Bugünlerde (aylara artık günler demeye alıştık) Bosna Hersek’te yayımlanan bir dergi için Türk dünyası edebiyatından seçmeler hazırlıyorum. Alanım hiç olmasa, hedef bölge dillerinde bilinmeyen edebiyatı tattırmak. Evet, bir de çağdaş edebiyat olacak. Yani, alanım dışında iken, çifte olsun. Neyse, özellikle Sosyalist Sovyetler Birliği döneminde Özbek, Uygur, Kırgız, Türkmen, Tatar, Kazan, Kumuk edebiyatlarından, kültür devrimi şafağında Uygur edebiyatından, Sosyalist Bulgaristan döneminden Bulgaristan Türkleri edebiyatından, Yugoslavya dönemi Kosova ve Makedonya Türk edebiyatından örneklere dikkat ettim. Her ne kadar geniş bir coğrafya söz konusu olursa olsun, her ne kadar farklı lehçelerle yazılmış olursa olsun, bu edebiyatların ortak ve belirgin bir özelliği var: Yazılmış ötesinde satırlar arasında, yazılmamışsa da okunacak metinler. O, konuşurken boğazda kalan, düğümlenen sözler. İçinde kalarak yazarın, toplumun canını kemiren, ruhunu ezen, gönlünü kıran gerçekler. Tek partili yönetimin hâkim olduğu toplumda yaşayan yazarı, bunları yazarsa cezaya çaptırabilecek düşünceler. Yazmasını engelleyecek, eserlerinin okunmasını, yayınlanmasını engelleyecek, kitaplarını kitapçı ve kütüphane raflarından kaldıracak sözler. Satırlar arası kalanlar. Ve yazılanlardan daha çok belirgin olanlar. Sözde, her şey iyi, devlet sisteminin mükemmel, parlak, yöneticilerin idealist, dürüst olduğu eserlerde. Eşitlik birlik ötesinde olan kimliğin gizli olduğu edebiyatta. Farklılıkların renk ve bereket değil de ayrımcılık, ötekileştirme olarak değerlendirilen toplumlarda. Evet, ben de benzer bir ortamda büyüdüm.
Geriye döndüğümde, bu eserleri yaşlarımın getirdiği tecrübeyle okuduğumda, gerçek sanatın yazılmamışlar içerisinde, bu satırlar arasında belirlenen unsurlarda olduğunu anlıyorum. Gerçek sanatın söz sanatından kaynaklandığına bu sefer şahit oldum. Sadece Doğu Bloku dediğimiz sosyalist ülkelerinde mi vardı? Sadece yirminci yüzyıl edebiyatına mı ait? Öyleyse, benim alanımdaki rumuzatlar, şathiyeler nerden çıktı? Doğrusu, orada siyasi sebepler ötesinde, bireyin veya bir grubun ortadan kaldırılmasına sebep olacak manevi sırların beyan edilmesi söz konusu. Herkesin anlamayacağı, herkesin anlamının her tabakasına ulaşamayacağı sözler. Açıkça beyan edildiğinde Hallac’ın, Nesimi’nin, Mısri’nin, Hamza Bali’nin, Kaimi Baba’nın, İlhami Baba’nın akıbetine uğratacak sözler. Vasat olmayan, avamı şaşırtan, kendilerini Allah’ın yeryüzünde gölgesi değil de Zat’ı sanan kullarda güç kaybetme korkusunu uyandıran, Mel’un’la ordusunu öfkelendiren sözler. Bu sözleri söyleyenleri ise, idamlarından veya ölümlerinden sonra yüzyıllar boyunca diri tutan sözler. İşte sanat. Söz sanatı. Satırlar arasında kalanlar. Şaşı ve kem gözlerden, nadan ve cahillerden gizli korunanlar. Ve yine, bir gün, anlayana, aklı olana, kalbi temiz olana gerçekleri beyan edenler. Satırlar arası sözler. Şehadetin müsebbibi olacak şahit sözler. Tarih içinde insanlara yalanlar ve gerçekler arasındaki farkı gösterecek sözler. Ağızlardan hiç çıkmamış, boğazlarda düğümlenmiş, kalemi tutan parmakların titreyerek yazamadıkları sözler. Satırlar arasında kalanlar.
Hayır, bu sefer edebiyatı yazmayacağım. Edebi de yazmayacağım. Aklıma satır kelimesi takıldı. Türkçedeki anlamları. Daha doğrusu satır kelimelerinin anlamlarını. Bir sayfa üzerinde yatay olarak dizilmiş kelimeler sırası. Satır. Yazıya ait. Çoğulu arasında kalan anlam. Kasap bıçağından genişletilerek ortaya çıkan anlam: Eskiden kullanılan idam bıçağı, giyotin. Bu sözleri içinde koruyan insanı, yazarı tehdit eden anlam. Söylerse, ona saplayacak. Söylemese, içini kemirecek. Onun dışında iken içinde sanatı yaratan satır. Yazara, düşünüre, arife ait. Bu gerçekleri, kendi yararına örtmeye gayret eden, delaleti adaletlerinin delilleri gösteren soysuzlara ait. Onlar da satır. Taptıkları satırlar da oyun içinde. Para da satır. Hele de satırlar satırlar dolusu olunca. Bakır kova da satır. Bütün bu satırların arasında yaşanıyor. Bütün bu satırların arsında kemirilmiş insanın içinde inci gibi temiz ve güzel hakikat sözleri oluşuyor. Ancak bütün bu satırlar arasında kalan insan olgunlaşabilir, kemale ulaşabilir. Ancak bu satırlar arasındaki manaya vakıf olan özgür olabilir. Ancak sanata, yaratıcılık sırrına vakıf olan özgür olabilir. İçinde bir hiç olduğuna dair fikrine zerre kadar şüphe kalmayınca özgürlüğüne kavuşur. Satırlar arasından kurtulunca. Satırlar arasında hakikati bulunca. Hakk’ı bulunca. Zahirde ve batında hakikatin, Hakk’ın birliğine şehadet edince. Kendi içinde, etrafında tüm yaratılmış unsurlara karşı nefret, kıskanç, kin, öfke gibi duygulardan arındığında. O’nun varlığında yok olduğunda. Ne mutlu bu yeryüzünde veya toprağın altında iken diri diri hakikat söyleyenlere. Ne mutlu bu satırlar arasılığı anlayanlara.
Ne mutlu bu fabrika ayarlarına dönenlere…