Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD’nin yardımıyla kendini toparlamaya çalışırken diğer taraftan kendi bünyesindeki aşırı (sağ ve sol) diye tabir edilen grupları kontrol altına almaya girişmişti. Bu tarz bir girişim, kısa vadeli dahi olsa başarılı olacaktır ve Avrupa’nın birlik olma yolundaki büyük engellerinden bir tanesi olan uç ideolojilerin bir araya gelmeleri hayaline son verilecektir. Fakat, Avrupa’daki ekonomik kriz ve sorunları geleneksel metodlarla halletme anlayışı, ortaya ideolojik örgütlenmelerin yolunu açmış bulunmaktadır. Günümüzde Avrupa’da mevcut olan işsizlik, ekonomik memnuniyetsizlik, İslamofobi veya çok kültürlülüğe karşı anlayışları günden güne yükselen ve olumsuz yönde hareket eden bakışlar, Avrupa Birliği’ndeki aşırı sağcı partilerinin kullanabileceği toplumsal grupları oluşturmaktadır. Bu tarz bir yapılanmanın Avrupa Parlamentosu’nu büyük ölçüde etkilediğine şahit olmaktayız. Avrupa Parlamentosu’ndaki geçmişten başlayarak günümüze doğru baktığımızda; Avrupa Halk Partisi çatısı altında toplanmaya başlayan muhafazakȃrlar, Sosyalistler, Sosyal Demokratlar, Liberal gruplar, Yeşiller, Komunist gibi gruplar Avrupa’da reveçta olan aşırı sağ partilerini egelleme yollarını aramaları gerekecek. Tabi, aşırı sağ partiler AP için halen bir güç değiller belki de, fakat 2014 yılı AP seçimleri için Le Pen ve Geert Wildersin ve akabinde diğer aşırı sağ parti temsilcilerin Viyana’da bir araya gelip AP ilgili startejilerini paylaşmaları, eksik olan aşırı sağın güçlenmesini sağlamak için yapılan bir ittifak denemesi olarak görmeliyiz. Eğer Avrupa’daki aşırı sağ partilerini inceler isek, karşımıza çıkacak manzara şudur; Avrupa’daki aşırı sağ partiler kendi kendileri ile rekabeti bir kenara itiyor, parti yapılanmalarındaki popülist retoriği ve teşkilatlanmayı daha profesyonel bir platforma taşımaya başlayarak, sağı veya daha doğrusu aşırı sağı, Sosyal Demokratlar ve Muhafazakȃrların yanına yerleştirmek için ittifak oluşturmaktadırlar. Her ne kadar Le Pen ve Geert Wildersin bazı noktalarda karşı fikirlere sahip iseler bile, söz konusu AB ve bünyesindeki Müslümanlar olduğunda aynı frekansta düşünmektedirler. Bu tarz yapılanmalar Avrupa’daki diğer aşırı sağ partilerini kendi eksenlerine doğru çekmeye yeter de artar.
Bu ittifakın içine, Yunanistan’daki Altın Şafak ve Macaristan’daki Jobik aşırı sağ partilerini de katarsak işte asıl tablo tamamlanmış olacaktır. Eğer aşırı sağ AP da güçlü ve fazlaca parlamentere sahip olabilirse, işte o zaman Avrupa’nın geleceği şöyle olabilir; AP grup kurmanın sonucunda bu aşırı sağ partileri maddi yardımlara konacaklar; maddi imkȃnlarının artması Avrupa’daki göçmen meselelerine yönelerek, göçmen haklarında kısıtlamalara gidebilirler; Brüksel’de alınacak kararlarda aşırı partilerin etkisi artacaktır. Kısa vadede Avrupa’nın aşırı sağ partileri yukarıda belirtilenleri gerçekleştiririken, uzun vadede eğer bu partilerin güçleri artarsa, işte o zaman Avrupa’nın genişlemesinin durması, ekonomik kriz yaşayan AB ülkelerine yardımların kesilmesi (bu krizin AB’ye gelen göçmenlerin neden olduğuna inanmaktadırlar), bazı konularda karar alma yetkisinin Brüksel’in değil de, kendi ulusal hükümetlerine devredilmesi yönünde çalışmalara başlayacaklarına şüphem yoktur. Eskiden Le Pen gibi bazı aşırıcılar avronun ortak para birimi olmasına karşı çıktıkları herkesce bilinen bir gerçektir. Eğer bu yönde düşünen diğer aşırı sağ partileri mevcut ise ki vardır o zaman dengeler değişecektir. İşte o zaman Avrupa Parlamentosu bünyesindeki aşırı sağ ideolojiler problemini bir an önce kendi koyduğu kriter ve kurallar çerçevesinde halletmesi gerekecektir. Tabi Avrupa kendi kriter ve kurallarıyla bu meseleye çareler üreteceğine dair bir takım şüphelerim var.
Avrupa Birliği son dönemlerde güçlenen ve gelecek sunan ve bir değer olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı son günlerde uygulamış olduğu demokratik olmayan uygulamalarla, kendi prensiplerine ve kuruluş amacına tamamıyla zıt bir çizgide gitmektedir. Bu batı üst aklının bir oyunu olmalı ki, bu tarz bir yöne yönelerek kendi siyasi ve iktisadi gelişmesine sekte vuracaktır. Bu ve buna benzer oyunlar Avrupa’da yaşayan Türk ve diğer Müslüman unsuruna zarar vermektedir. Entegrasyon diyerek yıllardır kendisine şiar olarak seçmiş olduğu yolda kendini tökezlemektedir. Avrupa’da yaşayanların birer Avrupa Birliği vatandaşı olduklarını, tüm hak ve özgürlüklere sahip olduklarını ve bunların yabancı (Ausländer) değil de kendinden olduklarını kabul etmediği müddetçe, bizlerin nezdinde Avrupa’nın Avrupalaşamayan bir coğrafi bölge olduğuna inanmaya ve hareket etmeye başlamamıza nedendir.
Kısacası 21. yüzyılı Avrupa için diğer bir sınav yılını oluşturacak ve umarım bu sınavdan diğer bazı sınavlardan kaldığı gibi dersini iyi çalışıp sınavını geçer, aksi takdirde bütünleme sınavlarına gidemeyecektirler.