Doktora sürecinde yapılan okumalar sırasında bazen bir cümlenin, bir satırın dahi büyük bir verim sağladığı, bazen de bir kitabın tamamının hiçbir şekilde fayda sağlamadığı durumlarla karşılaştım. Kamu Diplomasisi, Toplumsal Hafıza ve Mekân üçgeni içinde yapılan araştırmalar, hep birer “gelecek zaman” projesi olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Yaşanan olaylar ve yoğun gündem, bu üçgenin içinde yer alan “atıfların” fark edilmesine ve sonrasında dile getirilecek potansiyel düşüncelere dönüşmesine neden oluyor. Her geçen gün Küresel olaylar, toplumu tedirgin eden gelişmeler, adaletsizlik ve düzensizlikler yazılı tepkilerle karşılanamayacak kadar büyük birer gerginlik kaynağına dönüşmekte fakat aynı zamanda yeni olaylarla unutulup gitmekte…
Bu bağlamda, öncelikle “Kapının önünü süpürmek” ifadesiyle başlayarak iki kitaba değinmek istiyorum birincisi Faruk Karaaraslan’ın “Toplumsal Hafıza Hatırlamanın ve Unutmanın Sosyolojisi” ikincisi ise Henri Lefebvre’in “Mekânın Üretimi” adlı eseri. Bu eserlere ülke gündemi için değinmek oldukça anlamlı olacaktır.
Her ikisinin ortak değerlendirmesini yapacak olursak ortaya çıkan sonuç “süpürmeyi” hızlandırabilecek gibi geliyor. Lefebvre, mekânı yalnızca fiziksel bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin bir ürünü olarak tanımlamaktadır. Ek bir parantez açarak benzer şekilde, Michel Foucault da “mekân”ı toplumsal düzenin ve güç ilişkilerinin bir yansıması olarak ele aldığını ekleyebiliriz. Foucault’ya göre mekân, sadece fiziksel bir alan olmanın ötesinde, bireylerin düşünsel ve toplumsal olarak şekillendirildiği, aynı zamanda güç ilişkilerinin dayatıldığı bir yapıdır. Bu düşünceler, toplumsal iktidar ilişkileri, ekonomik süreçler ve kültürel pratiklerin mekânın şekillenmesinde doğrudan etkili olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla mekâna müdahale, bu ilişkilerin yeniden yapılandırılmasını da ifade eder.
Toplumsal hafıza açısından değerlendirecek olursak Mekâna yapılan müdahale, toplumsal hafızanın hem saklanmasını hem de yeniden şekillenmesini etkileyen önemli bir süreç olduğunu farkederiz. Mekânlar, toplumsal kimliği ve geçmişi taşıyan canlı bir bellektir. Bu nedenle, mekâna müdahale ederken, toplumsal hafızanın korunması ve dönüştürülmesi arasındaki denge dikkatlice düşünülmelidir. Toplumlar, geçmişi hatırlamak, anlamak ve geleceğe taşımak için mekânları korumak ya da yeniden inşa etme ve dönüştürme sürecinde aktif bir katılım sergilemeli, böylece kolektif hafıza canlı ve sürdürülebilir kalabilir.
Yine Lefebvre’in düşüncelerine daha derinlemesine bakıldığında, kapitalizmin mekânı bir meta haline getirdiği ve onu piyasa dinamiklerine göre yeniden organize ettiği görülür. Şehir planlaması, kentsel dönüşüm projeleri ve altyapı yatırımları gibi müdahaleler çoğu zaman ekonomik çıkarları önceliklendirir. Bu tür müdahaleler ise, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirir. Lefebvre’e göre, mekâna müdahale, iktidarın yeniden üretim araçlarından biridir. Devletler, kurumlar ve sermaye sahipleri, mekânı kontrol ederek toplumsal düzeni biçimlendirir. Lefebvre, modern şehirlerin, bireylerin denetlenebilir olduğu bir “soyut mekân” anlayışına göre tasarlandığını öne sürer. Bu yüzden mekâna müdahale yalnızca fiziksel bir değişim değil, aynı zamanda ideolojik ve politik bir eylem olarak değerlendirilmelidir.
Son olarak, Lefebvre’in Şehir Hakkı kavramına atıfta bulunarak yazıyı sonlandırmak ve “süpürmeye” devam etmek isterim. Bu kavram, mekâna müdahale sürecinde toplumsal katılımın önemini vurgular. Mekâna müdahale yalnızca uzmanlar ya da planlamacılar tarafından değil, o mekânı kullanan toplulukların aktif katılımıyla gerçekleştirilmelidir. Bu yaklaşım, katılımcı demokrasiyi ve kolektif hakları merkeze alır.
Üçgenimle sizleride daha fazla yormadan, “Herkes kapısının önünü süpürse tüm sokak temiz olur” sözümüzü de geride bırakarak yetkililerin başka bir atasözümüz olan “Zararın neresinden dönersek kârdır”ı dikkate almasını hepimizin de Atasözümüzdeki kâr’a, en kısa sürede kavuşmamızı dilerim…