Karabağ’ın özerklik talebi, kendi kaderini tayin hakkının koşulları olan; sistematik insan hakları ihlallerine maruz kalma, “halk” unsuru, ana devlette yaşayan tüm halkın onayı ve ana devletin rızası kriterlerini taşımıyor.
Mehmed Ismayılov, Karabağ’ın ayrılıkçı gündeminde Kosova’nın bağımsızlığını örnek almasının uluslararası hukuk bağlamında ne derece geçerli olduğuna dair değerlendirmeyi, AA Analiz için 3 soruda kaleme aldı.
1 • Karabağ’ın, Kosova bağımsızlaşma sürecini örnek alması gerçekçi mi?
Kosova, 17 Şubat 2008’de Sırbistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan ederek ayrıldı. Uluslararası toplumun çoğunluğu tarafından Kosova’nın bağımsızlığı desteklendi. Bu da farklı coğrafyalardaki ayrılıkçı güçlerin Kosova örneğine vurgu yaparak ayrılıkçı eylemlerine meşruiyet kazandırmalarına neden oldu. Örneğin 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından ilhakından sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in; “Batılı meslektaşlarımızın çok benzer bir durumda kendi elleriyle oluşturdukları Kosova davası Kırım için de uygun bir emsaldir.” ifadeleri olası ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkma tehlikesine ışık tutar mahiyette.
Uluslararası Adalet Divanı (UAD), 22 Temmuz 2010’da Kosova’nın tek taraflı bağımsızlığına ilişkin danışma görüşünü açıkladığında, Ermenistan hükümeti ve Karabağ’daki Ermeniler “Divan, Kosova’nın bağımsızlığının meşru olduğuna karar verdi. Divan’ın Kosova kararı, Karabağ için de emsal teşkil edebilir.” şeklinde açıklamalarda bulundu. Ayrılıkçılar, bunun “halkların kendi kaderini tayin hakkının gerçekleşmesinin bir başka tezahürü” olduğu teziyle Kırım’ın ilhakını da destekledi. Son dönemde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan da uluslararası topluma Karabağ’ı tanımaya yönelik çağrılarda bulunuyor. Ancak kendi kaderini tayin hakkına ilişkin kurallar inceliğinde Karabağ ve Kosova arasında herhangi bir benzerliğin olmadığı görülmektedir.
2 • Kendi kaderini tayin hakkı nedir ve şartları nelerdir?
Kendi kaderini tayin hakkı, bir devletin insan unsurunun kendi hükümetini seçmesi ya da halkın kendi iradesi altında yaşadıkları veya yaşayacakları hükümet şeklini seçme hakkı olarak ifade edilebilir. Bu hak uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olarak kabul edilse de yasal meşruiyeti üzerinde farklı görüşler bulunuyor.
Kendi kaderini tayin hakkının ilk uygulamaları, Birinci Dünya Savaşı döneminde gündeme geldi. Bu dönemde sömürge altında yaşayan halklar bu hakka atıf yaparak bağımsızlıklarını elde etti. Dolayısıyla kendi kaderini tayin hakkı o dönem için soykırıma, ırkçılığa ve göçe maruz kalan halklara tanınan bir hak olarak uluslararası hukukta yerini aldı. Günümüzde ise sömürge yönetimleri mevcut olmadığı için bu hakkın uygulanmasının meşru dayanakları bulunmamaktadır.
Kendi kaderini tayin hakkı Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 1. maddesinin 2. paragrafında ve 55. maddesinde düzenlenmiş durumda. Her iki düzenlemede de bu hakkın oluşabilmesi için barışçıl ilişkileri geliştirmesine ve dünya barışının sağlanmasına vurgu yapılıyor. Ayrıca kendi kaderini tayin hakkının uluslararası hukukun en önemli ilkelerinden biri olan “toprak bütünlüğüne saygı” ilkesine de aykırı olmaması gerekiyor. Bu bağlamda kuvvet kullanma yoluyla yapılan bağımsızlık hareketleri “toprak bütünlüğüne saygı” ilkesine aykırıdır ve kuvvet kullanma yasağının ihlal eder.
BM Antlaşması’nı hazırlayan Komite; kendi kaderini tayin hakkının “ne olmadığı” hususunda; bir gruba yönelik ağır insan hakları ihlalleri olmadığı sürece bu kişilerin bağımsızlıklarını ilan ederek yeni bir devlet kurmalarının veya yabancı bir devletle birleşmelerinin bu kapsama girmediğini ifade etti. Uluslararası Hukukçular Komisyonu’nun (UHK) Aaland Adaları davasında ulaştığı sonuca göre kendi kaderini tayin hakkı kapsamında ülkenin belirli bir bölgesinde yaşayan belirli bir grubun bu yönde irade beyanı, tek başına yeterli değildir. Tüm ülke nüfusunun ayrılmayı onaylaması ve “ana” devletin rızası da gerekiyor. Örneğin, SSCB’den ayrılan Estonya, Letonya ve Litvanya’nın BM üyelikleri, ancak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından tanınmalarından sonra gerçekleşti.
3 • Kosova ve Karabağ arasındaki farklar nelerdir?
Kosova’nın statüsü 1946 tarihli eski Yugoslavya Anayasası’nda “özerk bölge” olarak düzenlendi ve daha sonra bu statü yükseltilerek diğer altı kurucu cumhuriyetle aynı düzeye getirildi. Bununla birlikte 1977 tarihli SSCB Anayasası’nın 72. maddesinde her bir kurucu cumhuriyetin SSCB’den özgürce ayrılma hakkı düzenlense de özerk bölgeler hakkında herhangi bir hüküm bulunmuyor. Bu Anayasa’da Karabağ için ayrılma hakkına yer verilmedi ve bu bölge eski SSCB cumhuriyetleriyle eşit haklara sahip değildi. Bu bakımdan eski Yugoslavya Anayasası’nda Kosova için ayrılma hakkı öngörülmüşse de SSCB Anayasası’nda Karabağ Azerbaycan’a bağlı özerk bölge olduğu için Karabağ’la ilgili böyle bir hakka yer verilmedi.
Kendi kaderini tayin hakkının oluşabilmesi için ana devlet tarafından belirli bir gruba yönelik sistematik insan hakları ihlalinin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu hakkın kullanılmasına üçüncü devletlerin destek sağlamaması da bir diğer gereklilik. Kosova’yı bağımsızlığa sevk eden neden Sırbistan tarafından Kosovalı Arnavutlara yönelik şiddet eylemlerinin uygulanmasıydı. Ancak Azerbaycan toprağı olan Karabağ’da Ermenistan devletinin yardımıyla Ermeni silahlı güçleri bölgede yaşayan Azerbaycanlılara yönelik etnik temizlik niteliğine ulaşan şiddet eylemleri gerçekleştiriyor. Bu bakımdan Ermenistan’ın Karabağ davasına yoğun şekilde müdahil olması, Kosova’nın tartışmalı bölge üzerinde herhangi bir emsal teşkil etmesine engeldir.
Ayrıca hem Karabağ’da hem de çevre bölgelerde bulunan Azerbaycanlılar, Ermeniler tarafından doğuya doğru sürülüyor. Dolayısıyla Karabağ’daki bağımsızlık hareketi, halkın kendi kendini yönetme iddiasının saf bir yansıması değildir. Kendi kaderini tayin hakkının öznesi “halk”tır. “Halk” kavramı devletin ülkesinin sınırları içerisinde yaşayan herkesi kapsamaktadır. Dolayısıyla belirli bir etnik grubun ayrılma isteği kendi kaderini tayin hakkının “halk” unsurunu karşılamamaktadır.
Karabağ’ın Azerbaycan Cumhuriyeti’nin egemenliği altında bulunduğu, gerek Alma Ata Bildirisi çerçevesinde gerek Azerbaycan ile Ermenistan’ın Birleşmiş Milletlere üyeliklerinin incelenmesi kapsamında itirazsız kabul edilmiş durumda. BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 yılında kabul ettiği dört karar da aynı yaklaşımı benimseyerek, Karabağ uyuşmazlığının Azerbaycan’ın ülke bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığı ilkelerine uygun biçimde çözümlenmesi gerektiğini vurguladı. Öte yandan, AİHM’in Chiragov Kararı da kendi kaderini tayin hakkının Ermenistan’ın askeri, siyasi ve ekonomik nüfuzu altında bulunan Karabağ açısından gerçekçi bir çözüm oluşturamayacağını ortaya koyuyor.
Sonuç olarak Kosova davası kendine özgü (sui generis) kalmalıdır. Karabağ’da bir grup Ermeni tarafından öne sürülen özerklik talebi kendi kaderini tayin hakkının koşulları olan; sistematik insan hakları ihlallerine maruz kalma, “halk” unsuru, ana devlette yaşayan tüm halkın onayı ve ana devletin rızası kriterlerini taşımıyor ve bu tür talepler Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne tehdit oluşturuyor.
[Mehmed Ismayılov, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, uluslararası hukuk alanında doktora çalışmalarına devam etmektedir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
AA