Danimarka’nın son hamlesi gibi, Avrupa ülkeleri kıtaya yönelen güncel tehditler karşısında savunmada bir araya gelme refleksi gösterirken Avrupa Birliği’nin (AB) bu alandaki politikası sınırlı araçlar sunuyor ve işlevsellik arayışı sürüyor.
Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası’nın (CSDP) temelleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da “birlik” kurma arayışı sırasında Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Fransa ve İngiltere’nin Brüksel Paktı altında kolektif savunma için bir araya gelmesiyle atıldı. Pakt, ABD, Kanada, İzlanda, İtalya, Portekiz ve Danimarka’nın da katılmasıyla yerini NATO’ya bıraktı.
Avrupa’da “birlik”, ekonomi temelinde ilerlerken yıllar içinde kendini dünyadaki en büyük ekonomik blok olarak konumlayan AB, savunma ve güvenlik alanlarında NATO ve ABD’den bağımsız hareket edemeyen bir yapıya büründü. Ancak “Avrupa’nın Avrupalılarca savunulması”, şu ana kadar süren ve özellikle kriz zamanlarında masaya tekrar tekrar getirilen bir fikir oldu.
Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası’nın oluşumu ve kapsamı
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından iki Almanya’nın birleşmesini takip eden süreçte üye ülkeler, o dönem Avrupa Toplulukları adı altında anılan Birliği derinleştirmeye karar vererek, 1992’de imzalanan Maastricht Antlaşması’nı imzaladılar. Bunun gereği olarak, yıllar içinde parasal birlik tamamlanıp, AB vatandaşlığı oluşturulurken ortak dış, iç, adalet politikalarının yanı sıra güvenlik ve savunma politikaları da belirlendi.
Aynı yıl üye devletler, ortak güvenlik ve savunma kapsamına girecek görevleri “Petersberg Görevleri” adı altında belirledi ve bunların insani yardım ve tahliye görevleri, “barışı koruma” (peace keeping) görevleri ve kriz yönetimi de dahil olmak üzere muharip unsurların “barış yapma” (peace making) görevleri olması kararlaştırıldı.
Ancak AB’nin 1990’lı yılların ortalarından itibaren Balkanlar’da yaşanan etnik çatışmalara müdahale edememesi bu hedeflerin işlevsizliğini gözler önüne serdi.
AB’nin ilk saha operasyonları, 1 Ocak 2003’te Bosna-Hersek’te AB Polis Misyonu ile başladı. Bunlar, daha sonra yine Bosna Hersek, Makedonya, Kongo’da barışı koruma operasyonu gibi çoğunlukla küçük çaplı ve kısa süreli, NATO imkanlarının kullanıldığı ya da daha önce Birleşmiş Milletler veya NATO tarafından yürütülen operasyonların devralınması şeklinde gelişen türde oldu.
CSDP’yi şimdiki zeminine oturtan ve 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması’nda politika kapsamında silahsızlandırma, insani yardım ve kurtarma, askeri danışma ve yardım, çatışma önleme, savaş sonrası istikrarı ve barışı koruma görevleri tanımlandı.
Bugüne kadar 37 operasyon düzenleyen AB, halihazırda 11 sivil, 7 askeri olmak üzere 18 operasyon yürütüyor.
Güvenlik boyutuyla ilgili yaşanan bir diğer gelişme de 2004’te Avrupa Savunma Ajansı’nın kurulması oldu. Ajans, kriz yönetimi için savunma alanındaki yeteneklerin geliştirilmesi, üye devletlerin savunma sanayilerinin güçlendirilmesi konularında faaliyet gösteriyor.
AB’nin 2018’de ortaya çıkan, katılımın gönüllülük esasına dayandığı Yapılandırılmış Daimi İş Birliği (PESCO) adı altında güvenlik ve savunma alanında birlikte hareket etmeyi amaçlayan projeleri de mevcut.
Bu kapsamdaki son örnek mart ayında kabul edilen Stratejik Pusula oldu. AB’nin kriz yönetimindeki rolünü güçlendirmek, savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesi, krizlere mukavemet göstermesinin sağlanması ve üçüncü ülkelerle ortaklıklar kurulması hedeflerini belirleyen belge, 5 bin kişiye kadar çıkabilecek “hızlı intikal kuvveti” oluşturulmasında anlaştı. Kara, hava ve deniz birimlerinden oluşacak, düzenli tatbikatlar yapacak kuvvetin konuşlandırılması için karar 27 üyenin oy birliği ile alınacak ve her üye ülkenin personel göndermesi gerekmeyecek.
Avrupa’nın karşılaştığı yeni sınamalarla ortak savunma ile güvenlikte işlevsellik arayışı arttı
Fransa gibi bazı etkili üyelerin NATO’yu işlevsiz bulması, ABD ile Donald Trump döneminde gerileyen ilişkiler, Rusya’nın Ukrayna’ya ait Kırım’ı yasa dışı ilhakı ve savaşla sonuçlanan süregelen saldırgan tavrı, buna karşılık ABD’nin ise Rusya yerine Çin’den yönelen tehdide odaklanması gibi gelişmeler, AB’yi kendi savunması üzerinde her zamankinden daha fazla düşünmeye itiyor.
Stratejik Pusula da ABD’nin ardından NATO’nun da Afganistan’dan çekilmesi ve Fransa’nın, ABD ile İngiltere tarafından Avustralya’dan denizaltı alımı anlaşmasında devre dışı bırakılması ve Belarus yönetiminden yönelen “hibrit” tehdit çerçevesindeki çözüm arayışlarının meyvesi oldu.
Ancak gerek Pusula gerek PESCO gibi ortak savunma ve güvenlik araçlarında karar alma prensibinin üye devletlerin oy birliği esasına dayanması yani egemenlik devrinin olmaması, bunları iddialı ve zorlu hedefler haline getiriyor.
Ayrıca savunma harcamalarında yeterli artışın sağlanamaması, askeri altyapı yetersizliği, muhtemel kriz bölgelerinde üye devletlerin birbirleriyle çakışan öncelikleri, farklı tehdit algıları gibi hususlar, CSDP’yi işlevsiz kılıyor.
Hedef NATO’ya alternatif yaratmak değil
Brüksel merkezli Egmont Enstitüsü savunma uzmanı Sven Biscop, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “CSDP, NATO’nun yerine geçmektense AB için savunma yetenekleri oluşturması açısından enstrüman sağlayabilir.” dedi.
AB’de bu yönde bir isteklilik bulunmadığına, kolektif savunma konusunun NATO’ya teslim edilmiş durumda olduğuna işaret eden Biscop, buna rağmen AB’nin savunmada stratejik özerklik istemesinin nedeninin ABD’nin Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren konularda hareket etmekte her zaman istekli olmayacağı gerçeği olduğunu belirtti.
AB’nin ortak savunma ve güvenlik politikasının üç rolü olduğunu ifade eden Biscop, bunları, “AB’nin NATO’nun 5. maddesinin dışında kalan, Avrupa dışındaki operasyonlarında özerklik sağlamak, ekipman ve teknolojik üstünlük tesis ederek savunma sanayisinde özerklik sağlamak, üye ülkelerin savunmadaki farklı çabalarını birleştirerek bu alanı Birliğin güçlü ayaklarından biri haline getirmek. Kolektif güvenlik ise NATO’ya bırakılan bir alan olmaya devam edecek.” şeklinde özetledi.
İsveç, Finlandiya’dan sonra Danimarka da Avrupa’nın yeni güvenlik şekillenmesi karşısında adım attı
Danimarka, geleneksel olarak Avrupalıların başını çektiği bir savunma formülünden ziyade, NATO’nun kurucu üyeleri arasında yer alarak, bu çerçevede kalmayı tercih etti. 1973’ten bu yana birlik üyesi Danimarka, 1992’de Maastricht Anlaşması’na halk oylamasında “ret” kararı çıkmasıyla, özel bir düzenlemeyle AB’nin güvenlik ve savunma politikalarına katılmama hakkını saklı tuttu.
Halkın geleneksel olarak Avrupa entegrasyonuna şüpheyle yaklaştığı Danimarka bu çerçevede ekonomi ve para birliğinin de dışında yer aldı.
Danimarka’nın güvenlik ve savunma politikalarına katılma konusundaki tavrında Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş, önemli bir dönüm noktası oldu. Savunma harcamalarını NATO üyelik hedeflerine uyumlu olarak gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 2’si seviyesine çekeceğini açıklayan Başbakan Mette Frederiksen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kıtanın gördüğü en büyük saldırganlık olarak nitelendirilen savaşın başlamasından iki hafta sonra, AB’nin güvenlik ve savunma ortaklığına da katılmakla ilgili referandum düzenleneceğini duyurdu.
Ülkede AB ile ilgili yapılan referandumlar içinde halkın büyük kısmının olumlu oy kullandığı referandumda, halkın yüzde 67’si savunma ve güvenlikte birlikten yana duruş gösterdi.
Halkın kararında Ukrayna’daki savaşın yanı sıra, diğer İskandinav ülkeleri İsveç ve Finlandiya’daki NATO gündemi de etkili oldu.
Danimarka’nın AB’nin CSDP’ye katılımı pratikte, Somali, Mali ve Bosna Hersek’teki askeri operasyonlarına iştirak edebilmesi, ortak askeri yeteneklerin kazanılması anlamına gelecek.
AB açısından, Danimarka’nın NATO’nun parçası olarak askeri operasyonlardaki deneyiminden yararlanmak dışında sembolik değeri bulunuyor.
AA