
Modern dünya bize özgürlüğü, altınla örtülmüş zincirlerle dolu bir sokaklar şehri arasından seçim yapabilme gücü olarak sunuyor. Bizler kapıyoruz, seçiyoruz, biriktiriyoruz – arzularımızın kölesi olup çıkıyoruz; tıpkı kendi yaptığı bala boğulan bir kelebek gibi. Zamanımızın paradoksu işte budur: Ne kadar çok “sahip olursan”, o kadar derine batarsın kendi egonun açtığı kuyuya.
Oysa maneviyat yolu garip bir özgürlük sunar: zincirleri koparan bir teslimiyet. Denizden ayrılmanın acısını hisseden bir su damlası gibi – ta ki sonsuzlukta yok olmanın aslında kaynağa dönüş olduğunu anlayana dek. Bu teslimiyet bir kırılma değil, bir erimedir; ay ışığının kendi başına parlamayı bırakıp, güneşin yansıması olduğunu kabul etmesi gibi. Teslim olan, ismini yitirip okyanusu kazanan bir nehir olur.
Dağdaki yaşlı incir ağacına bakın. Kökleri kayalara öyle derinlemesine sarılmıştır ki, adeta prangalı gibidir. Ama tam da bu “esaret”, dallarını yıldızlarla buluşturacak gücü verir ona. Onun özgürlüğü, prangaları birer öpücük gibi kabul edişinden doğar.
Maddi dünyada bizler, dönen bir çarkta koşan hayvanlar gibiyiz: havuç ne kadar yakındaysa, çark da o kadar boş döner. Ama Allah katında teslimiyet, bizi gökteki özgür yıldızlara dönüştürür: onlar yerçekimine karşı savaşmaz; tam da o yasayı kabul ettikleri için kusursuz bir dansla hareket ederler. İşte sır budur – özgürlük yasayı yıkmaz, onun görünmeyen ritmiyle dans eder.
Bir çocuğun elindeki tohum düşünün. Eğer diretirse: “Ben değerli bir taş olarak kalacağım!”, o zaman kurur gider. Ama toprağa gömülüp yok olmayı kabul ederse, gelecekte çocukların gölgesinde oynayacağı bir ağaca dönüşür. Benliğin ölümü, hayatın doğumudur.
Her “Ben istiyorum!” sözü bir hapistir. Oysa her “Sen ne dilersen!” niyazı zinciri koparan bir anahtardır. Eski bir kandil gibi: özgür olan, alevin neden rüzgarda savrulduğunu sorgulamaz. O yanar ve ışık saçar. İşte bu saf varoluştur – kendini, Büyük Ressam’ın elindeki bir fırça olarak bilmek; “benlik”, yayılan ışıkta eriyip gider.
Bir kozmik kara deliği gözlemleyin. Direnmeden her ışık huzmesini içine çeker. Ve tam da bu mutlak teslimiyetin içinde, merkezindeki patlamayla yeni galaksilerin doğmasına vesile olur. Erime, yaratmadır.
“Gerçekten özgür olan, içindeki putları yıkandır: ‘Ben’ putunu, ‘Şimdi’ putunu, ‘Gerek’ putunu. Adı olan Okyanusta eridiğinde, Dalgalar söze dönüşür, Ve sessizlik – en yüce dua olur.”