Neretva’nın kenarında, Mostar Köprüsü’ne karşı kulpsuz fincanlarda kahve içen amcalar, Zagreb’in köylerinde tarlalarda çalışan esmerleşmiş ırgatlar; Belgrad’ın Kalemeydan’da meşin yuvarlak peşinde koşturan Sırp çocuklar hep aynı isimden bahseder dururmuş. Râviyân-ı ahbar ve nâkilan-ı âsâr bazen hayretle bazen öfkeyle adamdan şöyle bahsederlermiş.
Cihay Gemici / Balkanedebiyatı
Çocuk, Osmanlı padişahı Kanuni zamanında Budin eyaletine bağlı olan Osijek şehrinde doğmuş. Kanuni Sultan Süleyman burada 8 kilometrelik bir köprü inşa etmiş. O dönemde bu köprü dünyanın 7 harikasından biri olarak görülüyormuş. Şehir 1968 yılında Eski Yugoslavya devletine bağlıyken yeni bir dünya harikasına daha kavuşmuş. Gözleri çörek otu gibi küçük, çenesi havuç gibi bir bebek, 1 Ocak 1968’te Osijek’te dünyaya gelmiş. Harika çocuğun adını Davor koymuşlar.
Davor küçük bir çocukken tarımla geçimini sağlayan mütevazı Osijek şehrinde meşin yuvarlağa gönül vermiş. İspanyolların Real Madrid takımını seviyormuş ama en sevdiği oyuncu ezeli rakibin futbolcusu Barcelonalı Maradona’ymış. Çelişkilerle dolu bir kafa yapısı olduğu yıllar sonra anlaşılmış. 16 yaşında genç bir delikanlı olduğunda Hırvat tarihinin en genç evine para götüren top koşturucusu olarak Osijek takımında oynamaya başlamış. Davor genç yaşında top tepme sanatının ustalarından birisi olarak kabul görmüş. Şöhreti dilden dile yayılmış, Zagreb’e kadar ulaşmış. 1989 yılında 21 yaşındayken Hırvatların en meşhur topçu birliğinden Dinamo Zagreb için ter dökmeye başlamış. Gönlündeki şehir Madrid’e giden yolda Davor gollerini İspanya’ya gidebilmek için atıyormuş. 1992 yılında Yugoslavya’da süren savaş ve Davor’un önlenemez yükselişi sonunda onu İspanya’ya götürmüş. Gönlündeki Madrid değil ama güzeller güzeli Endülüs şehri Sevilla, Davor’a kapılarını açarken, Yugoslavya dağılmış, Davor’a insanlar artık Suker demeye başlamış ve ülkesinin forması değişmiş.
Endülüs’te top üstatlarından türlü numaralar öğrenen Suker, top oyununda en sevdiği adama da burada rastlamış. Zamanında Falkland Adaları’nın öcünü İngiltere’den yeşil sahada eliyle alan Maradona isimli cambaz da Endülüste’ymiş. En çok yardımı ondan görmüş. Sayesinde meşin yuvarlakla hem çokça fileleri hem de cebini doldurmuş. Gel zaman git zaman aradan dört yıl geçmiş. Zagreb’ten gelen Suker’in namı İberya’da duyulmuş. Endülüsü Müslümanlardan alan Kastilya Krallığının biricik şehri Madrid, Endülüste parlayan Hırvat mücevherine daha fazla tahammül edememiş ve onu kendi vitrininde sergilemek için başkente getirmiş. Suker’in gönlünde de başkent varmış sadakat romantizm duygusallık Suker’in lugatında pek görülmezmiş. İspanyol pesetası tatlı gelmiş. Daha büyük vitrinde daha zenginlerle olmak varken romantiklerin mutevazı takımlarına tutkuyla bağlı Sevillalılarla işi olmamış.
Suker, İspanya’nın başkentinde siesta, fiesta yapmakla yetinmemiş, topu filelere doldurmuş, kupaları da eflatun beyazlı Madrid ekibinin süslü camekanlarına yerleştirmeye yardım etmiş. Allah vergisi bir sol ayağı varmış bu Suker’in. Nice top ustaları gören İspanyol halkı bile maharetlerine hayran olmuş. Boğa güreşleri, Paella, Tortilla derken Zagreb’ten de haber gelmiş. Yeni devlet Hırvatistan, Suker’in meziyetlerinden faydalanmak istemiş. Savaşın dünyanın dört bir yanına dağıttığı Hırvat topçular ülkeye çağrılmış. Satrancı çok seven millet milli formasına da kırmızı beyaz damalı bir şekil vermiş. Toptan sıkılanlar formayı çıkarıp atla fille şah mat yapabilirmiş.
Suker’e çağrılışının amacını anlatmışlar. 1998 yazında Fransa’da dört yılda bir düzenlenen bir turnuvada devletler altın bir kupa için birbirleriyle yarışacakmış. Hırvatistan için bu turnuva devlet meselesi olmuş. Yeni kurulan ülkenin tanıtımı topçuların ayaklarına bakıyormuş. En iyiler dünya kupasını almak için Fransa’ya gelmiş. Bu turnuvadaki topçular o kadar iyiymiş ki Brezilya’nın golcüsünü izlemek için insanlar işlerini güçlerini yarıda bırakıp beyaz camın önüne geçmişler. Fransa’nın sömürdüğü Cezayir’den gelen bir top büyücüsü maharetleri sayesinde Fransa’nın en ünlü adamı olmuş. Hollanda’nın Van Gogh’tan beri en büyük sanatçısı Dennis isimli adam en güzel resitalini burada sunmuş. Hırvatlar da bu gösteride kendilerine en ön sıradan bir yer kapmış. Hem de bizim Zagreb’ten dünyaya açılan Suker sayesinde. Suker yerdeki topu havalandırıp ellerini kullanan kaleciler üzerinden geçirip filelelere doldurmadaki kurnazlığıyla onu izleyenlerin gözlerinin pasını silmiş. Bütün bir organizasyon sonunda en çok topu Suker filelere yollamış. Kupa bitince Osijekli dünyanın kralı gibi hissetmiş.
Suker tahta oturunca Fransa’dan İspanya’ya dönmek yerine Manş’ı geçip kuzeye gitmiş. Kuzeyde topçu birliği Arsenal’e katılmış. İyi bir ekip olsalar da Avrupa finalinde Türklere yenilmişler. Londra’nın kuzeyinde pek tutunamamış West Ham’a gitmiş. Orda da arada bir maharet sergilese de biraz da Almanya’da gösteri yapmak için Münih’e gidip sonra kariyerini noktalamış.
Yetenekleriyle dünyayı kendine hayran bırakan adama top peşinde koşmayı bırakınca sormuşlar “En sevdiğin renk yeşil mi” diye? Yeşil sahaları bırakınca yeşilden kopamamış. Bu yeşil çim değil çimin üzerinde yetişen ağacı kesip yapılan Benjamin Franklin’in gözlerinizin içine baktığı yeşilmiş. Seveniyle nefret edenleri birbirine girmiş. Yıllar geçmiş, ünü şöhreti bir türlü eskimeyince top koşturmaya yeni başlayanlar bilginlere adını sormuş. İstanbul’un meşin yuvarlak feylesoflarından Ali Ece, soranlara Suker’i değil Rapajic yazın onu konuşun daha iyi adamdır demiş.
Yeni yetmeler Zagreblinin sırrını merak edince Amerika’daki Zagreblilere sormuşlar. Ante Zizic isimli seyyah Suker’in top koşturmayı bırakınca para işlerinde usulsüzlüklerle adının anıldığını, sol ayağındaki maharetin banka hesaplarına geçtiğini söylemiş. Kimi havadislerde aşırı milliyetçi Hırvatlarla görüldü denmiş. Bilenler bilmeyenlere anlatırken kahraman Suker kahreden adama dönüşmüş.
Topu bırakmış, yıllar geçmiş sevgiyi de nefreti de üstünde toplamış. Suker’i meşin yuvarlak için sevenlerin aklında ise en son Vikinglerin soyundan gelen sarışın adamın üstünden attığı o top kalmış.
*Kitabın girişinde ve anlatımda İhsan Oktay Anar’ın “Kitabül Hiyel” isimli eserinden esinlenilmiştir.
**Bu yazı, Baška’nın 6.sayısı olan Zagreb sayısında yayınlanmıştır.