Kaybolan Şehir

Kaybolur şehirler, tıpkı insanlar gibi. Unutulan bir eşya, eskiyen bir fotoğraf albümünde kaybolan anılar gibi. Peki, kaybolurken ne olur? Gözümüzün önünden gitmesi midir kaybolması yoksa bize ait olmaması mı? Bir coğrafya düşünelim. İçinde birden çok din barındıran. Farklı dilleri konuşan insanların aynı köylerde, kasabalarda yaşadıklarını düşünelim. Cetvelle çizilemeyen sınırlara beşeriden çok kültürel sınır çizebileceğimiz bir coğrafya. Balkanları düşünelim. Bir tek soğuk hava dalgasının gelmediğini bildiğimiz Balkanları. Müslümanı, Ortodoks ve Katolik’i, Yahudi’si ile dinler mozaiğini oluşturmuş durmuş. Öyle bir coğrafya olarak düşünmemiz gerekir ki Balkanları Türk’ü, Boşnak’ı, Arnavut’u, Bulgar’ı, Sırp’ı, Hırvat’ı, Yunan’ı, Romen’i, Makedon’u, Karadağlısı, Ulah’ı, Torbeş’i, Pomak’ı ve daha bir sürü millet adeta rengârenk gökkuşağını oluşturmuşlar.

Kız alıp verilmiş, aynı camilerden aynı kiliselerden cenazeleri kalkmış. Dinlerine göre millet farkı yapılmaksızın aynı mezarlıklarda gömülmüşler. Ama birbirlerini içten içe sevememişler. Osmanlı döneminde 500 yıllık Türkçe varlığı göz ardı edilemez bu coğrafyada. Peki, bu gün nasıl bir varlık var karşımızda. Bir şehir düşünün yüzyıllardır Türkü, Arnavut’u ve Makedon’u ile beraber kardeşçe dostça yaşamayı bilmişler. Birbirlerinden kültür alıp kültür vermişler. Zenginlikleri farklılıkları değil zenginlikleri olmuş yüzyıllarca. Ve şimdi o şehirde dolanırken başıma gelen trajik komik bir anımı anlatacağım. Bir arkadaşımla dolanırken pastalarının son derece güzel olduğunu düşündüğümüz bir pastacının içine girdik. Kimin arkadaşı soru sormadan dayanamaz. O pasta neyli? Bu pasta neyli derken? Çikolatalı güzel bir pasta gözüne ilişti. Fındıklı mı diye sormak istedi arkadaşım. Soramadı, Arnavutçası yetmedi çünkü. Pastacı Arnavut’tu. Sonra Makedonca diline döndü. Makedonca dilinde sorunca ikinci şoku yaşadım. Pastacı Makedonca bilmediğini söyledi. Şansını Türkçe denemek istedi arkadaşım ama ondan da bir hayır gelmedi. Uzaktan bakıp keşke İngilizce konuşsalar dedim. Sonra pastacı abi bilgisayarda Makedonca ‘’Leşnik’’ kelimesini yazarak bunun fındık olduğunu öğrenince evet dedi evet o pasta fındıklı bir pastaydı.

İnsan kendini bulamamalı, hep aramalı. Düşündüm de düşündüm. Beş yüz yıl konuşulan bir dil bilinmiyor. O devletin resmi dili biri tarafından bilinmiyor. Yüzyıllar boyu kardeşim dediğin aynı camide namaz kılıp aynı mezarlıkta gömüldüğün adamın dili bu taraftan bilinmiyor. Peki, bulamadığımız daha ne kadar çok şey var. Neler aranmalı? Nerelerde aranmalı?

Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir!

Ayrılığın bıraktığı hicran derindedir.

Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,

Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.

Kendimizi aramaya gerek kalmadan. Olduğumuz gibi bulacağımız. Övündüğümüz kadar gerçekten çalıp herkese her şeye olan saygımızı koruyup yaşama yaşayana saygıyla bakacağımız nice yarınlara.

 

Read Previous

Azerbaycan’dan Bulgaristan’a doğalgaz tedarik perspektifleri ele alındı

Read Next

Bosna Hersek’in önde helen hukukçularından Fahriya Karkin hayatını kaybetti

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *