Balkan aşığı Türkiyeli yazar Fahri Tuna’nın Türkiye Yazarlar Birliği sayfası için kaleme aldığı “Leyla Şerif Emin; Üsküp’ten şiirle köprüler kuran Türkçe Mimarımız” başlıklı yazıyı siz değerli okuyucularımızın beğenisine sunuyoruz.
Bayan Üsküp. Üskübova. Üskübistan’ın bayan kültür bakanı.
Üsküp’ün şerifi. Yok yok şerifesi. Üsküp ondan sorulur. Bir de yanındaki yakışıklıdan.
Üsküp sırtını Vodno Dağıan dayayıp ayaklarını Vardar Nehrinde serinletmiş, daima. Bizim Leyla da Hüsrev’ine dayamış, gönlünü onda serinletmiş, daima. Bu Üsküp masalını iyi biliyoruz biz: Leyla Şirin, Hüsrev Mecnun bu hayatî masalda. İki kızçeleri Elanur ile İclal var, iki prensesleri. Onlarla büyüyor bu masal. Hem Leyla ile Hüsrev, hem masal. Şahidiz. Tanıyan herkes de şahit zaten. Gıptayla. Ve takdirle.
Emin adamdır Hüsrev. Eminidir Üsküp’ün. Şehreminidir de. Az konuşur çok yapar. Az yazar çok işler. Bir gün Üsküp’ün, – ne Üsküp’ü, bütün Makedonya’nın, – XXI. Yüzyıl sosyoloji tarihi yazıldığında, uç beyimizin Gazi Hüsrev Emin Paşa olduğu ayan beyan okunacaktır. İddiasına girerim. Görünmeyen dağdır o. Vodno kadar eski, Vodno kadar sağlam, Vodno kadar güçlü. Ve bir gün Vodno Tepesi’ne hilal sancağını dikecek Ulubatlı Hasan adayımdır o. Dedim. Dedim, sustum.
Üskübistan başbakanıdır Hüsrev Paşa, Leyla Hanım da hem first leydi’si hem kültüre bakanı. (Yazım hatası değil, bilerek yazdım, ülkenin ‘kültüre’ bakanı.)
Hüsrev Paşa, bir seksenin üzerinde boya, kumral hafif seyrek saçlı bir başa, güven ve iman telakki eden bir yüze sahiptir. Leyla ise, jönün yanına yaraşır yani bir yetmişin üzerinde uzunca bir boya, hafif sarışın kumral karışımı bir başa, keman kaşlara, kahverengi siyah karışımı gözlere sahip bir aktrisimiz. Rabbim birbirlerine mübarek eylesin.
Köprü tarihi onun da kişisel tarihi adeta. Hüsrev Emin ile birlikte çıkardılar bir ömür Köprü’yü. Birçok genci de yetiştirdiler oradan. Mehmed Arifleri; Seyhan Murtezan İbrahimi, Medadin Limani, Seyyid Emin, Seyhan Yakupi Bağdat’ları. Ve daha nicelerinin kalemlerine dokundular.
Bilen var bilmeyen var; yeri geldi, açıklayayım: Üsküp’te iki köprü vardır, biri eski diğeri yeni. İlki Fatih’in 1455’te Vardar üzerine inşa ettiği tarihî köprü, diğeri de Leyla ve Hüsrev öncülüğünce yaklaşık yirmi yıldır yayımlanan edebiyat dergisi. K. Makedonya Türkçesinin kalesi olan dergi.
Diyeyim size, – iddiamdır -, bizim Leyla, Üsküplü Yahya Kemal’in kız kardeşinin torunu, Damat Hüsrev Paşa’mız da Üsküp’ü şehreden Yiğit Paşa’nın erkek kardeşinin. Gözlemlerim budur, böyledir, buncadır. Neseben bilemem ama keseben (görünen-gördüğümüz) böyledir. Açıkâre, aşikâre hatta.
Ne zaman medeniyetimizin büyük şairi Mehmet Âğah’tan (pardon Yahya Kemal’den) söz edilse, aklıma Üsküp düşer benim. Sonra çocukluğunun geçtiği Yahya Paşa Camii. Sonra annesi Nakiye Teyze’nin metfun olduğu Gazi İsa Bey Camii. Rıfai Tekkesi, Tefeyyüz Mektebi. Sonra Köprü Dergisi. Sonra şair Leyla Şerif Emin ve mısradaşları. Leyla kardeşim bir öğretmen olarak görüyor dergiyi. Bir diriliş hareketi görüyor. Haklı da. Bihakkın hem de. Eyvallah.
Sonra Türkçe düşer aklıma. Yüz on yıllık inkıtaya (resmi eğitim kesintisine) rağmen, hâlâ sokak sokak, dükkân dükkân, çarşı çarşı yaşayan, yaşatılan, yaşanılan Üsküp Türkçesi. Billur Türkçe. Her baskıya, göçe, zorlamaya karşı, her geçen gün yeniden neşvünema yani hayat bulan Türkçemiz. Bunun görünmeyen başkahramanları Leyla Şerif – Hüsrev Emin çiftidir. Haklarını teslim edelim evvelâ.
Leyla’nın kalbi İstanbul’la atar, Ankara’yla atar, Bursa ile atar. Âkifce atar, Necipce atar, Karakoçça atar. Beyit beyit, hece hece, dize dize atar. Onun kalbi ne kadar Üsküp’teyse o kadar da Türkistan’dadır, Semerkant’tadır, Taşkent’tedir. Bakü’de Karabağ’da Şuşa’da zafer kazanan odur, Filistin’de Şam’da Bağdat’ta yüreği kan ağlayan da. Meriç’le ağlar, Akdere’yle güler, Tuna’yla çağıldar onun mısraları. Sakarya Sakarya, Yeşilırmak Yeşilırmak, Fırat Fırat söyler onun dili. Hoca Ahmet Yesevi’den aldığı emaneti Mostar’a aktaran Sarı Saltuk’un çağdaş mirasçısı olduğunu en iyi Leyla’nın yüreği hisseder. Ondandır her sevinçte, her sıkıntıda ay yıldızlı bayrağımızı kapıp meydana koşması, ondandır ülkemizdeki her badirede kaleme sarılıp hüznümüzü paylaşması, ondandır cümle cümle, mısra mısra, kitap kitap Türkçe Kalesindeki bayrağımızı dalgalandırması.
Bakınız, içinde doğduğu, kundağa sarılıp büyüdüğü Üsküp’ü nasıl tanımlıyor: ‘Nefes aldığım şehir, bazen dost gibi dertleştiğim, bazen düşman gibi kavga ettiğim. Kokusundan tanırım onu…’
Evde unutulmuş çocuklardan o. Göçlerden arta kalan kız çocuğu. Ondandır direnmeyi sevmesi. Şiir onun için, şehrin en izbe yerlerine gizlenmiş sandıklar, içini açınca ayrı bir rüya âlemi. Şiiri arayıp bulma çabasıyla geçiyor biraz da onun hayatı.
Matrak kızdır da bizim Leyla. Yerinde şakayı sever. Güzel güler, güzel güldürür. İçli, içtendir. Tıpkı Üsküp ağzı gibi. En çok da Üsküp Türkçesini anlatırken yazarken güler, güldürür. Onun için, en çok eğlendiğim alan, her kelime bir mücevher, üstü tozlu. Tozunu alınca biraz silince onu, ne kadar saf ve temiz bir Türkçe çıkıyor karşımıza. Sonra hepimiz mutlu oluyoruz, en çok da Üsküp mutlu oluyor demişti bir söyleşimizde.
Divan edebiyatını daima beslemiş, bağrından Yahya Kemal’ler çıkartmış Üsküp’teki Türk edebiyatının son bir asırlık trajedisini ne güzel açıklıyor, bir zamanlar esmiş gürlemiş, sonra durulmuş, kopmuş, yalnızlığa sürüklenmiş, sonra yine canlanmış, tutsak kelimelere hapsedilmiş, takip edilmiş, peşinde bir asker gözetimi altına girmiş, hapsedilmiş, idam edilmiş, yine ayakta durmuş, her defasında küllerinden doğmaya çalışmış, umut var yine de… sözleriyle Leyla Şerif Emin. Evet, umut daima vardır Leyla; bir yerde üç Türk varsa, orada insanlık adına merhamet adına edebiyat adına mutlaka yeşerecek umut dağları, türkü bağları, masal çağları vardır.
Kişisel hikâyemize gelince; ne zaman nerede tanıdım ben Leyla’yı, bilmem, hatırlamam. Düşünmem de. Kız kardeşim o benim. İnsan kardeşini ne zaman tanıdığını bilebilir mi hiç. Ayıptır yani. Bu sorunuzu duymamış olayım.
Bir on beş yıl vardır tanışalı, görüşeli. En az on beş yıl. Belki fazlası da. Altmış bir kere gitmişim Balkanlara. Bunun otuzdan fazlası Üsküp merkezlidir. Yahut geçişli. Hepsinde de ilk Köprü’ye selâm vermişimdir. Orada soluklanıp kendime gelince de ulu çınarın dibinde Üsküp’ün kebap ve kuru fasulyesini taam eylemeye. Ardından da Mustafa Paşa veya Murat Paşa’yı ziyarete. Sulu Han’la, Kapan Han’la merhabalaşmak, Ebu Hanife Kitabevi’nin vitrinindeki kitapların her geçişimde bana göz kırpışı… Ata yadigârı dükkânlarda Elveda Rumeli dizisinden fırlayıp gelmiş edalı esnaf yüzleri, Osmanlı sokaklarından yürüyüp giden (eriyip giden mi desem, bilemedim şimdi) Muhacir yüzlü kadınlar, kollarında sarışın mavi gözlü kızanlar, kızçeler… kubbeler, kapılar, pencereler. Bizi söyleyen bizi anlatan bizi dileyen binlerce ayrıntı üşüşür gözüme Üsküp’te. Hüzün, hicran, huzur. İç içedir hep. Umutluyumdur ama. Sağımda Leyla Şerif vardır, solumda Mehmed Arif. Üsküp’ün geleceğini temsil eden iki kardeş, iki yeğen, iki evlat.
Evlat dedim de, bizim Leyla ebru ile suya şiir yazan adam dediği Bekir Baba’nın (Soysal) ve Türkçenin derdini sırtına yükle(n)miş insan dediği D. Mehmet Doğan’ın da yeğenidir. En az benim kadar. Bahtiyar Aslan’la amca kızı, Zeynel Baksaç’la teyze kızıdır. Öylesine yakın yani.
Sonsöz: Leyla Şerif Emin, şairdir, dergicidir, akademisyendir, Türkçecidir.
Üsküp’te kültüre bakandır, Üskübistan’ın kültür bakanıdır kuşkusuz. Filen öyledir. Arkasında da gençlerden oluşan bir Türkçe ordusu.
Üsküp’ten Türk dünyasına bir köprüdür Leyla.
Türkçe köprüsüdür.
Şiirle köprüler kuran Türkçe mimarı.