FETÖ’nün darbe girişimini AA’ya değerlendiren Prof. Dr. Metin İzeti, Türk milletinin tüm dünyaya iman ve demokrasi dersi verdiğini kaydetti.
Komünist Yugoslavya’da doğup Makedonya Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan bir Müslüman olarak, sıkıntılarla geçen sosyal hayat tecrübemde, birçok menfi ve yıkıcı toplumsal pratiği arkadaşlarımla beraber yaşadım.
Bu olaylar bir taraftan maddi sıkıntıları artırırken diğer taraftan toplumsal bilincimizi artırmış ve bizleri ‘yabancılaşmak’tan muhafaza etmiştir. Zorbalığın ve iç servislerin baskısı altında nasıl yaşandığını, neler hissedildiğini, düşünceye nasıl gem vurulduğunu ve bunlara rağmen ‘uyumlu’ hale gelmeyenlerin toplumda nasıl marjinalize edilip en baskıcı şekillerde tasfiye edildiğini hissetmiş ve yaşamıştık. Bu yaşananların bir kereye mahsus bir kavga olmadığını, baskının senelerce devam eden ve değişik manipülasyonlar vasıtasıyla hakimiyetini oturtmaya çalışan bürokrasiler haline dönüştüğünü, buralarda Müslüman olarak yaşamak isteyen herkes hissetmiştir.
Gizli dindarlık (!)
Yazıma böyle başlamayı seçtim, çünkü benzer bir manipülasyonu, Türkiye’de senelerce faaliyet gösteren, öğrencilik yıllarımdam itibaren hasbelkader tanıdığım bir harekette de hissetmiştim. Din namı altında faaliyet gösteren, fakat benim için baştan itibaren asla din sıcaklığı olmayan bir hareketti Fethullah Gülen hareketi. Eğer daha açık söylemek gerekirse, bu hareket müslüman toplumun gününe değil, daha çok gecesine benziyordu: Aleni ve açık teori ve pratikle değil, tam tersine, gizli ve kulaktan kulağa geçen bir dindarlık(!) anlayışı. Bunun ne demek olduğunu hiçbir zaman anlayamadım. Yani bu hareket mevcut, faaliyetleri var, fakat izlerini gizliyor ve böylelikle bu harketin aslında ne olduğunu tespit etmek de mümkün olmuyor. Çünkü genel ve geniş halk tabakaları tarafından kabul edilen ilkelerin arkasında başarılı bir şekilde kendini gizlemekte.
Tiyatro
Aynı zamanda çağdaşlığın temel prensipleri olan hoşgörü, ılımlı olmak gibi bazı hususlar da onlar tarafından herkesten önce kabul ediliyor; çünkü mimiklerinin oluşturulmasına en uygun hareketler bunlar. İşte bu höşgörü ve ılımlılığı, demokrasiyi ve insan haklarını her zaman mimik olarak kullanan insanlar, aniden uçak, tank ve helikopterlerle masum halkı öldürme başlayabiliyor! İnsan doğrusu, günümüzün çağdaş anlayışı içerisinde, dini kisveye bürünen bir hareketin masum halkı öldürmek için emir verip harekete geçebileceğine inanamıyor gerçekten. Bunu görünce de aslında meselenin ne din ne milliyet ne de insan hakları olduğunu, tam tersine güç peşindeki çıkarcı bir felsefeye hizmet etmek olduğunu anlıyor. Toplumu bu şekilde çember içine hapsetmeye çalışan bu hareket asabiyet, manipülasyon ve öldürmek, tiyatroda bir komedi gibi addedilmektedir. Fakat maalesef, olan bitenin bir tiyatro olduğunu söyleyenler bu karanlık oyunun müellfini ısrarla teşhis etmekten kaçındılar.
Meseleyi anlamaya başlamak
15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de ortaya çıkan manzara, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan insanların değerlendireceği bir vaka değildir. Yaşananları sadece Türkiye’nin problemi olarak olayı düşünen herkes sığ ve ferasetten uzak bir analize girişmiş olur. Olan bitenler aslında yaşadığımız krizin bir belirtisidir. Eğer bir grup, dini, milleti, demokrasiyi, insan haklarını, daha doğrusu insanlığı çiğneyerek böylesi bir girişime adım atabiliyorsa, o zaman hepimiz dünyanın nereye yöneldiğini ve ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başlamalıyız.
Grup çıkarlarını düşünen ve dini kisve altında hareket eden bir topluluk, devletin müesseselerini, terör estirerek ele geçirmeye azmetmektedir! Bu yapılanların ne din, ne vicdan, ne demokrasi, ne de insanlık açısından kabul edilebilirliği olduğu bir tarafa, böylesi fikirlerin tartışılacak bir tarafı dahi yoktur. Fakat tartışılması gereken en önemli meselelerden biri, bu duruma nasıl gelindiği ve bunun sadece Türkiye Cumhuriyeti açısından önem arz eden bir mesele olmadığıdır.
Türk milleti 15 Temmuz’da destan yazdı
Fethullah Gülen hareketinin herkes tarafından analiz edilmesi gereken bir vaka olduğunu söylemiştik. Demokrasi ve hürriyete sahip çıkma konusunda, kitaplarda temel ders olarak yer alıp analiz edilmesi gereken bir başka mühim vaka da Türk milletinin kararlı davranışıdır; çağrılır çağrılmaz ilk gece sokaklara dökülen halkı kastediyorum. Ancak burada, milli ve manevi değerlere ve demokrasi değerlerine sahip olan ve devletin değişik müesseselerinde çalışan insanları da unutmamak lazım. Sokaklara dökülen halkın iman dolu sinesinde görülen iman ve kararlılık anlayışını, ordu içerisindeki gerçek askerlerde, polis teşkilatında, medya mensuplarında, belediye çalışanlarında ve diyanet teşkilatında da gördük. Özellikle orduyu ve silah kuvvetlerini birinci derecede önemli görmekteyim. Çünkü kanaatimce Fethullah Gülen hareketinin en çok yıpratmaya çalıştığı ve imajını yıkmaya uğraştığı müessese silah kuvvetlerdir. Bu konuya çok dikkat etmek ve meselenin bu kısmını ciddi şekilde değerlendirmek gerektiği düşüncesindeyim. Çünkü bu müessesenin sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan insanlar için değil, tüm dünya müslümanları için çok önemli bir teminat olduğunu düşünüyorum.
15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyeti arenasında sergilenen mefhumlar zincirini doğru okunması gerekmektedir:Tankların ve bomba atan uçakların önünde devletini, hürriyetini, yani, kendi öz varlığını koruyan anlayışta ve imanda bir halk, o halkın oluşturduğu müesseseler ve o müesseselerin oluşturduğu devlet ve o devletlerin oluşturduğu dünya sistemi. Bu mefhumlar zincirini dünyadaki tüm milletlerin ve devletlerin, özellikle biz müslümanların, düşünmesi gerekmektedir. Başından itibaren yaşananların sadece Türkiye açısından değil, küresel ölçekte ele alınması gereken bir vaka olduğunu söylememin sebebi budur. İnsanoğlu bu zincirin halkalarını kopardığından dolayı, kendi varlığını tehlikeye sokmuştur.
Erdoğan hakiki liderlik abidesi oldu
15 Temmuz denildiğinde asla unutulmaması gereken olaylardan biri de mutlaka Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutum ve davranışlarıdır. İlk anlardan itibaren, davasını ve milletini canından çok seven ve değer veren hakiki bir lider olarak hareket etmiştir. Halkı sokaklara davet ederken kendisi ve kurmayları da o sokaklarda yerlerini almıştır. En yakın çalışma arkadaşları, evlatlarıyla beraber halkın ön saflarında bulunmuştur. Darbecilerin açtığı ateş neticesinde şehit olan Erol Olçok ve oğlu bu durumun en bariz göstergesidir.
Hepimizin mutlaka bu vakadan öğrenmesi gereken birçok şey mevcuttur. İnşallah hepimiz vicdanımızın sesine, akl-ı selime ve ruh-u pakımıza kulak verir ve bu olaydan daha güçlü ve hazırlıklı olarak çıkarız.
Kaynak: AA