“Sevdalinka: The Alchemy of Soul” Belgeselinin Yönetmeni Sali Saliji’nin Başka Dergisi’ndeki röportajını ilginize sunuyoruz.
Belgeselinizin ismi ‘’Sevdalinka: The Alchemy of Soul’’. Yani Sevdalinka müziği için “Ruhun Simyası” diyorsunuz. Bugüne kadar herhangi bir müzik dalı için böyle bir şey duymamıştık. Fazla iddialı değil mi?
Bir çocuk doğduğu zaman adını annesi, babası vb. kişiler verir. Sevdalinka filmi benim filmimdir, Ancak bir müzik türü ve kültür olarak bana ait değil. Sevdalinka’yı kültürlerinin önemli parçası olarak gören insanlar, yani onun sahipleri ona “Ruhun Simyası” ismini vermişlerdir. Ben ismi sevdim. Dolayısyla çok mu iddialı az mı iddialı yükümlülüğü altına girmiyorum. Filmi izleyenin takdirine kalmış bir şey bu. Ancak buna karar vermeden önce Sevdalinka’yı kavramak için biraz sabır, bilgi ve özellikle de icra edilmeye baslandığı zamanın ruhunu kavramak gerekir. Aynı isimde Esad Bajtal’ın bir kitabı da vardır. Kendisi Bosna’nın en önde gelen Sosyoloji ve Felsefe hocalarındandır. Kitabı hakkında çok farklı çevrelerin övgülerine şahit oldum. Şöyle ki; Sevdalinka üzerine yazılmış en iyi kitap diye söyleyen çok kişi vardır. Sonuç olarak benim filmimi izleyen biri, o müzikteki simyayı keşfederse güzel bir şey olur keşfetmez ise de benim için çok sakıncalı bir durum değil. Çünkü müzik başlı başına özel bir şey ve ruha hitap eden bir şey olduğu için subjektif tarafı ağır basmaktadır.
Balkan Müzikleri Üçlemesi yapıyorsunuz. İlk filminiz ‘’Rock the Trumpet’’, daha sonra “Sevdalinka:The Alchemy of Soul” ve çekim aşamasında olan “Tamburica: The Sound of Landscape.” Toplamda 3 belgeselden bahsediyoruz. Bu üçlemeye bir proje olarak mı bakmalıyız, yoksa yönetmenin izleyicilere bir armağanı mı?
Aslında içinde saydıklarınızın hepsi var diyebilirim. Herşeyden önce ben bunu proje olarak tasarladığımda -ki bu yaklaşık 6-7 sene önceydi- teknik olarak bir takım şeylere karar vererek başlamıştım. Bu detaylara çok girmek istemiyorum, onlar seyircinin keşfettiği şeyler olsun. Ancak örnek olarak, neyi kast ettiğim anlaşılsın diye; mesela hiç bir filmimde anlatıcı yok. Bu produksiyon sıkıntısı vs. gibi bir nedenden dolayı oluşmuş bir şey değil; bu projenin planlı, programlı biçiminden dolayı böyledir. Dolayısyla evet bu bir proje. Diğer yandan armağan… Aslına bakarsanız armağan lafını çok sevmedim. Çünkü ben ağırlığı daha fazla olan bir şey yaptığımı düşünüyorum. Her şeyden önce Türkiye’de, benim işlediğim konuları kapsayan başka bir uzun metrajlı belgesel film -benim bildiğim kadarıyla- daha önce çekilmedi. Bu bakımdan yaptığım işlerin, Türkiye’nin prestiji açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Çeşitli Uluslarası Film Festivallerine katılarak da buna bizzat şahit oldum. Ancak burada önemli olan nokta benim her iki tarafa, hem Türkiye hem Balkanlara her türlü anlamda hakim olmamdır. Ben bunu olumlu bir şekilde kullanmak istedim. Bu üç müzik türü, aslında çok da dinlediğim müzikler değildi hiçbir zaman. Ama hep bir saygım vardı ve değerli olduklarını biliyordum. Belli bir anlamda da unutulmaya yüz tutmuş müziklerdi bunlar. Çünkü önemli temsilcilerin çoğu ya çok yaşlılar ya da artık hayatta değiller. Açıkçası, bu konuda bir şey yapmalıyım duygusunu yaşadım. Ancak bu müziklere hakim olmamak beni hiç bir zaman korkutmadı. Ben onu avantaja çevirebilirim diye düşündüm ve öyle de yaptım. Filmimin seyircisi benimle beraber o müziği öğrenir konumuna geliyor ve bu durum filmlerime farklı bir seyir zevki katıyor.
Sevdalinka belgeseliniz üzerinden gidecek olursak, dinamik ve çatışması bol bir belgesel izletiyorsunuz. Bu genel olarak yapmak istediğiniz bir şey mi yoksa belgeselin içinde bulunan sanatçılardan ötürü oluşan doğal bir durum mu?
Şunu rahatça söyleyebilirim ki bence bu tecrübe ile ilgili bir şey. Film her aşamada tamamıyla kontrolümün altında. Çatışmalar ise daha en başta söz ettiğim anlatımcı olmayacaksa ne yapacaksından kaynaklanan bir durum. Malzemenize inanılmaz derecede hakim olmak zorundasınız ki öyle bir kurgu yapasınız. Gerisi tecrübe ve çok çalışmak… Sevdalinka filminin yaklaşık 70 saatlik yalnızca çekimi vardı bende. Ben o 70 saati kaç defa izlediğimi inanın ki bilmiyorum. Sayısız kez olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla sizin filmimde çok güzel tarif ettiğiniz “çatışma” son derece bilinçli, planlı ve programlı bir şey. Yalnız kurguda değil, daha çekim aşamasına geçilmeden önce bile bu durum böyle.
Sevdalinka veya Sevdah. Bosna’ya ait bir müzik türü fakat belgeselinizde buna Sırbistan’ın da sahip çıkmaya çalıştığını görüyoruz. Bu tarz şeyler kültürler arası etkileşim olarak mı yorumlanmalı, yoksa bir müzik dalı sadece bir millete veya kültüre mi ait olmalı?
İyi şeyler er ya da geç herkese ait olur. Köken olarak bilmem kime veya nereye aittir dersiniz. Bence Sevdalinka konusunda da bu durum böyle olmuştur. Beğenildiği için, sevildiği için, dilsel ve kültürel bir engel olmadığı için pek tabiii ki sınır ülkesi Sırbistan’da da sevilecektir. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Burada şunu belirtmem lazım. Sırbistan Sevdalinka’nın Bosna ve Boşnak kültürüne ait bir şey olduğunu kabul ediyor. Buna itiraz eden kimse yok. Ancak şunü söylüyorlar; “Sevdalinka Boşnak ev avlularından sokağa taştıktan sonra herkesin oldu. Hepimiz sevdik, hepimiz sahiplendik.” Buna zaten itiraz eden yok. Bir çok Sevdalinkanın bestecisi, söz yazarı vs. Sırptır. Ancak kimse Sevdalinka Sırp müziğidir demez, buna Sırplar da dahildir. Bana Sırbistan’ı katmak enteresan geldi. Çünkü bu iki toplum Boşnaklar ve Sırplar korkunç bir savaş yaşadılar. Buna karşılık müzik konusuna girdiğinizde, müziğin ne kadar birleştirici ve pekiştirici bir şey olduğunu görüyorsunuz. Kaldı ki Balkanlara yeni savaşlar değil, sağlıklı ve beraber yaşanabilecek bir gelecek inşa edilmesi gerekir. Filmim bu anlamda bir katkı yapmaktadır diye düşünüyorum. En azından arzum o yöndedir.
Sevdalinka’da bulunan dini ve yerli motiflerin değiştirilerek tekrar icra edilmesi bu müziğin harmonisi ve rununu değiştiriyor mu sizce?
Sevdalinka’da önemli bir dini motif varsa o da yasaktır. Bu yasak özellikle kadının sokağa çıkma yasağı şeklindedir. Fiziksel bir yasaktır bu. İnsanoğlu insanın ruhuna asla hiçbir yasak getirememiştir, getiremez de. Bu aslında Sevdalinka’nın doğduğu andır. Şarkı yasak aşk ve buna benzer duyguların yaşanmasına yol açan bir ruh hali olmuştur. O yüzden bu derece içten ve derindir. Gerçekte, yasaklanan bir çok şey bu şekilde ortadan kaldırılmıştır. En azından Sevdalinka’nın metafizik evreni (18. ve 19. yüzyılda) yaşayan insanın yasaklardan kaynaklanan acılarını rahatlatan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bakınca mesela o dönemdeki bir insan için Sevdalinka bir simya değildi de nedir?
Belgeselinizde de gördüğümüz, Modern Sevdalinka ile Klasik Sevdalinka arasında yaşanan bir takım tartışmalarda sizin bir oyunuz/tarafınız var mı? Siz ne düşünüyorsunuz?
Ben… biraz Tito’nun tavırlarına benzayecek ancak, her iki tarafı da tutuyorum. Ve bu durumda bu tavır mümkün olan bir tavırdır. Çünkü Modern ve Klasik Sevdalinka tartışmaları maç gibi değil de ondan mümkün. Bence Sevdalinka’nın geleneksel formu çok iyi bir şekilde muhafaza edilmeli, korunmalı ve onunla ilgili geren ne varsa yapılmalı. Diğer tarafta da yeni jenerasyonları da özgür bırakmak lazım. Çünkü popüler ve kötü olan hiç bir şey iz bırakmaz. Kötü olan bir daha anılmamak ve hatırlanmamak üzere kaybolacak ancak iyi olanlar belli bir yere sahip olacaktır. Kaldı ki bence bu fikir bile sorulmamalı. Bu spontane bir şey olmalı. Yeni formlarda Sevdalinka’yı denemeyi kast ediyorum burada. Diğer konuya gelince ise muhafa etmek için ciddi bir çaba sarf edilmesi lazım diye düşünüyorum. Aksi takdirde kültür kaybolup gidebilir.
Saraybosna Film Festivaline katılacağınızı duyduk. Hangi filminizle katılıyorsunuz ve iddialı mısınız?
Saraybosna Film Festivali son yıllarda Avrupa’nın en önemli ve en prestijli festivalleri arasında yer almaya başladı. Ben iddialı değilim ama filmimin iddialı olması lazım. Beni heyecanlandıran; filmimin böyle prestijli bir festivalin resmi programında göstermesi ve ondan da önemlisi Sevdalinka’yı anavatanında bir Türk filmi olarak göstermektir.
Kaynak: balkanedebjyati.com