Avrupa’nın jeopolitik ve ideolojik kaygılarının hukuki ve insani kaygılarının önüne geçmesinin Atina’nın sığınmacılara karşı yasadışı sert politikalar izlemesini cesaretlendirdiği herkesin malumu.
Doç. Dr. İsmail Şahin, Yunanistan’ın sığınmacı politikasını AA Analiz Masasına değerlendirdi:
Yunan otoritelerinin ülke sınırlarına ulaşan göçmenleri yasadışı şekilde Türkiye’ye geri ittiğine ilişkin ulusal ve uluslararası düzeyde birçok yazılı ve görsel kanıt bulunuyor. Bu hususta Yunanistan’ın sınır güvenliği kadar sığınmacılara karşı taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan uluslararası yükümlülüklerinin de altı çizilmesi gerekiyor. Zira Yunan hükümetinin sınır güvenliğini öne sürerek yaptığı savunmaların esasında hukuken makul hiçbir tarafı yok.
Yunan hükümetinin sınır güvenliğini öne sürerek yaptığı savunmaların esasında hukuken makul hiçbir tarafı yok
Yunanistan’ın Avrupa Birliği (AB) üyesi bir ülke olarak AB Temel Haklar Şartı’na bağlı olduğunu belirtmek gerekiyor. 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’na göre üye ülkelerin Şart’a uygun davranmaları mecburi. Burada, sığınmacılara ilişkin “geri göndermeme” ilkesi kabul edilmiştir. Şart’ın 19. maddesine göre, bir kişinin zulüm görme korkusu duyduğu veya işkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muameleye veya cezaya maruz kalmasının ciddi ihtimal dahilinde bulunduğu bir yere geri gönderilmesi yasaktır. Bu temel ilkenin esas dayanağı 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’dir. Sözleşme açık bir şekilde, ülkelerin sınırlarına ulaşmış sığınmacıların her ne şekilde olursa olsun geri gönderilmeyeceğini hükme bağlıyor.
Yunanistan’ın göçmen politikası sert tedbirlere dayalı, hukuk dışı ve insani yönü olmayan bir anlayışa dayanıyor
Güvenli, onurlu ve insani olmayan şartlar
Sözleşme ayrıca izinsizce ülke topraklarına giren mültecilere gecikmeden yetkili makamlara başvurma hakkının tanınmasını, diğer ülkelere kabullerini sağlamak için makul bir sürenin ve gerekli kolaylıkların sağlanmasını karara bağlamıştır. Açıkça anlaşılabileceği üzere, geri gönderilmeme ilkesi hem uluslararası hukukun hem de AB hukukunun temel ilkelerinden biri haline gelmiştir. Öte yandan Cenevre Sözleşmesi’ne göre sığınmacıların ulusal güvenlik veya kamu düzeniyle ilgili nedenlerden ötürü sınır dışı edilebileceğini belirtmek gerekiyor. Ancak bu durumda bile yasal süreçlerin şeffaf bir şekilde işletilmesi, mültecilere her türlü adli imkanları sunacak adil bir yargılanma hakkının tanınması zaruridir. Sınır dışı koşullarının oluşması halinde bile ihraç işlemlerinin güvenli, onurlu ve insani şartlarda yapılması kabul edilmiştir.
Yunan hükümetinin göçmen politikası incelendiğinde bu politikanın sert tedbirlere dayalı, hukuk dışı ve insani yönü olmayan bir anlayışa dayandığını iddia etmek abartılı olmayacaktır. Zira Yunan otoritelerinin göçmenleri geri itmesi, tüm ihlallerden önce uluslararası hukukun “geri gönderilmeme ilkesi”ne aykırılık teşkil eder ve bu bağlamda yasadışı bir uygulamadır. Ancak Yunan makamları Ege Denizi’nde “geri itme” iddialarını kabule yanaşmıyor. Atina bu haberlerin doğru olmadığını ve Türkiye tarafından üretilen kasıtlı iddialara dayandığını öne sürüyor.
Atina’nın gerçek dışı iddiaları
Diğer taraftan Yunan hükümeti yaptığı resmi açıklamalarda, insan kaçakçılarıyla mücadele etmek ve can kayıplarını önlemek amacıyla büyük bir özveri ortaya koyduğunu, bu sayede Avrupa’ya yasa dışı insan ticaretini büyük ölçüde durdurduğunu iddia ediyor. Ancak bu hususta Atina’dan yapılan açıklamaların ikna edici olmadığı söylenebilir. Öyle ki, mülteci örgütleri ve Avrupalı yetkililer, Yunan makamlarının uluslararası hukuku ve temel Avrupa değerlerini ihlal ettiği gerekçesiyle Yunanistan’ı açıkça kınamışlardır. Dahası Türkiye dışından çok sayıda gazeteci Yunan Sahil Güvenlik Teşkilatının Ege Denizi’nde mültecileri geri itmesine bizatihi şahit olmuş ve karşılaştıkları insanlık dışı manzarayı tüm detaylarıyla uluslararası kamuoyunun dikkatine sunmuşlardır. Gazeteciler birçok uluslararası rapora da yansıyan Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki mültecileri Türk kara sularına ittiğini bir kez daha teyit etmiş oldu.
Atina’nın bir diğer iddiası, Türkiye’nin Ege Denizi’nde düzensiz göçmen geçişlerine destek olduğu ve böylece bölgede tansiyonu yükselttiğine ilişkindir. Ancak yapılan araştırmalar dikkate alındığında Yunan makamlarının sadece denizde yakalanan göçmen botlarını Türk karasularına geri itmediğini, aynı zamanda Yunan Sahil Güvenliğine yakalanmadan adalara çıkmayı başarmış sığınmacıları da yakaladığı, Türk karasularına sürükleyip bıraktığını işaret etmektedir. Mesela Midilli adasında oldukları fotoğraflar ve elektronik veriler aracılığıyla kanıtlanan kişilerin, daha sonra botlarla Yunan yetkililer tarafından Türk karasularına terk edildiği anlaşılmıştır.
Yunanistan’ın uluslararası sözleşmeler uyarınca göçmenleri güvenli bir şekilde karaya çıkartması, kayıt altına alması ve uluslararası korumaya gereksinim duyup duymadıklarını araştırması gerekiyor. Fakat Yunan otoriteleri bu hukuki yolu izlemek yerine sığınma sürecini işletmeden insanları tehlikeli koşullarda sınır dışı etme yolunu tercih ediyor. Bu noktada AB makamlarının Türkiye’ye sığınma başvuruları kabul edilmeyen göçmenleri geri almaya devam etmesi çağrısında bulunması, oldukça şaşırtıcı. Zira Yunanistan’ın böyle bir süreci işletmediği aşikar.
Avrupa’nın jeopolitik ve ideolojik kaygıları
AB’nin bu noktada yapması gereken Yunanistan’ın sığınma başvuru sürecini çalıştırması için Atina’yı bir şekilde ikna etmektir. Mülteci krizinde şüphesiz en ağır yük Türkiye’nin omuzlarında. Öte taraftan Avrupa ülkeleri bu yükü paylaşmak için üzerlerine düşen sorumluluğu ve fedakarlığı yerine getirmekten olabildiğince kaçınmışlardır. Şimdi ise Yunanistan’a karşı caydırıcı bir politika tatbik etmeyerek Yunan otoritelerinin sorumsuzca başvurduğu tedbirlerin sürdürülmesine neden oluyorlar. AB makamları bir taraftan Atina’nın AB hukukunu ve uluslararası hukuku açıkça ihlal ettiğini ifade ederken diğer taraftan da binlerce sığınmacının Akdeniz ve Ege Denizi’nden Avrupa’ya güvenli bir şekilde geçememesine seyirci kalması, bu anlamda çelişkili bir durum. Belki de bu çelişkinin nedeni, Avrupa’da hızla yayılan yabancı düşmanı politik iklimdir. Bu iklimin Yunanistan’ın sığınmacılara yönelik cezalandırıcı yaklaşımına karşı Avrupa’dan ciddi tepkiler yükselmesini önlediği söylenebilir.
İşin en tehlikeli yanı, göçmen ve yabancı karşıtı yaklaşımın Avrupa’da giderek normalleşmesi ve sıradanlaşması. Maalesef Kovid-19 salgını nedeniyle ortaya çıkan ekonomik sıkıntılar, sığınmacılara karşı yürütülen “insandışılaştırma” ideolojisinin yaygınlaşmasını fazlasıyla etkilemiştir. Bu anlayışa göre mülteciler ulusal bütünlüğü, kamusal düzeni ve güvenliği ve de Avrupalı hayat tarzını tehdit eden; bu nedenle de yardımı ve korumayı hak etmeyen illegal mütecavizlerdir. Buradan hareketle hakim politik iklime ve uygulamalara bakıldığında, Avrupa’nın Yunanistan’ın geçişleri engellemesine örtülü bir şekilde destek verdiği anlaşılıyor.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Mart 2020’de Yunanistan ziyareti sırasında ifade ettiği, “Bu sınır sadece bir Yunan sınırı değil, burası aynı zamanda Avrupa sınırı” sözleri ve ardından Yunanistan’ı “Avrupa’nın kalkanı” şeklinde nitelendirmesi, mülteci meselesinde AB ile Yunanistan arasındaki ilişkinin jeopolitik boyutunu gözler önüne sermesi açısından dikkat çekici. Nihayetinde Avrupa’nın jeopolitik ve ideolojik kaygılarının hukuki ve insani kaygılarının önüne geçmesinin Atina’nın sığınmacılara karşı yasa dışı sert politikalar izlemesini cesaretlendirdiği herkesin malumu.
***
[Doç. Dr. İsmail Şahin Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir]
AA