Güzelliklerinden çok, zorluklarını ve ağırlıklarını çektiğimiz bu zaman diliminde, yani üçüncü milenyumun başlangıç devrinde, tüm dünya aleminde, dünyanın dört bir yanında, hem manen hem maddeten bir nevi kaos yaşanıyor.
Birçok önemli hayati meseleleri babında, insanların kafaları karmakarışık. Bilgi kirliliği bir yana, asıl olan insanoğlunun manevi erozyona kaptırılmış olması. Televizyonlarda gösterilenler sadece ilüzyon-yanılsama olsa gerek, hakikateleri ve realiteyi hiç ama hiç yansıtmıyor. Medyalar sadece algı operasyonları yapmak için, halk deyimimizce – uyutmak için, küresel güç odaklarının elinde pek tehlikeli bir silah haline gelmiş durumda. Velhasıl, bu şekilde, yani başta televizyonlar olmak üzere, medyaları “tasarlayarak”, garip halklara kahpe bir düzen dayatmalarına şahidiz. Kahpe düzen, yani yalan-dolan, düzmece devlet idareleri.
Zavallı kitleler manevi beyin yıkama mağduru. İnsanoğlu pek sancılı bir evrensel tranzisyon geçirmekte, ve zorluklarını yüklenmiş vaziyete. Ümite edelim ki bu küresel fetret devri çabuk biter ve kutsal bir varlık olan insan nesli, üçüncü dünya savaşı olmadan, refaha doğru yol almaya başlar.
Oysa an itibariyle hakikatler hiç de iç açıcı değil. Çeken ve oyalanan yine garip halk. Sahte gündem, kutsal vasıflarımıza ağır darbeler indirerek büyük zararlar veriyor. Onarılır inşallah yakın zamanda Allah’ın izni ve yardımıyla.
Tüm bunları nereden biliyoruz? Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerimin diliyle, akıl ederek. 100 000 civarında özbeöz yerli Türk’ün yaşadığı Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde, anavatanımız Türkiye’yi uydu çanakları vasıtasıyla en büyük ilgi ve dikkatle izliyor ve takip adıyoruz. Tarafımdan, dünya çapında daha somut bir şekilde konuya eğilmek mümkün olamayabilir, yani gidip dünyayı görmedik ve bizatihi tecrübe etme fırsatı pek bulamadım. Ancak yaşadığım Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde mesela, kahpe düzen oyuncuları cirit atıyor. Yeni bir Ebu Cehil nesli peyda olmuş, zülumkar tavır ve yollarla bizim gibi gariplerin ellerini bağlamaya, ağızlarını kapatmaya, beyinleri kilitlemeye ve kalem mürekkeplerini kurutmaya doğru yol almakta.
Tüm bunları, büyük risk göze alarak (yani başıma pek kötü şeyler gelir riskiyle) yazıyorum. Mesela taze bir misal: Makedonya’nın en izlenen televizyonlarından biri olan kanal “Kanal 5”, geçenlerde “İsveç NATO’ya kabul edildi” haberini verdi, oysa İsveç NATO’ya hala kabul edilmemişti, ve de en az 1 ekime kadar kabul edilmiş olmayacak. Lakin, rahmetli babam İlhami Emin beni tasavvuf terbiyesiyle büyütürken, komple olgun insan olmak için bireyde dört vasfın mevcud olması gerektiğini öğretmişti, onlar da sırasıyla şöyle: Bilgi, dürüstlük-namus, cesaret ve tecrübe.
Maalesef Ebu Cehil nesli kol geziyor. Cehalet karanlığının devrini tecrübe ediyoruz. Ancak isyan edecek değiliz ya Tanrı’ya. Allah’ın takdiri. İnsanlığın sınanması dönemi.
Anam ve babam bana daha gençken, o toylu yıllarımda ban derlerdi ki: “Ağlarsa, anan baban ağlar, gerisi yalan ağlar”. Şükürler olsun ki, biz Makedonya Türkleri, yüksek Türklük şuuru ve bilincine sahip bir topluluk olarak gözümüz hep anavatanımız Türkiye Cumhuriyetinde.
Bu dünyanın çivisi çıkmış diyebiliriz rahatça, ne yazık. William Shapespear’in ifadesiyle: “Birşeyeler çürük, Danimarka ülkesinde”. Pis kokular gelmekte.
Büyük Türk sinemacı Halit Refiğ’in “Vurun kahpeye!” filmini tekrar ve tekrar izlemek ihtiyacı doğmuş durumda. Adalet kelimesi varken, niye eski Grekçe kökenli demokrasi tabiri?! Ve sonunda makalemi büyük çağdaş Boşnak düşünürü, şairi, ilahiyatçısı ve yazarı Cemeluddin Latiç’in pek ilginç bir tespitiyle noktalıyorum: “Demokrasi, Hristiyanlığın yeni adıdır”.