24.Dönem İzmir milletvekili ve Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BASAM ) Başkanı Rifat Sait, “Türkiye’nin müdafaadan taarruz stratejisine geçişi” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Futbolda da en iyi savunma saldırıdır, bu böyle bilinir. Futboldaki forvet oyuncusu İngilizce forward kelimesinden gelen ileri oyuncusudur ve atak (Attack) oyun mantalitesi ile futbol oynayan ve savunma sistemlerini rakip takımın savunma sahasında kuran takımların şampiyon olduğu görülür. Ayrıca seyirci de bu takımları daha çok sever ve takip eder. Akıncılar yani Osmanlı Akıncı birliklerinin görevi sınırda potansiyel düşmanlık yapabilecek ülkeleri belirli dönemlerde yoklamak, onları daha palazlanmadan üstlerine gidip yormak veya fethedilecek ülkeleri cihat öncesi zayıflatmak idi. Osmanlıyı güçlü yapan da bu mantaliteydi. Ancak böyle bir mantalite için sağlam forvet oyuncularına veya akıncı birliklerine sahip olmanız şarttır. Eğer yoksa savunma yapmak zorunda kalırsınız. Bu da mevcut durumuna paralel olarak o günkü zaman dilimi şartları içinde doğru bir strateji olabilir. Bu takdirde şampiyon olamazsınız ama küme düşmekten kurtulabilirsiniz.
Duruma göre savunma zaruridir
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal müthiş bir askeri dehaydı. İkinci Dünya savaşı, Balkan savaşları, Kurtuluş savaşı ile yorulan ve zayıflayan Türkiye’nin o günkü mevcut durumuna göre uygun olan “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” şeklindeki stratejisini oluşturmuştu. Yine çok önemli bir askeri deha olan ve hiçbir savaşı kaybetmemiş Hz. Halit Bin Velit (RA) mute destanında 100 Bin kişilik Rum ordusuna 10 Bin kişilik ordusuyla saldırı değil savunma yaparak zafer kazanmıştır. Elli yıl önceki şartlarda doğru olan “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” stratejisi bugünkü Türkiye için “Hattı müdafaa yoktur Sathı taarruz vardır” şeklinde değişmektedir. Bu düşüncemizi lütfen kimse Atatürk’e karşı ideolojik bir tepki gibi görmesin. Zira hani derler ya bugün Atatürk yaşamış olsaydı böyle bir stratejiye geçerdi. Zira ülkemizin bekası için bu şarttır. Atatürk’ün Hatay’ı alma düşüncesi de bugünkü durumu geçmişte görebilmesindendir.
Güvenlikte bekleyerek savunma dönemi bitmiştir
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçen yıl külliyede muhtarlara yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: “Güvenlikte bekleyerek savunma dönemi bitmiştir. Bu yanlış güvenlik anlayışını terk ediyoruz. Bundan sonra sorunların kapımızı çalmasını beklemeyeceğiz. Artık sorunların üzerine biz gideceğiz. En güçlü çıkış, savunma, askeriyede de bunu öğretirler, taarruzdur.” Nitekim önce Fırat kalkanı şimdi de Afrin’e Zeytin dalı müdahalesi ile yerinde ve zamanında doğru askeri müdahaleler yaparak Türkiye’nin bekası için taarruza geçilmiştir. Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan komutasında ve liderliğinde hem kürsüde, hem masada hem de sahada (Cephe’de ) Savunma stratejisinin yerine Taarruz politikasına geçmiştir. Üstelik bunu yaparken Don kişot vari bir şekilde hamasi bir strateji ile değil, tam bir gerçekçi politikayla bizzat dünya jandarmalığına soyunmuş ABD’ye karşı bölgenin önemli unsurları olan Rusya, İran ve Orta Doğu ülkelerini de yanına alarak ve üstelik BM’de uluslararası hukuka uygun bir biçimde teröristlere ve onlara yataklık eden ABD’ye karşı atağa geçmiştir. Allah yardımcısı olsun.
Askeri stratejide ileri üsler kurulması
Bugün dünya liderliğine soyunan ABD, Rusya, İngiltere ve Çin gibi ülkeler uzaya kendi askeri uydularını gönderiyorlar. Savunma sanayisinde kendi silahını üretiyorlar. Özellikle ABD, ülkesinden okyanusu aşarak binlerce kilometre ötede uçak gemileriyle bir nevi akıncı birliği oluşturarak savunmasını saldırı şekliyle kuruyor. Türkiye’nin henüz uçak gemisi yok ama uzaya Göktürk uydusunu göndermiş, kendi saldırı helikopteri Atak’ı ve insansız hava unsurları İHA’ları üretmiş, Rusya ile S-400 füze anlaşmasını yapmış bir ülke. Daha önce hiç olmadığı yerlerde Büyükelçilikler açarak Büyükelçilik sayısı bakımından bu konuda İngiltere’yi yakından takip edebilen ve dış politikada da etkin olabilen Türkiye, daha kısa bir süre önce İsrail’in Başkentini Kudüs’e taşıması hususunda destek veren ABD’ye BM’de önemli bir diplomatik yenilgi tattırmıştır. İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi’nde (EDAM) savunma analisti Dr. Can Kasapoğlu’nun yaptığı açıklamada bizi destekleyen şu analisti yapıyor:
“2017 yılında Türkiye’nin savunma planlaması ve askeri-stratejik duruşu alanında yaşanan en önemli atılım ileri üsler oldu. Özellikle Katar’da daha önce kurulan askeri üssün yeni sevkiyatlar ile tahkim edilmesi; Fırat Kalkanı Harekâtı sonrasında Suriye’deki yerel dost unsurlar ile ileri harekât üsleri oluşturulması, Somali’de askeri eğitim tesisinin faaliyete geçirilmesi gibi gelişmeler Ankara’nın sınırları ötesindeki askeri varlığını Doğu Akdeniz’den Afrika’nın boynuzuna ve Basra Körfezi’ne kadar taşımakta. Belirtilen tabloya, hâlihazırda sürdürülen TCG Anadolu Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi projesinin bir hafif uçak gemisi olarak kullanılması planını eklemekte de fayda var.
Türkiye’nin ileri üs stratejisini doğru anlamak için, hem literatürde askeri üslerin yerini, hem de Ankara’nın jeopolitik önceliklerini analiz etmek gerekiyor. Konuya ilişkin çalışmalar, ileri üslerin bölgesel kriz alanlarına kısa sürede müdahale edebilme yeteneği için vazgeçilmez olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, kriz alanında bir askeri altyapının hâlihazırda var olması -söz gelimi, kullanılabilecek pistler, mühimmat depolama bölgeleri, komuta & kontrol sistemleri bulunması- gerektiğinde daha büyük kuvvetlerin kaydırılması için çeşitli imkânlar sunmakta. Söz konusu üslerin ikinci kritik fonksiyonu, ev sahibi ülkeye somut güvenlik ve savunma garantileri sağlanırken, sınırların ötesinde aktif ve etkin bir caydırıcılık kapasitesi oluşturmaları. Bu çerçevede, Basra Körfezi’ndeki ABD üslerinin etkilerinin ya da Suriye’de Rus askeri varlığının operasyonel ve stratejik düzeyde katkılarının altını çizmek gerekiyor. İleri üsler için üçüncü temel fonksiyon da ev sahibi ülke ile güvenlik ve savunma alanında işbirliği geliştirilmesinin önünü fazlasıyla açması.
2017 yılında Türk savunma modernizasyonunun en önemli analitik referanslarından biri de, Fırat Kalkanı Harekatı’ndan öğrenilen dersler olmuştur. Fırat Kalkanı Harekâtı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesinde hibrid harp tehdidiyle mücadele tecrübesi kazanması bakımından büyük önem arz ediyor. Türk savunma modernizasyonunun öğrenilen dersleri hayata geçirme kapasitesi açısından umut verici. Yine de 2018 yılı ve sonrasında daha gidilecek çok yol var. Her şeyden önce, Suriye’deki sınır ötesi deneyimi gösterdi ki, Türk tank modernizasyonunun odak noktasında aktif koruma sistemleri başta olmak üzere yükselen hibrid tehditlere mukabele hedefi olmalı.”
Püskürtmek değil tamamen yok etmek
Sonuç olarak Türkiye artık hem masada hem cephede savunmadan taarruza yönelik bir strateji değişikliğine geçmiştir. Bu strateji hem ülkemiz hem de bölgedeki dost ve Müslüman kardeş ülkeler için oldukça önemlidir. Böylesine önemli bir yükün altındaki lider Recep Tayyip Erdoğan’ın iç politikada desteklenmesi gerekir. Bu arada bugün menfaatimiz gereği dost olan Rusya ve İran’ın Osmanlı döneminde bizlere çok sıkıntılar çektirdikleri unutulmamalıdır. Ayıdan post düşmandan dost olmaz. Uyanık ve güçlü olmak zorundayız. İçerde de Birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmeliyiz. Suriye’ye çıkarma yapan Türk askerinin ve dost ÖSO (Özgür Suriye Ordu) birliklerinin Allah yar ve yardımcısı olsun. Kıbrıs Barış harekâtında tüm Kıbrıs’a girebilecekken dış müdahaleler sonucu Kıbrıs’ın büyük bir bölümünü Rumlara bırakmıştık. Türkiye, sadece Afrin değil, Münbiç’i de girerek teröristleri sadece püskürtmek değil, tamamen yok etmek zorunda olduğunu çok iyi biliyor. Orada kalacak olan kalıntılar daha sonra tekrar başımıza bela olacaktır. Mikropların kökünü kurutana kadar bu zeytin dalı uzamalıdır. Allah Çanakkale kahramanlarının torunlarını muzaffer eylesin inşallah. Onlar ki İslam’ın son kalesi Türkiye’nin şanlı askerledir.