Düşünce, düşünmenin sonucudur. Düşündüğünü söylemek herkesin hakkıdır. Öyle ya da böyle düşündüğü için, yadırgamak, dışlamak, hele inandırıcı olmak yerine, saldırmak hiç olmaz.
Savaş öncesi ün yapmaya başlayan Kosova’nın ünlü ses sanatçısı Leonora Yakupi, geçen gün Facebook sayfasında, Priştine merkezinde Türkiye Diyanet Başkanlığının desteğiyle yapımı başlayan camiye destek sundu.
Camiye açıkça karşı çıkan, küçük bir grupa tepkisiydi. Oysa, “Ismarlama” tepkilere karşı, caminin yapılmasından yana görüş açıklaması, bazı hayranlarından “Sen de mi Leonora!” ile başlayan, yakışıksız tepkilere, hedef oldu. Fakat, ezici hayranı, onun yanındaydı.
90’ların başında bir duvar takvimdeki fotoğrafından tanıdığım sanatçıyla, cami frekansımızın örtüşmesi, güzel bir duyguydu. Camiye karşı kamuoyu yaratmak isteyenlerin, konuya çifte standartlı yaklaşımı apaçıktı. Oysa olaylar karşısında çifte standard kullananlar, başta kendilerine, yakınlarına, yaptıkları görevleri nedeniyle ülkelerine de zarar getirdikleri bilinir.
Zamanın akışını değiştiren olaylara sahne olan Kosova’nın (1389’da l.Kosova Savaşı, 1999’da NATO müdahalesi) başkenti Priştine’de, son 30 yıllık bir zaman dilimi içinde yürütülen dini faaliyetlerin tarihine bir bakalım.
Miloşeviç rejimi tarafından 90’lı yılların başında Priştine Üniversitesi’nin avlusunda hala tamamlanamayan Ortodoks Klisesi (Siyasi amaçlı) inşa edildi. 2005’te de üniversite karşısındaki tarihi okul binası yıkıldı, temelleri üzerinde büyük bir Katolik Katedrali (Hıristiyan dünyası Kosova’nın bağımsızlığını destekler umuduyla) yapıldı. Amaç, yine siyasi.
Söz konusu Kilisenin ardından, Bosna ve Kosova’da yaşanan savaşlarda, yüzbinlerce insan kıyımı geldi, Katedralin ardından, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinden 23’ü Kosova’nın bağımsızlığını tanırken, Vatikan’dan yıllar geçse de Kosova’nın bağımsızlığını tanıma kararı, hala gelmedi.
Priştine başta olmak üzere, yaklaşık yarım yüzyıl, Cuma günleri cemaatin yaz-kış yersizlikten caminin dışında namaz kıldığına şahitim. Fakat, Priştine’deki Hıristiyan mabetlerinde, dindarların aynı sebepten ibadetlerini dışarıda yapmak zorunda kaldıklarını, görmedim, duymadım.
Öyleki, Türkiye Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’nın Neootoman (Yeni Osmanlılar) yayılmacı, siyasi amaçlı cami yaptırdığı iddiasıyla, cami yapımına karşıt kamuoyu yaratmak isteyenlerin (Visar Duriqi, Arbana Xhara….) bu çırpınışı, leğende fırtına koparmaktır. (Inşaat önünde protesto gösterisine, 5-6 kişinin katılmıştı)
Her şeyden önce, 100 bine koşan nüfusuyla, tek bir caminin bulunmadığı Ulpiyana ve Dardaniya semtlerinde yaşayan Müslümanların ihtiyacıdır, bu cami. İşte bu yüzden, karşı koyanlar samimi olmak, zorundadır.
Öte yandan, tarihten söz etmek istersek Balkanlardaki Hıristiyan mabetlerin yüzde 65’nin Osmanlı döneminde inşaa edildiğini, inşat tarihleri doğrular. Belgrad’ta, 17. yüzyıldaki 267 camiden, bugün sadece Bayraklı cami ayaktadır.
Fakat, İstanbul’da, bugün 75 kilise faaliyettedir. Bu topraklarda 600 yıllık Osmanlı idaresince, ne Priştine yakınlığındaki Gracanitsa Manastırı ne de Prizren’deki katedral yıkılıp yakılmamıştır. Mabetlerde iman olur, inata yer yoktur. Dinler arası hoşgörüyü katledenler, genelde cahillerdir. 6 kalp nakli yapsa da bu dünyadan göçmek zorunda olduğunu anlamak istemeyen Rockfeller gibisi “zavallı”, beynini kiraya verebilenlerdir.
Demokrasi, başkasına zarar vermeden, istediğin gibi yaşamanın bir şeklidir.
Demokrasilerde din yasak olmadığı gibi, dininden vazgeçmek, başka bir dine geçmek de serbesttir. Sözde çağdaş ülkelerde, hatta eşcinsellerin evlenmeleri de yasallaşmıştır. Öyleki, özellikle bizim eski dinimiz başkaydı, diyenler eski dinlerine dönebilir, suç değildir.
Dünya iyidir, yaşamak güzeldir, bu böyle iken, çıkar amaçlı nefret yaymak ne demek? Dünyayı yok etmek isteyenlerin, “Covid-19 değirmenine”, su götürmektir. Suyu, Yunus’un Sevelim sevilelim… değirmenine, lütfen…