Hayatı çocukken yaşar, büyüyünce yazarız.
Güzeli, estetiği yazabilmek için görkemli yaşanmışlıklara, seziş ve telakkiye ihtiyaç vardır. Bu tarz kutlamalar güzellikleri biriktirmek ve ortak zeminde mutabakat kurmak için elverişli anlardır. 21 Aralık Türkçe Eğitim Bayramı gençler nezdinde anlamlı ve maneviyatı güçlendiren zaman dilimleridir. Su taşıyarak ve harç oluşturarak bu sarayın inşasında yer alan tüm kurumlarımızı kutlarım. Ben de bu kapsamda Konçe Belediyesi’nde düzenlenen panele katılarak milletimizin büyük teveccühüne şahit oldum. Kuzey Makedonya 21 Aralık Türkçe Eğitim Bayramı vesilesiyle, gerçekleşen panelde; “Kuzey Makedonya’da Türkçe Yazmak ve Güneşi İpe Asmak” muhtevalı bir konuşma yapmak nasip oldu. Akademisyen ve öykücü Özlem Kurt’un, “Öğretmenler Beşiği Konçe ve Türkçe’nin Seyri” başlıklı konuşması ile devam ederken, okuduğu öyküsüyle duygulu anlar yaşadı.
Kuzey Makedonya 21 Aralık Türkçe Eğitim Bayramı, ülkenin değişik şehir, kasaba ve belediyelerinde farklı etkinlikler düzenlenerek coşkulu bir hava içerisinde kutlanmış oldu. Paneller ve bilgi şölenleriyle süslenen, yer yer eğlence içerikli düzenlemelerle halkın her kesimine hitap eden bir atmosfer içerisinde 21 Aralık kutlamaları şahane ve başarılı bir şekilde ülke genelinde gerçekleştirildi.
Ana dilde eğitim, insanın temel hak ve özgürlüklerinden bir tanesi olarak karşımızda durmaktadır. Dil, kültürün taşıyıcısı, bugünün izi, geleceğin mirası olarak genç kuşaklara bir medeniyet altyapısı oluşturması açısından önemi ortadadır. Bu tarz bayramlar nesillerin bilinçlenmesi, önyargılardan kurtulması ve büyük bir medeniyetin parçası olduğunu hatırlaması noktasında büyük önem arz etmektedir.
Sevgili okurlar! Buna binaen yazı eylemi üzerinde durmaya gayret edeceğim.
Yazı eylemi bir kimlik inşasıdır. Yazı eylemi bir öğrenme biçimi olarak dinleme, okuma vb. nazaran daha kalıcı ve derin tefekkürün kapısıdır. Sathi öğrenmeden kurtulmanın yolu yazı ile tanış olmak ve bu alanda sürekli kendini geliştirmektir.
Fertler/bireyler, medeniyetler nezdinde yazı, kalıcılık işlevi gören bir vasıta olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenle, “söz uçar yazı kalır” demişler. Yazı toplumları, ulusları medeniyet dairesinde insanlık tarihinde belli bir evreye nakşetmektir.
“…Kim var imiş biz burada yoğ iken” sualine cevaben tarih kaynakları devreye girer ve soruyu yanıtlar.
Sözlü gelenek beşerin hafızasında önemli bir parçayı teşkil etse de, insanlığın sözlü yaşamdan yazıya geçişi bir devrim niteliği taşımaktadır. Yazının bulunmasıyla birlikte yazılı tarih başlamıştır. Yazı, modern manada dört temel beceri dediğimiz dinleme, okuma, konuşma ve yazma gibi insan olmanın özünü oluşturan maharetler üzerine bina edilmektedir. Yazı bu becerilerin en yüksek seviyesini teşkil etmektedir. Bir ideayı kompoze edebilmek için belli bir düzende bir fikri/düşünceyi aktarmak, iletmek ansiklopedik ve teknik bilgiyi gerektirmektedir. Bu nedenle sağlam bir düşünce mekanizmasının gelişmesi için ana dilde eğitim şarttır.
Yazı eylemi, yaza yaza öğrenilen, deneysel bir yolculuk ve uzun bir süreçtir aslında. Ana dilde yazı ile meramını ifade etmek ise dilin bütün katmanlarını ihata etmek, sokak dili, argo ve yüksek sanat kavrayışına hâkim olmak, edebî dili, belagat ilmini de iyi bilmeyi gerekli kılmaktadır. Yazı yazabilmek için insanın içine doğduğu kültür ve medeniyetin gelenek-görenek, örf-adet katmanlarının geçirdiği evreleri de bilmesi gerekir. Yazı aslında bir iletişim aracı, bilgi aktarımı, okur dediğimiz kitle ile bir alışveriş sürecinin adıdır da aynı zamanda. Yazar denilen kişi ise modern zamanlarda belirgin bir kimlik kazanmış, edebî eser meydana getiren, fikir üreten, akıl, sezgi ve duygulardan faydalanarak bazı öneriler sunan, eleştiriler yapan, açılımlar ortaya koyan, sorunlara çözüm teklifleri getiren, toplumu bilinçlendirme ve idrak seviyesini yükseltme noktasında yol çizen, yön tayin eden ve kılavuz olan kişilerdir. Rivayet edilir ki 18. yüzyılda Balkanları gezen bir seyyah şöyle bir not düşer hazırladığı risalesine, ‘buralara yazı yazan insanlar gönderin, bir yazar yüz askere bedeldir’ ifadelerini kullanır. Bu pasaj bile meselenin özünü vermesi açısından yeterlidir. Mağara duvarlarındaki nakışlarla başlayan yazı maceramız, işaretlerin, seslerin kelimelere dönüşmesiyle muhallet bir hale gelmiştir.
Gelecek nesiller, atalarının ayak izlerini takip edebilme, sıçrayabilme, insan medeniyetinin yaşanabilirliğini artırabilme noktasında yaşanmış tecrübeye ve tarihi maceraya her zaman ihtiyaç duymuştur. Geleneğin öğretisi bu nedenle her zaman ilk sıralarda yer almıştır. Yazı seslerin, işaretlerin, harflerin cümleye geçmesiyle birlikte kalıcılık kazanarak toplumlara tarih sahnesinde bir yer belirleme işlevi de görmektedir. Bu nedenle ana dilde yazı yazabilmek için birçok ünlü filozof yazı eylemi üzerine düşünmüşler, yorumlamalar getirmişler ve bunu felsefi tartışmaların konusu yaparak dikkatlere sunmuşlardır. Yakın zamanda kaybettiğimiz merhum İlhami Emin bir mülakatımızda kendisinin anadilde eğitim alamadığını Slav dillerinde eğitim gördüğünü fakat Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerle oradaki üst düzey bürokratlar ile temaslar kurduğunda Türkçe yazması noktasında kendine telkinler yapıldığını dile getirmiştir. Bu toprakların asırlarıdır Türklerle haşır neşir olduğunu varsayarsak ve bunun 14. yüzyıldan sonra yazılı bir tarih kültürü içerisinde değerlendirirsek nereden nereye geldiğimizi görür ona göre medeniyet dairesinde kendimize yer tayin edebiliriz.
Matbaa, kitap, gazete dergi, radyo, TV, İnternet ve bilişim teknolojilerinin ilerleyişi, kitleye hitap araçlarını değişim ve dönüşümü dünya insanlığını yeni evrelere taşımıştır. Bu minvalde yazının günümüz itibariyle kabuğu değişse de temelde işlevi aynı kalmaktadır. Klavye ile yazma, sesi yazıya dönüştürme, görüntü okuma ve yapay zekâ ile yazı üretme geleceğe dair heyecan verici gelişmeler olmakla birlikte distopik söylemler üretilmesine de sebep olmaktadır. Emojiler, görüntüler, işaretler ile meramımızı artık dile getirebilmekteyiz. Kendimizi ifade etmekte geçmişe nazaran daha şanslı olduğumuza dair bir söylem de mevcuttur. “Görüntüler olmadan kelimeler olamaz” diyen Aristo, bugünü görseydi, “görüntü olmadan varoluşsal bir tasvir olmaz” derdi büyük ihtimal. Yazı ile inşa edilen insan, mimari yapıt misali asırlara meydan okuyarak çocukluk evresini şekillendirir ve sonra konumunu belirlemek için ehemmiyetli bir seyahate koyulur. Bütün olumsuz gelişmelere, yıkımlara rağmen bu coğrafya çoğulculuk ve yaşanmışlık açısından bazı örnekleri bünyesinde barındırmaktadır. Sulha ve sevgiye çağrı daim olmalıdır.
Velhasılıkelam:
Şaire Louise Glück’e kulak verelim: “Dünyaya bir kez bakarız, çocuklukta.
Geri kalanı hatıradır.”
Anılar, yaşanmışlıklar, acılar, göç, savaş ve sulh bu topraklarda edebî eserlerin kumaşını daima dokumuştur. Ne demişler, çocukluk insanoğlun ana yurdudur. Dönüp dünüp bakılan, özlem duyulan arşivi ve hafızası olarak hep orada durmaktadır. Çocukluk, çekmecelerin günah ve suçla dolu olmadığı, saflığın zirvesini teşkil eden zaman dilimidir. Ek olarak, Balkanlar aynı zamanda erken büyüyen, yaşlı doğanların ülkesidir. İşte bu açıdan yazı, hayat oyununun nakşedilmesini mümkün kılan en önemli araçtır.
2023’ün son günlerini yaşarken, mutasavvıf Türk şairi bizim Yunus ne demiş hatırlayalım; “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”
2024’ün dünya insanlığı için huzur ve afiyet getirmesini temenni ederim.
Muhabbet ile…