Artık iyice post new-age era’ya adım attık. Büyük yenilikler ve değişimler kaçınılmaz, bunun farkında olmayan bi-habersizler, kısır döngu içinde dolanıp bir evrim süreci olan hayata ayak uydurmayıp bir yerde takılıp kalacaklar, fikrindeyim. Bu yüzden, insan hayat boyunca, son nefesine kadar bir şeyler öğrenir. Hayatın bu gerçeğini kabul edip yaşamın evre evre bir ileriye doğru gelişme süreci olduğunu akla alarak manen büyümeye gayret sarfetmeli.
Peki bunun yeni dünya düzeni ile ne ilgisi var diyecektir belki kimisi. İşte tam da “yeni dünya duzeni” konusu iki açıdan yukarıda yazdıklarımla ilintili. Birincisi, insanın doğuştan beri hayat boyu taşıdığı bir fıtrat özelliğini kimse yadsıyamaz, o ise – zaman geçtikçe hep yeni ve yeni şeylerden ihtiyaç duymasıdır. Bir insan hayatının evrimi, tabi ki beraberinde yenilikler peşinde yürümesini getirir. İkincisi, küresel çapta tarih boyunca dönem dönem türlü krizler yaşamasıdır. Bu krizler, ancak yeni dünya düzenlerin sağlam oturuşuyla atlatılır.
“Yeni Dünya Düzeni” kaçınılmaz, ancak ona kazasız, belasız, sancısız ulaşmamız elbette ki arzu edilir. Ne var ki, sancısız bebek doğmaz. Lokal savaşlar olsa bile, dünyayı sarsacak nuklleer çatışkılar sağduyu tarafından yaşanmasına izin verlmez ümidindeyim. Yerel savaşların yanısıra, bu “yeni dünya düzenine” tranzisyonumuz, büyük güçlerin çıkar/ilgi alanlarını genişleme iştahlarıyla geçecek (ekomomik, siyasal, bilimsel, kültürsel v.b.). Bu yeni bir huzur dönemine sancılı geçiş, zaten başlamış bulunmakta – kovid, pahalılık. ve saire.
Günümüz güncel gelişmelere gelince, en büyük sorun, artan dünya nüfusu. Ancak bunu `türlü gayri ahlaki” yollarla yapmak ne kadar etik? Birçok söylenceye göre her yüz yılda bir, dünya savaşı, herhangi bir büyük afet veya ölümcül hastalıkların salgını oluveriyormuş, yazılmamış kanun olarak. Şimdi de tüm insanlık buna şahid, televizyonlarınızı açmanız yeter.
“Yeni Dünya Düzeni”nı bu oturtma süreci, “buyuk balık küçük balığı yer” mantığına dayanırsa eğer, Cihanın “temel taşları” bence dünyayı deviyasyonlu bir gelişme yoluna götürür, çünkü bu dunyada her küçük devlet ve milletlerin olası yokoluşu, dünyanın birer renk kaybı olur, ki gezegenimizdeki hayatı genel kolorit açısından fakirleştirir, bu da her herkesin zararınadır. Farklılık zenginliktir.
Asıl çözülmesi gereken mesele, kanımca, gelir dağılımındaki adaletsızliği gidermek olsa gerek. Hazreti Suleyman’ın yeniden adaleti, yani teraziyi tartmasına ihtiyaç duyuluyor gibime geliyor. Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in bir sözünü hatırlatayım: “Benden önceki peygamberlere iman etmeyen biri, bana da iman etmemiş olur”.
Babam İlhami Emin’den duyduğum şu sözlerini aktarararak yazımı sonlandırıyorum: “Ünlü Amerikan fiilm yönetmeni Orson Wells’in , Fransız kahini Nostradamus’u konu eden filminde, bu zatın hayat hikayesini ve ‘kehanetler”ini gorseller eşliğinde anlattıktan sonra, filmini şöyle bütünlüyor: ‘Nostradamus’a göre Napolyon ve Hitler’den sonra üçüncü bir Deccal gelecek ve Roma, Parıs, Londra v.b. güzel şehirleri yokedecek. Ondan sonra Kuzeyde, iki güç anlaşıp bir olacak ve bu Deccalı yok edecek.’ Bunu söyledikten sonra Orson Welles, Nostradamusu araya koymadan, kendi yorumunu söylüyor: ‘Bu iki güç Amerika ve Rusya olacak ve Kuzeyde birleşerek Deccalı yok edecek, ve bundan sonra bin yıl barış yaşanacak.” Ben de soruyorum: Ya Deccal kim?