Devlet Bahçeli’nin niyeti, Lozan Antlaşması’na bağlı kalmakla birlikte, bu antlaşmanın taraflara yüklediği şartların ihlal edilmesine dikkat çekmektir. Lozan ve Paris Antlaşmaları’na göre Ege Adaları’nın bir kısmı gayri askeri statüde bırakılmıştır. Ancak Yunanistan, bu statüyü ihlal ederek adaları silahlandırmış ve Lozan Antlaşması’na aykırı bir tutum sergilemiştir.
Prof. Dr. İsmail Şahin/ Uluslararası Kriz Araştırmaları (USKAM) Başkanı
Oniki Ada, Ege Denizi’nin (Adalar Denizi) güneydoğu kesiminde irili ufaklı birçok adadan oluşur. Menteşe Adaları, Güney Sporat Adaları veya Dodekanez gibi isimlerle de bilinen bu adalar topluluğu, fiziki bakımdan Anadolu’nun bir parçası olduğu gibi aynı zamanda Anadolu’nun devamı niteliğinde olan kıta sahanlığının üzerinde yer almaktadır. 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Türk hakimiyetine alınan Rodos ve Oniki Ada’ya yönelik ilk ciddi saldırı, İtalyanlar tarafından 1911 yılında gerçekleştirildi. Trablusgarp Savaşı ile adalar üzerinde başlatılan hakimiyet mücadelesi 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile son buldu. Bu anlaşmaya göre Rodos, Oniki Ada ve onlara bağlı adacıklarla Meis adası İtalya’ya bırakılıyordu. Böylece Rodos, Oniki Ada ve Meis, “İtalyan Ege Adaları” ismiyle yeni bir idari birlik haline getirilerek İtalya topraklarına katıldı ve 1925’te çıkarılan bir kanunla adalar halkı İtalyan tebaası ilan edildi.
Anadolu’nun savunması açısından stratejik önemi olan bu adalarla ilgili 1911 ile 1923 yılları arasında çok sayıda diplomatik görüşme ve buna bağlı olarak da pek çok resmi veya gayri resmi anlaşma yapılmıştı. Bunlar arasında en dikkat çekenlerden biri, Yunanistan ile İtalya arasında yapılan görüşmelerdi. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından savaş sonrası düzenin şekillendirilmesi ve barış anlaşmalarının hazırlanması amacıyla gerçekleştirilen Paris Barış Konferansı’nda Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılınca Yunanistan Başbakanı Venizelos, Rodos ve Oniki Ada’nın da kendilerine verilmesini talep etmişti.
Venizelos’un bu talebi, yerel halkın etnik ve kültürel yapısını göz ardı ederek sadece Yunan genişlemeci politikalarının bir yansıması olarak ortaya çıkmıştı ve bu bağlamda Yunan talepleri, Türklerin tarihi, coğrafi ve hukuki haklarına aykırılık teşkil ediyordu. Ancak bununla kimse ilgilenmiyordu. Barışın sağlanması amacıyla yapılan konferans, aslında daha fazla çatışma ve bölgesel huzursuzluk oluşturmuştu; çünkü bu kararlarla halkların kendi kaderini tayin etme hakkından ziyade güç dengelerine dayalı bir yaklaşım sergileniyordu. Dahası Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesi gibi Osmanlı İmparatorluğu topraklarının parçalanmasını içeren kararlar, bu topraklarda yaşayan halkların iradesini değil Avrupa’nın sömürgecilik geçmişinin etkilerini yansıtıyordu.
Paris Barış Konferansı ve diğer diplomatik görüşmelerde Başbakan Venizelos, Rodos ve Oniki Ada’nın da Yunanistan’a bırakılması gerektiğini ileri sürerken savunduğu tez, bu adaların Batı Anadolu’nun ayrılmaz parçaları olduğudur. Venizelos umudunu yitirinceye kadar bu tezi uluslararası platformlarda savunmaya devam etti. 1912-1913 yıllarında gerçekleşen Balkan Savaşları sonrası, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ege bölgesinde bulunun topraklarının büyük bir kısmı Yunanistan’a geçmişti. Venizelos, bu zaferin ardından, Yunanistan’ın bölgede daha da güçlenmesi gerektiğini ve Oniki Ada’nın da bu genişlemenin bir parçası olarak Yunanistan’a verilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Yunanistan, 1919-1922 yılları arasında Anadolu’nun işgaliyle meşgulken diğer taraftan Batı Anadolu’daki topraklar üzerinde de egemenlik iddiasında bulunuyordu. Yunanistan’ın askeri ve diplomatik stratejilerinin Anadolu’da başarısızlığa uğramasıyla birlikte Yunan hükümeti, Rodos ve Oniki Ada’nın Batı Anadolu’nun doğal bir parçası olduğu tezini de terk etmek zorunda kaldı. Bunun nedeni, Yunanistan’ın Anadolu’daki savaşı kaybetmesiyle birlikte uluslararası dengelerin değişmesi ve yeni bir gerçeklikle karşılaşmasıydı.
Rodos ve Oniki Ada, 1947 yılına kadar İtalya yönetiminde kaldı. İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya’nın savaşta mağlup olması Yunanistan için adaların talep edilmesine yeni bir zemin hazırladı. Bunun üzerine Yunanistan, Rodos ve Oniki Ada’nın İtalya tarafından 1912’de işgal edilmesinin Yunan halkının iradesine karşı yapılmış olduğunu ileri sürerek adaların Yunanistan’a geri verilmesinin uluslararası adaletin gereği olduğunu ileri sürdü. Bununla birlikte adaların tarihsel olarak Yunan kültürüne ait olduğu ve Yunan halkının isteklerinin göz önünde bulundurulması gerektiği fikriyle bu tez daha güçlü bir biçimde desteklendi. Sonuçta, söz konusu adalar askersizleştirilmesi şartıyla 1947 yılında düzenlenen Paris Barış Antlaşması ile Yunanistan’a bırakıldı. Oniki Ada, Rodos ve Meis’in Yunanistan’a bırakılması, Atina’nın Ege Denizi’ndeki jeopolitik konumunu güçlendirerek Lozan Antlaşması ile tesis edilen Türk-Yunan dengesinin Yunanistan lehine bozulmasına yol açtı. Türkiye’nin güvenliği açısından bu değişim ciddi bir tehdit arz ediyordu. Zira Yunanistan, Türk-Yunan ilişkilerine hakim olan olumlu hava nedeniyle 1930’lu yılların başından itibaren Ege Denizi’ndeki statükoyu kendi lehine değiştirmeye çalışıyordu. Mesela Yunanistan, 1936 yılında karasularını tek taraflı olarak 3 milden 6 mile çıkarırken, Limni ve Semadirek adalarını da Montrö Antlaşması’na atıfta bulunarak silahlandırmıştı. Yunanistan’ın temel amacı, Ege Denizi’ndeki hâkimiyetini artırmaktı. Karasularını 6 mile çıkarmak ve adaları silahlandırmak bu stratejinin bir parçasıydı.
1960’lı yıllarda Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumları arasında şiddetli çatışmaların yaşanması ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki tansiyonun yükselmesiyle Yunanistan, Ege’deki adaları silahlandırmaya başladı. Ege adaları, Türkiye’ye yakın konumları nedeniyle Yunanistan için hem savunma hem de saldırı açısından kritik önem arz ediyordu. Atina, bu adaları silahlandırarak olası bir çatışmada avantaj sağlamak istiyordu. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen Atina, adaları silahlandırma stratejisinden geri adım atmadı. Yunanistan’a göre, 1947 Paris Barış Antlaşması’na taraf olmadığı için bu antlaşmada yer alan silahsızlandırma şartları Türkiye’yi bağlamıyordu. Bu yaklaşım oldukça temelsizdi; çünkü uluslararası hukuka göre bir antlaşma, taraf olmayan devletlerin haklarını ihlal edecek şekilde uygulanamaz. Ayrıca Lozan Antlaşması, silahsızlandırma şartlarını açıkça belirlemiştir. Dolayısıyla Paris Antlaşması’na atıf yapılarak Lozan’ın hükümlerini yok saymak mümkün değildir. Kaldı ki, silahsızlandırma şartları, yalnızca antlaşmanın tarafları arasındaki bir iç düzenleme değil, aynı zamanda bölgesel barış ve istikrarı sağlamak için konulmuş bir tedbirdir. Yunanistan’ın bu şartlara uymaması, sadece Türkiye’ye değil, Birleşmiş Milletler Şartı’na duyulan güvene ve aidiyete de büyük zarar veriyordu. Nitekim BM, uluslararası hukukun ve antlaşmalara sadakatin korunmasını savunur.
Yunanistan’ın Türkiye’yi tehdit olarak görmesi, silahsızlandırma şartlarının ihlalini meşru kılmaz, çünkü bu durum uluslararası hukukun “antlaşmalara sadakat” (pactasunt servanda) ilkesine aykırıdır. Uluslararası hukuk, bir ülkenin güvenlik kaygılarını, antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal etme gerekçesi olarak kabul etmez; bu ilke, uluslararası ilişkilerde güvenin ve istikrarın teminatıdır. Şurası çok açık ki, Limni ve Semadirek’ten Oniki Ada’ya kadar Yunanistan’ın Türkiye’yi çevreleyecek şekilde Ege Denizi’ni kuzeyden güneye silahlandırması, Türkiye için hayati bir tehlike arz etmektedir. Türkiye’nin adaların silahlandırılmasına yönelik karşı tedbir alması, bölgedeki dengeyi bozarak Ege’de istikrarsızlığa ve daha fazla askeri gerilime yol açabilir. Silahlandırmanın yanı sıra, Yunanistan’ın adaların da ana karalar gibi kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) oluşturabileceğini iddia etmesi, Türkiye açısından hem uluslararası hukukun hakkaniyet ilkelerine aykırı bir durum teşkil etmekte hem de Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki deniz yetki alanları konusunda Türkiye’nin ekonomik ve stratejik çıkarlarını tehdit etmektedir.
Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan Devlet Bahçeli’nin bu konuya dikkat çekmesi, Yunan siyasetinin ve medyasının iddia ettiği gibi Yunanistan’ın Ege Adaları’ndaki hakimiyetini tartışmaya açarak Lozan Antlaşması’nın hükümlerine meydan okuma şeklinde yorumlanamaz. Zira Bahçeli’nin niyeti, Lozan Antlaşması’na bağlı kalmakla birlikte, bu antlaşmanın taraflara yüklediği şartların ihlal edilmesine dikkat çekmektir. Lozan ve Paris Antlaşmaları’na göre Ege Adaları’nın bir kısmı gayri askeri statüde bırakılmıştır. Ancak Yunanistan, bu statüyü ihlal ederek adaları silahlandırmış ve Lozan Antlaşması’na aykırı bir tutum sergilemiştir. Bahçeli’nin bu konudaki haklı uyarıları, antlaşmanın ihlal edilmesine karşı bir tepki niteliğindedir ve uluslararası hukuk çerçevesinde bir itiraz olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla Bahçeli’nin maksadı, Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı eylemlerine karşı hukuki ve diplomatik bir duruş sergilemek olup antlaşmaların geçerliliğini sorgulamaktan ziyade, tarafların yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini vurgulamaktır. Bu nedenle, Bahçeli’nin ifadelerini Lozan Antlaşması’na meydan okumak olarak değil de antlaşmaların ihlal edilmesine yönelik bir tepki olarak izaha kalkışmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
star