Tarih gerçekten yaşanan olayları nakletmek mi? Yoksa yaşanmışlıkları yorumlamak mı? Varın buna siz karar verin, her ikisini de diyebilirsiniz. Tarih, kanaatimce mazi ve atiye dair hafızamızdır. Aman diyeyim! Delete’e basmayın.
Çünkü “Mü’min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz.”
Kıssadan hisse alınmazsa tekerrür eder tarihte yaşanan hadiseler. Evet. Şimdi meselemize bakalım.İnsanın tarih sahnesine çıkışından zamanımıza kadar süre gelen binlerce yıllık yaşam mücadelesini hep merak etmişizdir bir beşeri varlık olarak. Sosyal koşullar, savaşlar, göçler hep ilgi konusu olmuştur toplumda.
İnsan dünyada varlık bulduğu andan itibaren, tarih hep ilgi gören konuların başında gelmiştir. Bende fırsat buldukça tarih kitaplarını kurcalamayı, tarihi öğrenmeyi ve geçmiş milletlerin yaşamlarını hep merak etmişimdir. Özellikle de kendi ecdadımızın yazmış olduğu tarihi okumadan geçme gibi bir lüksüm olmaz diyerek, ilk önce yerli ve millî olduğuna inandığım tarih kaynaklarını okumaya çalıştım.
Fakat insanoğluyuz ya, bazen tarihte yaşananlara inanmak hususunda tereddütle yaklaşıyoruz veya o dönemin şartlarını çok iyi bilmediğimiz için bize hayal, efsane ve masal gibi geliyor olabilir. Bir de şöyle bir gerçek var ki bize masalların çocukları uyutmak için değil,onları uyandırmak için anlatıldığından hiç bahsetmediler. Şimdi buna girmiyorum, başka bir yazının konusu olacak.
Biz en iyisi kaldığımız yerden devam edelim.
Azmi elden bırakmayarak, raflar arasında tozlanmış eserlerde bize ait bir şeyler vardır, diyerek kurcaladık. Çünkü tarih bir milletin hafızasını oluşturur. Tarihini bilmeyen bireyler, hayali kahramanlar üretirler ve ortada öylece dolaşırlar, ancak ona buna kukla olurlar.
Meseleye Akif’çe bakacak olursak:
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Yaşadıklarımızdan hisse çıkarmazsak bundan sonra yenileri eklenecektir listeye.
İbn-i Haldun’un ifadelerine göre, “Hadiselerin sebepleri anlaşılmadığı takdirde, tarih hususunda âlim ile cahil aynı seviyededir.”
Şimdi asıl meselemize dönecek olursak, en çok da Çanakkale ile ilgili olan tarihi merak etmişimdir. Bu yüzden elimden geldiği kadar Çanakkale destanını anlatan eserler okumaya gayret ettim. Başta dedim ya, insanoğlu bazı şeyleri somutlaştırmakta ve inanmakta zorlanıyor. Hep bir soru işareti kafamızda. “Ama” ile başlayan cümleler bitmiyor. Fıtratımızın gereği olan “ama” sınırlı bir hafızaya ve bilgiye sahip olduğumuzun göstergesidir.
Çanakkale için yazılan bazı tarih kitaplarına ve yerel anlatılara anlam vermekte zorlanırken 15 Temmuz gecesi ve onun devamındaki süreçte, bunun hakikatini damarlarımda dolaşan kan gibi hissettim. Hissettim ve inandım; tüyleri diken diken eden hadiseler yaşadık. Meydanlarda teröre karşı milletimizin sergilemiş olduğu mücadele dedelerimizin kanını taşıdığımızın kanıtıdır. Kahraman Türk kadınının simgesi haline gelen Nene Hatunlar, 93 harbinde bu toprakları nasıl ki düşmana bırakmadı, bundan sonrada bırakılmayacak; bunu bizzat gördük. Rabbim bir daha böyle gönler yaşatmasın duasıyla.
Zihnimizle tam manasıyla kavrayamadığımız Çanakkale savaşında ve tarihte buna benzer nice savaşlarda canını feda eden aziz şehitlerimiz için Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”(Bakara, 154)
Şimdi, hamdolsun, milletimiz vatanına sahip çıktı. Çanakkale ruhu ile bir kez daha şahlandı ve özüne döndü. Yapılan zulme, adaletsizliklere sessiz kalmadık, kalamayız da. Yaralı aslan diyerek, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen emperyalistler her yandan saldırıyor. Fakat biz sapasağlam yolumuza devam edeceğiz. Bazı kesimler ses çıkarmayıp köşelerine çekilseler de bilmeleri gerekir ki bu vatan sayesinde rahat bir nefes alıp veriyor, işlerine güvenle gidiyorlar. İnsan olmanın gereği olarak en azından zulme karşı ses çıkarmaları gerekmez mi?
Sanatçı, yazar, çizer, aydın, şair veya sıfatı her ne olursa olsun haksızlığa boyun eğmemeliler değil mi?
Zulme şakşakçılık yapamayız.
“Dedi ki;
Sen şairsin elindeki bu taş ne?
Dedim ki; Şair aşka boyun eğer, zulme değil!”
Cahit Zarifoğlu