Rumeli’den Anadolu’ya Mektup

Bilirsin, dönmeyeceğimizi bildiğimiz bir yola gülerek, beraber çıkmıştık; dönmek gibi bir niyetimiz de yoktu. Üzerinde yaşadığımız bütün topraklar kanla sulandı, büyük bedeller ödedik. Dökülen kan barış içindi, adalet içindi. Gittiğimiz her yere vatan dedik, şehit düşen her askerimizi o toprağa gömerken bir gün ayrılacağımızı düşünmedik. Bunu düşünmediğimiz için de her karış toprağı nakış gibi işledik, yeşertmeye çalıştık, insanlar hür ve özgür yaşasın diye onlar için en güzel mekânları kurduk; dini, dili, milleti, ırkı ne olursa olsun hoşgörüyü aşılamaya çalıştık.

Ben sende doğdum Anadolu, senden yola çıktım Balkanlara, yanımda da ardımda da önümde de sen vardın. Akıncıların ardından aktık biz de oralara, senden izler taşıyorum hâlâ yüreğimde, bu da en büyük ispatı değil mi senden olduğumun? Bana tarihini anlat deme, biraz kırgınım bazı tarihçilere, tarihi yazıyorum diye yalan yanlışla doldurulmuş kitaplara. Büyük milletler tarih “yapar”, küçükleri ise onu yazar. Biz yeterince yazamadık, hata biraz belki de bizde, yine de bir şey diyemem. Hatırlasın ilk gelişimizi, yüz yıl gibi kısa sürede kazandırdık buralara kimliğimizi. Her şehirde bir anne dokunuşu gibi işledik medeniyetimizi, Sinanlar işledi en büyük tarihi eserlerimizi, Fatihler ile fethettik tüm gönülleri. Hanlarda dinlendik, kervansaraylarda uyuduk, secde ettik, Allah’a mihraplar diktik alınlarımız unutmasın diye Yaradan’ı, dua etmek isteyen herkesin kutsal mekânını koruduk. Balkan ulusları çoktur burada, bak bugün hiçbiri kimliğini, dilini, dinini unutmuş değil. Nankörlük edip saldırıyorlar ya bazen, oysa varlıklarını da kültürlerini de en güçlü değerlerini de koruduğumuz için bize borçlular. İşte, ayrı kaldıktan sonra burada çok şey gördüm. Beş asır boyu huzurlu yaşam sürenler yüz yılda perişan oldular. Kurduğumuz birçok köprü hâlâ dimdik ayakta, nehirleri sarıyoruz hâlâ, geçsinler diye ırmakları köprüler, içsinler diye suları nice çeşmeler yaptırmıştık; onlarla avunurum şimdi.

Ey Anadolu, hüzünlenme, seni üzmek için yazmıyorum ben bunları ama beş asırlık bir medeniyeti 13 ayda kaybettim ben. Apar topar toparlandı askerler, akıp gitti ellerimden tutamadım hiçbirini. Çok kan döküldü çok. Beni orada anlatıyor musun çok merak ediyorum, yoksa bir iki sayfalık yer mi kaplıyorum tarih kitaplarında? Hiç şiir yazdılar mı benim için; kaç roman yazıldı sahi, hikâyeler çok mu? Çocuklar tanır mı beni, beraber nasıl bileklerimizi sıvayıp er meydanında nasıl düşmanı yendiğimizi anlattın mı hiç? Rumeli elden çıktıktan sonra “Ona ne oldu” diye sordular mı?

Bilirim eskiden şımarık bir çocuktum, biraz da deli dolu. Hatta kaç kez kıskandılar beni, yeter Balkanlar ile uğraştın, Balkanı bağ bahçe ettin. Ben de senin evladındım ama sonra bir gün toparlanıp döndün geriye ben de burada unutuldum sandım. Bir velvele koptu, herkes çığlık çığlığa, benim gözüm seni aradı oysa herkes gidiyor, sürü sürü göçler ediliyor, “beni de alın yanınıza” diyemedim. Şimdi her sevda şarkısı bana seni hatırlatıyor. Unutursun dediler, biraz zaman geçsin unutursun ama gel gör ki unutamadım. Bazen üzerimden söktüler taşları, bazen de yaktılar, yıkınca unuturum sandılar. Elimde kalanlarla tutundum hep sana. Evlatlarım var, torunlarım var kimisi duramadı burada göçtü yanına, kalanlarla bu yüzyıl içinde ne savaşlar verdim bir bilsen. Kolumdan tuttular, yanımda durdular, dillerini susturdular, yeri geldi konuşamadılar, anlatamadılar, yeri geldi haykırdılar kurşun yediler, azala azala azınlık dediler sonra ama hiç azalmadı yüreğimin yangını.

İstanbul nasıl, hâlâ eskisi gibi güzel mi? Fatih ne savaşlar verdi onun için bilirsin, orası fethedilmeden önce buralarda beraber top koştururduk. Top dedim de, Fatih topçu ustalarla planlarını Üsküp’te çizmişti. Sultan Murat tepesinde otağını kurmuştu. Yıldırım ile gelmiştik bu topraklara, Hüdavendigar’ın topraklarından koşup aldı o da İstanbul’u. Ah, o eski zamanları hatırlayınca ne kadar da yaşlandığımı görüyorum. Ama şunu bil burada hâlâ isimler aynı, bakıyorum çocuklar koşturuyor sokaklarda birinin adı Mehmed, birinin Orhan, Fatih olanlar da çok hâlâ. Umutlanıyorum. Onlar pes etmedi, belki biraz kırgınlar ama geçecek hepsi. Bilir misin “Siz kimsiniz” diye sorsan “Biz Evlad-ı Fatihanız” diyorlar. Hiç gitmedikleri için belki de hep devam etti onlarda bu gelenek.

Ah Anadolu, bu aralar biraz daha iyiyim, çok gelen giden oldu, selamını hep alıyorum. Öyle dostlar kazandım ki yine senden gelen, hep dertleştik onlarla. Nasıl koptuk biz diye çok kez de soruyorum kendime, düşmandan zayıf değildik buna eminim, az da değildik onlardan sayıca, neden böyle kolay oldu kopuşumuz diye aklıma tuhaf sorular takılıyor. Velhasıl olacağı varmış diyelim, kader diyelim. Kader bazen bizi yine yüz yüze getirir elbette. Ama yokluğunla başa çıkmak çok zormuş.

Şimdi senden gelenlerden bir ricam var… Benim evlatlarım, beni hiç yalnız bırakmayanlar, benim yaralarımı saranlarla burada kaldıklarım, ben onları biraz da gururlu büyüttüm, bu yüzyılda boyun eğmelerini istemedim hiç kimseye. Olur da bir gün kardeşleriyle yine buluşurlar diye medeniyetlerini unutmalarını istemedim. Anneler evlatlarını dualarla büyüttü, abdestsiz bir damla süt emzirmediler, anlattılar daha çocukken onlara maziyi, okuttular, yabancılara özenmesinler diye doğru düzgün büyüttüler.

Bilsen burada ne oyunlar oynandı, kardeşi kardeşe düşman ettirmeye çalıştılar, hele ki milletleri farklı olunca daha çok tuz bastılar yaralara. Çok gelen giden oldu, bir şekilde korundular, hele ki tarihini bileni, kültürünü tanıyanı, medeniyetin asaletine güvenenleri, İslami terbiye alanını hiç kandıramadılar. İster Türk olsun, ister Arnavut, ister Boşnak, kardeşliğe önem vereni, Batı’nın oyununu bileni kandıramadılar. Tarihten ders almak onlara düştü yine. Şimdi özünü bilene ve koruyana sen kenara çekil dersen incinir hepsi. Hani bir söz vardır, “Siz giderken biz dönüyorduk”, biraz da olsa bu bölgeyi tanıyanları incitmeden selamlaşalım. Her akşam sofra kurup sevdiğinin dönmesini bekleyenler vardır hani, uzun yıllar sonra gelirse sevilen, sevenine “yemeğin tuzu çok olmuş “ deyip dudak bükerse ne anlamı kalır ki o yemeğin? Hâlâ ayrıyız ve inan hâlâ yaralarımız çok taze. Yüz yıl nedir ki tarihte, hangi yara kapanır şu dönemde? Hele ki gönüllere taht kurayım derken gönül ezersen ne anlamı kalır o tahtın? Biz öyle miydik eskiden hele söyle, fetihten önce gönül fethederdik biz, bileğimizden önce yüreğimiz genişti. İki el bir olunca anca daha güçlü olunur. Çok şükür ki sen güçlüsün Anadolu, her şey gelip geçer, derdin de büyük gönlün de. Her zorluğu atlatırsın sen, zaferlerin bol olsun inşallah, uzakta da olsam hep takipteyim.

Beni soran olursa, “İyi işte, nasıl olunur ki sen gittikten sonra…” Arada böyle hüzünlenirim bana bakma, sen gittikten sonra ben yarım kaldım çünkü. Edirne’me de selam söyle, gözlerinden öperim Anadolu, Allah’a emanet ol…

Diyar-ı Rumeli

Read Previous

“Siz kimsiniz de bizim kutsalımıza saldırıyorsunuz”

Read Next

İstanbul’da “Balkanlarda Türkçe Dergi Yayıncılığı Paneli” düzenlenecek

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *