmi beş yıl geçtikten sonra, hâlâ Srebrenitsa Soykırımı’nın kurbanlarının ceset kalıntılarını arıyoruz. Karaciç’in insanlığa yaptığı tek katkı işte budur: toplu mezara gömülen cesetlerin oradan çıkarılarak ikinci veya üçüncü toplu mezarlara gömülmesi işlemi. Bu, onunla ilgili önemli olan yegâne şeydir. Bu nedenle, ben, Bosna kırsalında doğmuş Ramo’yu; yani, hiçbir zaman dünyaya müspet bir etkide bulunma ve sunabileceği katkıları sunma fırsatı olmamış o utangaç çocuğu yad etmeyi yeğliyorum. Hiçbir zaman zaten insanlıktan nasibi olmamışlara insanlık atfetmeye çabalamak gibi nafile teşebbüslerde bulunmak yerine yapmamız gereken şey, Ramo’nun insanlığını aziz tutmak, onun kadir-kıymetini anmaktır.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[Emir Suljagiç, Srebrenica Soykırım Anıtı Merkezinin müdürüdür. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesi olan Dr. Suljagić ayrıca iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence – Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” ve “Postcards from the Grave”]
AA