Güzel Üsküp’ümüz bir gecede sele teslim oldu. Allah’tan gelen doğal afetlere boynumuz kıldan ince. Çünkü hayrın ve şerrin Allah tarafından geldiğine inanıyoruz. Küçüklükten beri “Hayrun ve şerrin min Allahi teala” deyip durmuşuz. “Hak şerleri hayr eyler, zannetme ki gayr eyler, mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” demişiz. Düşünün ki biri bir ok atar size ama Allah bir rüzgâr gönderip o oku tersine çevirir. Tıpkı 15 Temmuz gecesi Türkiye’de olduğu gibi. O gece bir mucizeye tanıklık ettik şüphesiz. Her şey santim santim, dakika dakika planlanmış olsa da Rabbimizin de bir planı vardı. Nasibinde şehit olmak varsa bir gecede mucize olur ve sen şehit olup tarih yazarsın. Nasibinde hain olmak varsa şeytana uyar, en yakınlarına, hatta kendi milletine ateş edersin.
Çocukken, “Türkiye’ye ne zaman gideceğiz” sorusunu Haziran ayı gelince sormaya başlardık anneme. Okullar tatil ediliyor tabi, hem akraba ziyareti hem de deniz kum görmek için Türkiye vazgeçilmezimizdi. Annem hep “kısmet” derdi. “Evet ama ne zaman o kısmet anne” diye de farklı bir soru gelirdi ardından. “Kısmet olduğunda anlarsın zamanını” derdi. Biz de sabırsız bir heyecanla o günü beklerdik. Bir sabah uyandım, evde bavullar toplanmış, babam eski model sarı Golf arabasını temizletmiş, “haydi bavulları arabaya taşıyalım” demişti. Heyecandan anneme sarılıp “Kısmet geldi mi” diye sorduğumda herkes bana gülmeye başladı. Evet, kısmet gelmişti. Biz de buna inanarak büyüdük, kararsız anlarımızda “kısmet” deyip bir kenara bıraktık.
15 Temmuz gecesi bize çok şey öğretti bu açıdan. Ne kadar da emindiniz Türkiye’yi devireceğinize değil mi? Ama “kısmet olmadı” işte. Nasibiniz olmayan bir işe kalkıştınız, sonuçta nasibinize hainlik düştü. Tweet atmaya benzemiyormuş bu değil mi? Yine de yeni tehditlere devam ediyorsunuz. O tarih, şu tarih derken insanları uyanık tutmaya devam ediyorsunuz. Çok şükür ki uyandık, hâlâ şerleriniz hayır olarak geri dönüyor bize. Daha da sıkı kenetlendik birbirimize.
6 Ağustos akşamı bir düğüne davetliydim. Nasıl gideceğiz, çocukları kime bırakabiliriz diye düşünürken, bir anda gök yarılmış gibi yağmur yağmaya başladı. Bir ara duracak diye düşündüm ama durmadı; bir gecede 800 yıldırım Üsküp’ün farklı bölgelerine düştü. Gök gürlemiyor, kükrüyor gibiydi. Ağaçlar yere kadar eğiliyor, fırtına acımasızca her şeyi yerli yerinden uçuruyordu. O gece bütün düğünler iptal oldu. Birkaç saat içinde Üsküp’te yolda kalan arabalar görünmeyecek kadar suya battı. Ne kanalizasyon, ne alt yapı, hiçbir şey bu felakete hazır değildi. Kıyameti yaşıyordu sanki insanlar. Bütün gece can çekişenler oldu, evlatları ellerinden kayıp giden annelerin feryatları geceye yansıdı. Toprak sürüklenmiş, asfaltlar bozulmuş, bütün bu olaylara tanıklık eden insanların tabiriyle “Tuna nehri ayaklanmış” caddelerden akıyordu.
Biz evlerimizde korku içinde sabahı beklerken bu selde 22 kişi canından oldu. Selden en fazla etkilenen bölgeler Üsküp’te Hasanbeg, Araçina, Straçinca, Smilkovci, Staykovci, Kalkandelen’de ise Şipkovica yerleşim yerleri oldu. Can kayıpları da oralardan geldi. Evlerin çoğu harabeye dönmüş. Yapılan ilk tespitlere göre 700 kadar ev hasar görmüş, 10-15 bin kişi de selden etkilenmiş. O gecenin sabahında medyaya düşen görüntüler felaketti: Yollarda cansız bedenler, 16 aylık bebeğin kayıp olduğu haberler, alt geçitlerde arabaların neredeyse köprüye kadar sürüklendiği resimler ve devrilmiş kamyonlar o gecenin zararının görünür kısmıydı.
Halk kızgındı, herkes her şeyden şikâyetçiydi. Üsküp’ün üstünü süsleyen yapıtlar ve heykellere karşı olan nefret bu geceden sonra daha da çoğaldı. Çünkü maalesef Üsküp’ün alt yapısı berbattı. Başkentin zaafı bir gecede ortaya çıktı. Birkaç gündür selzedeleri ziyaret eden siyasetçiler ise halkın bu kızgınlığı karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Hasanbeg ve Straçintsa köylerinde çoğunlukla Müslüman, Smilkovci köyünde ise Hristiyan halk yaşıyor. Köyler arasında ayrım yapılıyor, birilerine daha çok yardım gidiyor, bazıları ise kendi kaderlerine terk edildikleri için öfkeliler.
Üsküp’te herkes felaketin vurduğu bölgeye yardım ulaştırmak için seferber olurken, bazı ülkeler de başsağlığı mesajları iletti. İlk yardıma koşan ülkelerin arasında Kosova, Arnavutluk ve Türkiye yer alıyor. Türkiye Cumhuriyeti Üsküp Büyükelçisi Sayın Ömür Şölendil, bölgeye ilk giden elçiydi. Her üç köyü de ziyaret ederek halkla kucaklaştı; bir de taziye evine ziyarete gitti. Oradaki köy halkı bir taraftan kendi dertlerine üzülürken, diğer taraftan “Türkiye’nin yanındayız” “Tek ümidimiz Türkiye” diye sloganlar atmayı unutmuyordu. TİKA Koordinatörü ve Büyükelçimiz yardımların ilk kısmını kendi elleriyle selzedelere teslim etti. Makedonya’nın birçok yardım kuruluşu da bölge için seferber olmuştu ama durum göründüğünden çok daha ciddi. Temel gıdanın yanında yıkılan evlerin de derlenip toparlanması gerekiyor. Elektrik, su, ulaşım gibi sorunlar var.
Medyaya düşen bu haberlerden sonra bir yardım da Bursa’dan uzandı. Bursa Büyükşehir Belediyesi, tırlarını hazırlayıp Makedonya’ya doğru yolcu etmişti. Kızılay, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İHH, AFAD bölgeye ulaştı. Daha sonra Türkiye’den birçok kuruluş nasıl yardımcı olabiliriz diye aramaya, iyilikte yarışmaya başladı. Allah hepsinden razı olsun. Türkiye Cumhuriyeti her fırsatta dostluğunu ve kardeşliğini gösterdiği gibi bu sefer de hiç beklemeden yine Makedonya’nın yanında oldu.
Geçen günlerde bir kesim, Arnavutları tahrik ederek Türkiye aleyhine konuşmalarını sağlarken bir anda bunlar gerçekleşti. Evet, Türkiye çok büyük bir devlet ama 15 Temmuz gecesi o darbe gerçekleşmiş olsaydı biz bugün yetim ve öksüz kalmıştık. Evet, o gecede canlarını verenler için tek tesellimiz şehit olmaları diyoruz ya, işte onlar olmasaydı milyonlar yetim ve öksüz kalacaktı.
Hep diyorum, Türkiye hapşırsa biz nezle oluruz, velhasıl olduk da. Birbirini şikâyet eden edene, siyaset sele kapılmış gidiyor. Ne yazık ki bazı insanlar hâlâ konuşuyor, yardıma koşanları bile eleştiriyor, hırsız diyor, makam diyor. İnsanın fikri neyse zikri de odur deyip geçiyoruz. Çünkü mesele ağaç değil, hâlâ anlamadınız mı?