Bizler baharı severiz, ama bahar bizi ne kadar sever bilemem. Balkanlar baharda elbette bir başka güzel olur. Dağlar daha yeşil, bağlar daha bereketli olur. Yeşilin her tonunu gören göz için bahar bayram gibi gelir. Kültürü ayakta tutan halktır, eğer halk kültürüne sahip çıkmazsa bilir ki zamanla kendisi de unutulur gider. Burada kültürel faaliyetlere ve değerlere, hatta tarihi eserlere ayrı önem verilir. Bunun sebebi belki de aynı kültürü paylaştığımız kardeşlerimizle uzak kalmaktı, hatta sınırlarla ayrı…
Burada kültürü korumak en asli görevdir. Biz öyle bildik öyle yaptık. Osmanlı bu topraklardan çekilirken ardında o kadar çok emanet bıraktı ki bu emanetlere sahip çıkmak ve korumak kalanların boyun borcu oldu. Birileri giderken birilerinin de kalması gerekiyordu. Bu emanetlere sahip çıkmak çok zordu. Kültürel faaliyetler tek başına yetmez elbette, devlette söz sahibi olabilmek ve hakkını savunabilmek için siyasi oluşumlar da gerekli. Onlar da oldu ama Balkanlar’da siyaset bilindiği gibi çok zordur. Çünkü hiçbir ülke kendi başına karar veremez; her şeye hep bir bağlılık vardır. Birileri Batı’ya bağlıdır, Batı da Avrupa’ya üye olmak için önüne türlü şartlar koyar. Birileri Rusya’ya bağlıdır, onun da kendi hesapları vardır. Birileri de ABD’ye bağlıdır ki onun da burada çıkarları vardır. Bütün bu karmaşadan arada bir savaş çıkması olmazsa olmazdır. Genelde de “sözümü dinlemezsen ülkeni karıştırır savaş çıkartırım” tehditleriyle karşı karşıya kalan küçük ülkeler zamana ayak uydurup gelişemez. Ama her ülkenin bir geleneği vardır, bir tarihi vardır, her milletin köklü bir geçmişi vardır, ona sarılır ve korumaya özen gösterir.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç ile görüştü. Bu görüşmeden sonra şöyle bir cümle çıktı: “Batı, Türkiye’nin Balkanlar’daki duruşunu hazmedemiyor.” Düşünüyorum düşünüyorum aklım almıyor; Batı bu ülkelere ne verdi ki şimdi bunu hazmedemesin? Balkanlar altı asırlık bir zaman diliminde zaten Türkiye idi. Evet, Osmanlı hâkimiyeti altındaydı, yani bugünün, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişi. Balkanlar ne zaman karıştıysa, ne zaman bir savaş olduysa bunda zaten hep Batı’nın parmağı oldu. Evet, Osmanlı hâkimiyeti sona erdi ve yüz yıl gibi bir zamanları vardı daha medeni olduklarını ispatlamaları için. Yeterli zamanları da vardı kanımca. Ne yaptılar, her ülkeye olduğu gibi Makedonya’yı da senelerdir Avrupa Birliğine üye yapmak için oyalayıp durdular. Milletlerin arasına fitne fesat sokarak birbirlerine düşman olmalarını sağladılar; “ismini değiştir” gibi şartlarla günden güne daha gülünç hale geldiler. Avrupa’nın göbeğinde Srebrenitsa gibi bir vahşet yaşandı, göz yumdular.
Biz onları hep hazmettik de Türkiye’nin duruşu onlarda hazımsızlık mı yarattı? Türkiye’nin buradaki tarihi eserlerine sahip çıkması, koruması, onları onarması, türlü sorunlarla başa çıkabilmesi, bir yandan terör örgütleriyle savaşması diğer yandan da gelişmesi, her şeye rağmen de gelişmekte olan ülkelere yardım etmesi gücüne gitmiş Avrupa’nın. Deney tahtası haline dönüştürülen bu bölge zaten fazlasıyla hazmetti onları. Şiirdir, edebiyattır, belki de romantik bir duruşu vardır ama bazen o kadar gerçektir ki bir-iki cümleyle de her şeyi ayan beyan anlatır.
“Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir, onu en çolpa herifler de emin ol becerir, sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye, iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye. Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman, bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan. Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok. Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun karnım tok…”
Sadece bir şiir mi şimdi bu, yoksa Mehmet Akif yüz yıllık tarihi birkaç cümlede özetlemiş mi?
Biz senelerdir söyledik, hazmedemiyorlar, bu yüzden de bizi görmezden geliyorlar, üzerimizde oyunlar oynuyorlar. En basiti, yaşadığımız şehirlerde bile çok kere türlü provokasyonlara şahit olduk. Eskiden Türkler buradan gitsin diye çok uğraştılar, şimdi deniyor ki “siz rahatsınız”. Evet rahatız çünkü bir tehlike arz etmiyoruz. Ulaşmak istedikleri hedef, buradaki Türk ve Müslüman nüfusunu azaltmaktı. Ancak olacak gibi değildi, o zaman parçalara bölüp yönetmek oldu ilk hedefleri. Onu da başardılar, şimdi Türkiye burada görüşmeler yapınca hemen kancalarını çıkartıyorlar. Oyunlar hep aynı maalesef. Yahya Kemal Beyatlı çok güzel şiirler yazdı evet, ama birçok konuda çok zihin açıcı cümleleri de var; hem diplomatik ilişkilerde hem siyasette. Üsküp’te doğmuş ve gençliğinin bir kısmını burada geçirmiş olması ona daha iyi gözlemleyebilme imkânı vermiş. Burada geçen ay bir anda Türk-Arnavut ilişkileri gerildi. En hassas olanı budur aslında, çünkü en çok birbiriyle alışveriş yapan iki millet Arnavut ve Türklerdir. Kültür olarak da birbiriyle çok etkileşen iki millettir. Yahya Kemal Beyatlı bu konuda ne demiş uzun yıllar önce, bir bakalım:
“Meğerse Rumeli’nin en asil, en metin, en hâlis unsuru Türkmüş. Rumeli’de Türk hâkimiyetinin yerine geçen unsurlar hâkimiyet sıfatına liyâkat kazanamadılar..Devlet, Rumeli’ye hâkimken Türk’ün esâmisi okunmazdı. Bilhassa Arnavud kardeşlerimizin millî fazîletleri dillerde destandı. İslâmda asil unsur varsa Arnavuddu. Arnavud cesurdu, hürdü, azimkârdı. Nuh der peygamber demezdi, cinsi, dini, milleti, izzet-i nefsi hakkı uğrunda pervasızca can verirdi. Türk hâkimiyeti devrinde Arnavudun bütün bu destan olan meziyetlerine sonraları Avrupalılar daha ziyade revnak verdiler. Dediler ki: Arnavud, Asya’dan değil, Avrupa’dandır. Turanlı değil, Arya’dır. Türk’ü, Avrupa’da tutan Arnavuddur. Avrupalılar, böyle bir sıfatla Arnavudları pehpehlediler. Sarayın gözdesi, milletin gözbebeği olan Arnavudlar, medeniyetin bu iltifatlarıyla da mest oldular. Türk idaresi zamanında Başkım cereyanı türedi. Kosova’nın, Manastır’ın aslı Türk olup da Türklüğünü unutan unsurlarından nice kimse kendilerini Başkım cereyanına bıraktılar. Sonra Rumeli parçalandı…”
Oyun hep aynı, değişen sadece zaman.
Bugün Balkanlarda yeniden bir Türkiye sempatisi oluştuğunda hemen paniğe kapılanlar, eski oyunlarını oynamak için ellerine kartlarını alıp planlar kuruyorlar. Bu yüzden de Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik her adımı çok özenli olmalı. Bu toprakları ve bu gibi incelikleri bilen, devletinin bekasını düşünen, halkı sahiplenen, kişisel çıkarı olmayan, mevki derdine kapılmayan devlet görevlilerini tayin etmeli bu taraflara. Yol kapatan değil yol açan zihinler gerek. İster kültürde ister yatırımlarda Balkanlar’da huzurun devamı için atılan bu ilk adımlardan sonra daha planlı ve danışıklı adımların atılması gerek.
Biraz daha büyük oynamanın zamanı geldi; güçlü Türkiye huzurlu Balkanlar da demek çünkü. Sadece Balkanlar mı, şöyle bir etrafa bakmak yeter aslında. Biz daha yeni başladık, elbette ki devamı da gelmeli…