2017’nin kapısında

Gelen yıla karşı tarafsızım. 2017’nin nasıl olacağını bilmiyorum ancak geride kalan 2016’nın bitmesine seviniyorum. Takvimle belki hiç alakası yok ama zor bir seneydi. Ülkemde ne köy ne kasaba, ne kokar ne bulaşır bir hal, bir belirsizlikle gerginlik arasında havasız bir durum vardı. Eski bakanlar içeriye atılır serbest bırakılır, yolsuzluklar, hırsızlıklar, parasızlıklar, ümitsizlikler, karamsarlık… Medya etkisinde günden güne artıyor bu, en çok şikâyet eden marka giyen marka içen marka araba kullanan tayfa. Sanki kirli ve sisli hava ortamında kapanmışız, ne bir taraftan esiyor, ne de boğuluyoruz.

Sevdiğim Türkiye’de terör saldırıları, bir darbe girişimi (o da üst-terör sayılır), Suriye sığınmacıları, dünya örgütleri tarafından verilmiş ve tutulmamış sözler, sanki umumi bir memnuniyetsizlik için sahne hazırlanıyor. Ancak tüm tuzaklara rağmen konuştuğum insanlar arasında hâlâ şükreden, ümitvar olanlar var. Bir de çağdaş Türk yazarları arasında en sevdiğim, en çok takdir ettiğim yazar 2016’da Türkiye Cumhurbaşkanlığı’ndan hak ettiği ödülü aldı. İslam dünyasında da durum malum, her gün okuyoruz, her gün düşünüyoruz. Sizin bilmediğiniz, düşünmediğiniz şeyleri ben de söyleyemem.

ABD’de yeni başkanın seçimi mevcut pasta üstünde bir vişne. Avrupa’da ırkçı hareketler bayraklarını açmış, kimse artık nefret dilinden, faşizmden, ırkçılıktan utanmıyor, orada da terör saldırıları var. Hadi kalk da el âleme “İslam terörü” kavramının tam anlamıyla oksimoron olduğunu anlat. Yok ya, kim inansın. İnansalar bile, İslamofobi kavramının ne anlamı kalır? Fobi demek korku demek, hâlbuki korkulacak bir şey yok. Medeni değerlerini korumasıyla övünen kültürlere nefret kavramı yakışmaz. Hatta hiçbir din mensubuna yakışmaz. İnsanlar dinsizleşmiş, zahirde her ne kadar dinlerine sahip çıktıklarını gösteriyorlarsa, ortada ne din, ne inanç, ne de ihsan görünür. Bir tüketici medeniyet meyvesi olarak din de paketlenmiş, satılığa çıkarılmış, o kadar. Zaten, eskiden bayramlarda mabetlere gidilirdi. Bayram arifesinde de. Cami, kilise, tapınak ne olursa olsun. Şimdi bayramlarda, hafta sonlarında, bayram arifesinde vaktimizi zamane mabetlerinde değerlendiriyoruz. Alışveriş merkezlerinde. Vitrinlere bakılır, soyunma odalarına girilir, poşetler doldurulur, bu da bir nevi ayin oluyor. Yemekler yenir, topluca eğlence, toplu ayinler, küresel yemek kültürü, yemek sanayisi…

Şimdi sevgili okurum, sen de biraz aynaya bak, evde değilsen, hadi bulunduğun AVM’deki bir aynaya bak da bu yeni dine mensup olmadığını iddia et. Paralar çeşitli isimleriyle zikredilir. Gece tefekkürü de paraya ait. Nasıl daha çok kazanayım, nasıl kazanıp da borçlarımı ödeyeyim, krediden kurtulayım, çocuklarımı okutayım, falanca şeyi satın alayım, yok düğün, sünnet, bebek parasını nasıl temin edeyim, yoksa sadece elektrik-su-kira faturasını ödeyeyim… Tefekkür konusu da o, uyutmaz. Bir evde veya okulda öğrendiğin din var da, bu konzumerizm denen ikincisini zaman içinde bir şekilde kabul etmişsin gitti. Boynunda haç olanlar da, kafalarında başörtüsü olanlar da, laikliklerini ön plana çıkarmaya can atanlar da bu tapınaklara gidiyor.

Ağır konulara daldım, şimdi eğlence zamanı. Bayram havası, yeni yıl falan. Bana değil desen, benim için bir anlamı yok desen, hadi şimdi olduğun yerde kendi doğum tarihini, çocuklarının, kardeşlerinin doğum tarihlerini, evlenme tarihini söyle bakalım. Hicri takvime göre mi? Hicri takvime göre doğum tarihin ezberinde var mı? Gregoryen takvimin senin için anlam taşıdığını başkasına anlat, ben yutmam. Yılbaşı gecesini nerde ve nasıl geçirdiğini sorsam olur mu? Kaşlarını çatmışsın görüyorum. Sen dur, ben anlatayım yılbaşı gecelerimi.

Çocukluğumda evde, televizyon başında… Ertesi gün tatil diye erken yatmak zorunda değildik. Televizyonda güzel filmler verilir. Çoğu zaman misafirler de vardı, annem (o gün işten erken gelebildiği için) güzel yemekler yapar, sofraya dizerdi. Uykumuz gelince genellikle oturma odasında yığılır, daha sonra biri pijamamızı giyer yatırır (sabah yatakta üstümde pijama ile uyandığımda öyle olduğunu tahmin ediyorum, yoksa hatırlamak mümkün olamaz). Ertesi gün uyandığımızda (öğlen) Wiena Konseri, bir sonraki gün Saraybosna’nın etrafında bir dağa gitme, kayıklar, kareli masa örtüleriyle unutulmaz dağ hotel veya kafeteryalarında kuşburnu çayı, annemin sabah hazırladığı etli-kaşarlı ekmek araları…

Bu ritüel lisenin sonunda değişmeye başlamış. Okul arkadaşlarının hepsi yılbaşı gecesinde bir yerde oluyorlar yaşıtlarıyla birlikte. Nasıl olduysa bunu bir kere rahmetli babamın yanında söyledim, kendisi de hemen çözüm buldu. Arkadaşlarını eve davet et, burada eğlenin, elbette arkadaşlar arasında gitar çalan da var, şarkı söyleyen de. Kızlı erkekli bir grup, çevremizdeki arkadaşlar vardı. Alkol içen yok, zaten evimize alkol girmez, girmedi de. Belki ebeveynler arasında gizli bir anlaşma olmuş, ne bileyim, bir sene bizim evde, bir sonraki sizin evde çocuklar toplansın. Onlar bir arada olmasalar, başka yerlere giderler, başka insanlarla. Bu şekilde hem birbirimizi koruyorduk, hem de ebeveynlerin baskın olmayan bir denetimi altındaydık. Yılbaşı gecelerinde de, iftarlarda da, kandillerde de… Yeter ki ertesi gün tatil olsun. Aşklar da vardı, sormayın. Tek taraflı olanlar da, karşılıklı olanlar da. Fakat bir kere bile sınırlar geçilmedi. İnsanda nefis baskın olur, hem de gençlerde, şuur da bir anda kaybolur gider, biz ise bu şekilde birbirimizi koruyorduk.

Üniversite yıllarım da öyle geçti. Kızlar bir şey hazırlıyor, erkekler de kola, meyve suları, kahveleri getiriyorlar. Yoksa arkadaşlar arasında para toplanır, isli etler, peynirler, börekler alınır. Değişiklikler sadece çevremize yeni birinin girmesiyle olurdu. Birinin yeni arkadaşı, sevdiği, sempati duyduğu kişi. Kurallarımız belli, bize uymayan gelmez. Gelse de kendini aramızda bulmasa, gider. Gitar eşliğinde şarkılarla devam ettik. Bizden yaşça büyükler evlenmeye başladılar. Çocukları olunca bu yılbaşı gecelerine gelmez olmuşlar.

Yaşıtlarımız arasında ilk evlenen biz olmuştuk. Arkadaşlarımızı yalnız bırakmak istemedik. Araya savaş girdi, biri bu tarafa biri başka tarafa. Bizden sonra evlenen Lebiba ve Amir’le bu buluşmalara devam ettik. Lebiba’nın kardeşleri de var, arada bir ortak arkadaşlarımızdan birileri de. Çocuklarımız da ordaydı. Uykusu gelen oracıkta yığılıverir, misafirler gidince bulaşıkları toplarken onları da toplar yatırırdık. Daha doğrusu kimi bulaşıkları makineye, kalan yemekleri dolaba, kimi çocukları yatağa yerleştiriyor. Çocuklar da büyüdü, kimi berisine, kimi ötesine gider. Biz kaldık. Bu sene biz Lebiba’nın evindeyiz. Her zamanki gibi yatsıdan sonra. Oturur sohbet ederiz. Dertleşiriz. Belki çocukların istikbali konuşulacak. Yemekler yenecek. Eşim çevremizin vicdanı olarak artık geç saatlerde yemek yememeliyiz diyecek, tabağına bir iki çeşit salata, zeytinyağlı koyacak. Ertesi gün tatil. Sabah namazından sonra tekrar yatağa girilecek. Ertesi gün öğlen Wiena Konserini dinleriz. Yılbaşı gecesini kutlamak maksadıyla değil (Kutlanacak şey olursa, 2016’nın gidişi olurdu bu). Hedef, sadakatle birbirimizi korumaya devam etmek. Artık eski dostlarla sadece iftarlarda buluşuyoruz. Bir de düğün veya taziyelerde. İlkbaharımızda yolumuzu saptamamışsak, sonbaharımızın eşiğinde de kendimizi bu yeni tapınaklara tamamıyla kaptırmayalım.

2017’nin 2016’yı aratmaması temennisiyle…

Read Previous

Görevi, Müslümanlarla ilgili yanlış haberleri düzeltmek

Read Next

‘Millet gerçek kararı verecek’

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *