Eylül ayının sonları. Tatil zamanı geldi çattı. Bavulumuzu toplayıp güneş ve denize koşma zamanı. Ancak bu güzel tatil hayallerinin boşa geçmemesi için mutlaka güzel bir tatil beldesinin seçilmesi gerekiyor. Ülke ise kesinlikle belli. İlk ve tek seçenek Türkiye. Kısa bir araştırmanın ardından tatil beldesi de belli oldu. Akdeniz’in incisi Antalya’nın gözbebeği Belek.
Hüsamettin GİNA / TİMEBALKAN ÖZEL
Antalya’ya Corendon uçağı ile uçuyoruz. Şirket en azından benim için tanıdık değil. İsmini ilk kez duyuyorum, içimde keşke dünyanın bir numarası THY olsaydı diye mırıldanıyorum. Google sağolsun endişemi hemen giderdi. Meğerse Corendon Hava Yolları Türk tescilli bir hava yolu operatörü ve turizm sektöründe hizmet veriyor.
Yaklaşık iki saatlık bir gecikmenin ardından 09:10 uçak kapısı açılıyor. Güler yüzlü personel, yolcuları şekerle karşılıyor. Biz artık “uçuyoruz”, kaptan pilotumuz ise Necati “Gezer”. Biz dediğimde yalnız değilim, dört kişilik bir grubuz.
“Abi sen zahmet etme biz getiririz”
1 saat 15 dakikalık uçuştan sonra, Antalya Havalimanı’na iniş yapıyoruz. Tatili ödedeğimiz firma yetkilileri misafirleri havalimanının hemen çıkışında karşılıyor. Bizleri otele götürecek minibüslere yönlendiriyorlar. İşte, o an itibari ile resmen beni dahil edemeyen “her şey dahil” sistemi başlıyor. Beynini zorlayacak hiçbir şey kalmıyor. Otel restoranında onlarca lezzetli Türk yemeklerini seçme dışında.
Antalya Havalimanı’ndan minibüsle otele giderken gözümüze ilk çarpan şey Antalya’nın tertemiz cadde ve sokakları. Caddeleri Antalya EXPO 2016 reklamları süslüyor. Kısacası Antalya EXPO 2016’ya odaklanmış. Caddeler etrafındaki asker edasıyla dizili, göz kamaştırıcı palmiye ağaçları, Üsküp’teki yerli yersiz dikilmiş palmiyelere hiç de benzemiyordu. “Her şey yerinde güzel” derken otelin bulunduğu Serik Belediyesi’ne bağlı Boğazkente yetişiyoruz.
Literatürde, “Her şey dahil” sisteminin insanın tatile gittiğinde dış dünyaya dair hiçbir şey düşünmek istememesi sonucu popüler olmuş icat olduğu kaydediliyor. Ancak söz ettiğimiz sistem iki gün sonra bende ruhsal yorgunluk yaratmaya başladı. Hayat bir anda monotonlaştı. Tembellik aldı başını gidiyor. Masadan kalkıp içecek bir şeyler almaya gitsen, güler yüzlü sempatik garsonlar hemen, “Abi sen zahmet etme biz getiririz” diye yardımcı olmak istiyorlar.
Her ne kadar cevabı ne yaparsan yap önemli değil olsa dahi annemin “Bugün kuşluk (öğle yemeği) için ne yapam” sözlerini özlemeye başladım. Az olsun, hırs olmasın! Hırstan kastım restoranın bol sofrasına olan hırs. Biraz kilo korkusu da sarmadı değil. Nitekim öyle de oldu. Bir haftada iki kilo. Maşallah!
“Her şey dahil” sistemi yatmak, uyumak, yüzmek, yemek yemek, kafa dinlemek isteyenler için harika bir seçenek.
Ancak etrafı dolaşmak, gezmek, farklı yerler görmek isteyenler mutlaka farklı bir tatil türünü seçmeleri gerekiyor.
İleride “Her şey dahil”i seçmeye düşünenler için küçük bir hatırlatma; Lezzetli yemekleri yemekten mide fesatı geçirdiğinizde tedavi masrafları o “herşey”e dahil değil.
Pehlivanlar diyarı Serik
Neyse ki Pazartesi, daha doğrusu tatilin dördüncü günü, sabah saatlerinde Belek’te havanın parçalı bulutlu olacağı belliydi. Umutla güneşi beklemek yerine, o fırsat bu fırsat otelden ayrılarak otele en yakın Serik Belediyesi’ni ve Belek Çarşısı’nı ziyaret etmeye karar verdik.
Boğazkent’ten Pehlivanlar Diyarı Serik’e minibüsle 15-20 dakikalık bir yolculuk var. Ücret 3.5 lira (1.1 avro). Serik ilçesi Güney turizminin en kıymetli arazisinde konuşlanmış bir yer. Antalya’ya 30, Belek’e 8 km yakın. Bir kıpırdama, yeni inşaatlar olsa dahi, dış görünüşü şimdilik içler acısı. İlçenin sosyal, kültürel ve ekonomik alt yapısının özünü Yörükler teşkil ediyor.
İlçenin merkezinde bir dükkana giriyoruz. Turist olarak buradayız, gezilecek yerler var mı, diye soruyoruz. Cevap teredütsüz “Hayır”. Oysa Aspendos Anfi Tiyatrosu Serik’te bulunuyor.
İlçede fotoğraf çekerken objektifimize 60 yaşlarında aksakallı, üzerinde eski bir radyo taşıyan, ilginç bir tarzda giyinmiş dikkatleri üzerine çeken bir beyefendi takıldı.
Meğerse kendisi Sedik’in tanıdık bir siması. Ayakkabı boyacısı Ahmet Teke. Onu belediyede tanımayan yok. Sedik’in efsanesi. Boynunda taşıdığı bir kartta çalıştığı firma ve telefon numarası yazılıydı. Çalışma yeri ise Zabıta Müdürlüğü binasının önü.
Yabancı olduğumuzu anlayan Ahmet Bey, bize çalıştığı yeri ve maskotu Sarmaşık isimli kedisini gösterdi.
Yedi yaşından bu yana ayakkabı boyacısı olarak çalıştığını belirten Ahmet Teke, Sedik’in en kaliteli boyacısı ve yeterinci müşterisi olduğunu vurguladı.
Ahmet Teke, “Ben buranın tekiyim ve tek kalacağım. 7 yaşından çalışıyorum. Ben buranın efsanesiyim. Kedimin ismi Sarmaşık. O çalışma yerimde benim maskotum.“ diye konuştu.
Bizimle sohbet ederken radyosunda Volkan Konak’ın Dido şarkısı çalıyordu. Hangi radyoyu dinliyorsun diye sordum. “Radyo değil, hafıza kartı” dedi.
Müzik yanı sıra arada sırada radyo cihazını kendi reklamını yapmak için de kullanıyordu. Ahmet Bey dertlerini de bizlerle paylaştı. Para yoksa dostun da olmadığını belirten Sedik’in efsanesi “Öldüğünde paran varsa gömerler, yoksa onu da yapmazlar” ifadelerini kullandı. Bizi çaya da davet etti. Kendisine teşekkür ederek davetini maalesef kabul etmedik. Belek’e giden minibüs artık istasyondaydı.
Akdeniz’in gözbebeği doğanın, sporun ve tatilin odak noktası
15 dakika sonra Akdenizin gözbebeği Belek’in merkezindeyiz. Yeryüzü cenettinin tam ortasında kurulmuş muhteşem lüks otelleri misafirlere unutulmaz bir tatil yaşatmak için hazır bir şekilde bekliyor.
Saat yaklaşık 13:00, Belek City Center dükkan satıcıları dışında, bomboş. Biraz öksüz gibi, bir canlılık bir hareketlilik eksik. Güzel minik hoş, ama nedense aşırı sessiz bir çarşı. Tabelalar Rusça. Herhalde gün ortası alış veriş için uygun bir zaman değil diye düşünüyorum. Otellerden merkeze müşteriler getiren üstü açık bir otobüs sürekli sefer yapıyor.
Belek City Center oldukça şirin bir yer. Mağazalar dışında harika bir şelalesi var. Belek’te yaşayan tüm insanların buluşma noktası.
Biraz da istatistik bilgi; Belek’in nüfusu 6.640 kişi. Yaz aylarında üç kat arttığı belirtiliyor.
“Otel sen_siti_ve”
Minibüsle Sedik’ten Boğazkent’e dönerken belki de uzun zaman hatıramızda kalacak, herşeyi sorgulayan sıcakkanlı bir şoföre rastlıyoruz.
Dışarıdan yiyecek bir şeyler alan şoför amca minibüse biner binmez yolculara seslenerek “Mazotum yok, ama inşallah Boğazkent’e yetişiriz” dedi. O anda iyi ki pilot değilsin, dedim kendi kendime. Düşünsenize bir pilotun kokpitten çıkıp yolculara, kerozinim yok inşallah Üsküp’e yetişiriz dese, yolcuların tepkileri ne olur.
Neyse ki, efsane şoför ilk benzin istasyonuna girerek depoyu full doldurdu. Ardından bu depoyla “Antalya’ya gideriz, merak etmeyin.” dedi.
Şoförler her zaman sohbeti bol olan kişiler olarak bilinirler. Ancak Sedik – Boğazkent istikametinde çalışan “şoförümüz” çok daha farklı. Eşine rastlanması çok zor. Bu konuda iddialıyım. Minibüse binen tüm yolcularla sohbet etti. Her an bir şeyleri yorumladı.
Yolun bir bölümünde minibüs zengin limon, mandarina ve nar tarlalarından geçerken dalları yola çıkan bir limon ağacına sığırdı. Bunu da es geçmeyen şoför Serik yörüğü şivesi ile “Bazen biraz sığırmak lazım” dedi.
Yol boyunca hikayalerine devam etti. Yolun ortasında minibüse bir öğrenci bindi. Öğrenciyi görür görmez hemen anılarını anlattı. Daha önceden okul servisinde çalıştığını belirten şoför “Öğrencilerin, kendilerinden daha ağır çantaları minibusün koltuklarını koparıyordu. Dolayısıyla çantaları bagajın yerine koyuyordum. Tabi ki bu zor oluyordu” ifadelerini kullandı.
Boğazkente yaklaşırken şoförün beyin performansı da artıyordu. Oteller bölgesinde terk edilmiş bir otel yapısını gördü ve şu yorumu yaptı: “Ne kadar zengin olursan ol, kanun yakalarsa iş biter.”
Espirilerin en iyisini de sonunda patlattı.
Yaşlı bir yolcu amca “İnecek var, müsait bir yerde durabilir misin?” diye sordu. Şoför bey “Müsait yer nerde olsun?” dedi. “Otellerin orası.” dedi yolcu amca. Cevaptan tatmin olmayan şoför “Mesela hangi otel” diye sordu. Yaşlı yolcu, “Otel sen_siti_ve” diye seslendi. Otelin ismini anlamayan şoför “byr, byr (buyur)” dedi. Tam o zamanda söz konusu otele yetiştik, yolcu da “İşte burası” dedi. Nihayet bizde otelin ismini anladık. Otel “Sensitive”. Dıştan harika görünüyordu. Yolcu indikten sonra “Ya bu isimler de ne, otelin ismini Murat Ali koysaydılar ya. İlla ingilizçe, illa ingilizçe. Hiçbir şey anlamıyorum.” dedi.
Otel aklımızda kaldı. Seneye belki de istikametimiz “Sensitive” olur. Dışarıdan harika görünüyordu.
Kalan günlerde de değişik, kaydedilecek farklı bişey yaşanmadı. Güneşin batışını doyumsuz güzelliği dışında.
Cuma günü Üsküp’teyiz. Bir hafta sonra arkadaşlarla kahveyi yudumlarken tatil maceralarımız hakkında sohbet ediyoruz. Garson faturayı getiriyor. Bir anda, “Her şey dahil” değilmiydi abi, diye sorasım geldi.