Başka Dergi’nin Prizren dosyalı 4. sayısında yayınlanan Dilara Meco’nun “Prizren’de Zanaat” başlıklı yazısını ilgilerinize sunuyoruz.
Zamanın çıldırtıcılığına adeta karşı koyan, kendini koruyan Bistrica’nın serin suları dökülüyordu sabahın tüllenen ışıklarıyla. Şırıltısının ahengi Prizren’in taşında toprağında yankılanıyordu. Ardından minarelerden gönülleri şad ederek yükselen ezan sesine kavuşup Prizreni baştan aşağıya büyülü bir atmosfere bürüyordu. Yüzyılların şehri Prizren, sokakları tarih kokan Prizren, Fatih Sultan Mehmed Han’ın mübarek ayaklarının topraklarına değdiği Prizren, bilmem ki sana tılsımındaki gizli eşsizliğini anlatabilecek miyim?
Nice insanlar saklarsın bağrında, nice yanık yüreklerin çığlıkları sinmiştir dağlarına taşlarına, nice elleri nasır tutmuş ustalar vardır evlatlar yetiştiren, inadına güçlü, inadına kılı kırk yararcasına yaşayan insanlar vardır, hala eski günlerin hasretiyle yanıp tutuşan. Hülyalarını süsler; babalarından, amcalarından, dedelerinden öğrendikleri zanaatların kıymeti. O zanaatlar ki her bir insanın bir parçası olmuştur. İlmek ilmek tıpkı bir dantela işler gibi işlenmiştir çocuk zihinlerine, ve bir daha silinmez ne zihinden ne gönülden… Babalarıyla amcalarıyla usta çırak ilişkisi yaşayan çocuklar vardır, hem meslek sahibi olurlar hem de hayat dersi öğrenirler ustalarından. Kimisi nalın yapmak için odun toplar, kimi gümüşten yüzük yapmanın püf noktalarını yakalamaya çalışır, kimi boza yapmanın kıvamını tutturmaya çalışır, kimi kalayları parlatmakla uğraşır, kimisi de yemenlere ince oyalar işler. İşte o çocuk eller böyle büyük işlerin ucundan tutar. Elleri öpülesi ustalarının gizli kahramanları olurlar. Tıpkı demircinin, ısıda demiri döve döve istediği şekle getirdiği gibi bu küçük kahramanları da ustalar sabır ve zahmetle biraz da çileyle olgunluğa erdirir.
Prizren’deki zanaatçılık öyle eşsiz bir yerdedir ki, bu,insanların ölesiye sahip çıkmasıyla bu denli günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Her ne kadar zamanın akıcılığına kapılıp gidenler olduysa da halen devam edegelen zanaat ve zanaatçılar vardır. Kimisi geçim kaynağı olarak sürdürse de kimisi babasından yadigar sanatının yok olmasına kıyamaz. Yüreği el vermez. Bıçakçı, tüfekçi, kuyumcu, demirci, nalbantçı, dökümcü, sarrafçı, bozacı, kunduracı ve daha niceleri. Tavan arasında saklanan tozlu sandıklar gibidir. Hangi zanaatçının yüreği el verir zanatını bir tozlu sandıkta saklamaya veya hangi zanaatçı cesaret edip de açabilir o tozlu sandıktaki hatıralarını? Hangisi daha zor? Hasretını çeke çeke gurbet yaşamak mi yoksa kendi ellerinle yok olmasına izin vermek mi?
Bir ülkenin hatta Balkanların zanaatçılıkta en zengin sehri ünvanına sahip olmak, ne kadar gurur verici ise de şimdilerde göz göre göre birçok zanaatın eriyip gittiğini görmek ne kadar da dayanılması güç bir sahne. Peki o büyüyen çocukların şimdiki çocuklara anlatmak istedikleri? Toprağınıza, taşınıza, dedemizden bize bizden size miras kalanlara sahip çıkın diyen kim bilir kaç çift göz vardır bizim bakıp da göremediğmiz. Biz sizlere ellerimizde, hatıralarımızda yaşattığmız sanatımızı ve zanaatımızı anlatmaya öğretmeye hazırız diyen kaç kişi vardır? Gün buralara, bulut dağlara düşüncesiyle yaşayan günümüz hoyrat gençleri bir tek zanaatın bile insana neler neler kattığını acaba anlayabilecek mi?
Öyle zanaatlar var ki evlerin duvarlarına kadar sinmiş. Çünkü o zanaatı yaparken kazandığı alın teriyle evini yapmiştir. Kimi zanatlar da yavrulara lokma olmuştur. Şimdilerde biz yok olmaya yüz tutmuştur diyoruz fakar Prizrende işlenen, yapılan her biz zanaatın gölgesi gezer daracık sokaklarda.. Zaman ve tekonoloji eski değerini alıp götürsede nesiller büyümüştür bu zanaatlarla. İnsanların içinde yaşar, sofrasında yaşar. Gözler görmese de ruhlar hisseder, gönüller duyar. Babalarımızın nasihatlerinde yaşar, tecrübelerinde yaşar. Bizim ellerimiz işlemese de bu zanaatları, biz de bir nevi bu zanaatların maddi manevi kazançlarıyla büyümekteyiz.
Zanaatlara sadece iş gözüyle bakanların kayıpları büyük olur. Mahrumdur zanaatta saklanan sırlardan. Hele ki her sokağında bir zanaatçı barındıran bir şehirde yaşıyorsa. Gidip bulmuyorsa zanaatla uğraşan insanlari, sormuyorsa, ne büyük bir kayıp. Zanaatın tarihini, yapılan eşyaları, işlenen oyaları, kullandığı biçakları, evinde duran süs eşyaları, nasıl yapıldığını hiç merak etmediyse ne büyük bir kayıp. Çünkü evinde bulunun bir çok eşya nice ustaların elinden geçmiş. Bizler için sadece bir süs eşyası iken veya sıradan bir biçak iken babalarımız için bir yaşam bir hayat barındırıyor.
Kültür mirası gibi süslü cümlelere sığdırılmaya çalışılan bu zengin zanaatlar babalarımızın yüzlerindeki çizgilerde yaşıyor. Layıkıyla sahip çıkılmasa da birileri alacağını almiş, görmesi gerekeni görmüş. Eski zamanın çocukları bu günün büyükleri, bize kadar getirmiş bu zanaatları, kaybolsa da, değişime uğrasa da. Şimdi sıra bizde, Prizreni Prizren yapan, elimizde kalan bu zanaatları, birilerinin dediği gibi kültür mirasımızı korumaya var mısınız?
Bir filmde dendiği gibi; başka zamanın çocukları olmak gurbette yaşamak gibi eksik, küskün… Doğru başka zamanın çocuklarıydı onlar, çünkü ellerinde en değerli hazinelerini taşıyorlardı; zanaatlarını. Şimdi büyüyen bu çocuklar geçmişlerinin gurbetini yaşıyorlar…