Prof. Dr. İsmail Bardhi geçtiğimiz günlerde vefat eden Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu’nu anlattı

Kuzey Makedonya ve Balkanların önemli münevverlerinden ilahiyatçı – yazar Prof. Dr. İsmail Bardhi, geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan Tefsir akademisinin öncü ismi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu’nun Balkan Müslümanlarına yönelik ilgi ve alakasını anlatan bir yazı kaleme aldı. Yazıyı ilginize sunuyoruz.

TİMEBALKAN

İSMAİL CERRAHOĞLU (1929-2022)

Allah Rahmet Eylesin

Dün akşam Türkiye’de Ankara Üniversitesi’nde yüksek öğrenime birlikte gittiğimiz bir arkadaşım bana Prof. İsmail Cerrahoğlu’nun vefat ettiğini yazdı. Haberi teyit etmek için ve eğer doğruysa kendisiyle maddi ve manevi olarak ilgilenen Prof. Dr. Mehmet Görmez’e taziyelerimi iletmek için kendisiyle ile irtibata geçtim. Acı haber teyit edildiğinde merhuma bir Fatiha okudum ve bu sabah ona Müslüman kültüründe daimi okunan Yasin-i Şerif ile selam ilettim. Merhum Ankara Üniversitesi’nde 1989 yılında görüştüğüm ilk akademik hocalardan biriydi fakat kendisini bundan önce tarihini tam hatırlamadığım bir zaman diliminde Üsküplü hacılarla birlikte olduğum Medine’de görmüştüm. O an unutulmaz anlardan biriydi. Çünkü, ben Medine’de öğrencilik yapmış, (Üsküp’teki İsa Bey) Medrese hocası merhum Recep Nuredini ile Makedonya ve bölgedeki Müslümanların dini ve kurumsal meseleleri hakkında “derin” bir konuşma yaparken ve muhtemelen konuşmanın “derinliği”nden olsa gerek nerede olduğumuzu unutup sesimizi gereğinden fazla yükseltmiş olmalıyız ki tam o anda yanımızdan geçen Prof. İsmail Cerrahoğlu yüksek bir nezaketle bizi uyararak, sesimizi biraz alçaltmamızı çünkü Hazreti Muhammed Mustafa (sav) mescidinde olduğumuzu hatırlattı.

Merhumla tekrar nasıl karşılaştım? Ben, o sırada Yakup Selimoski’nin başkanlığını yürüttüğü İslam Dini Birliği’nin (Makedonya Diyanet İşleri Başkanlığı) Üsküp’te İslami İlimler Fakültesi yüksek öğretim kurumu açma ihtiyacı ve akademik kadro eksikliği çerçevesinde kurumun talebi üzerine yüksek öğrenimime Ankara Üniversitesi’nde devam etmeyi kabul ettim.

1989 yılında, İslam teolojisinde çalışmalarıma yön verebilmek için Ana Bilim Dalı Başkanı’nın merhum Prof. Cerrahoğlu’nun olduğu Tefsir bölümüne kayıt oldum. Bölüm Başkanı ile görüşmem kaçınılmazdı ve kendisi de eğitim süreci hakkında konuşmak için beni memnuniyetle kabul etti.

Tabii onu görür görmez yukarıda anlattığım olayı hatırladım ve bu onunla iletişimin mistik ufkunu açtı. Bu dünyada yararsız ve amaçsız hiçbir şey yoktur; bazen ilkel türden “fizik” duyulur, görülür veya deneyimlenir. Bu da o anlardan biriydi. Beni büyük bir sevgi ve saygıyla karşıladı. Geçmişimize, seçkin şahsiyetlere, modern üniversitenin kurucusu Tahsin’ Hoca’dan, aynı üniversitede bulunan merhum Prof. Tayib Okiç’e kadar tevazu ve övgüyle bahsetti. Fakat üzülerek, “İsmail, ne yazık ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan siz Müslümanlar hakkında doğru dürüst bilgilendirilmiyoruz” dedi. Merhum, bizim durumumuzla ve özellikle topraklarımızdaki İslam medreselerinin ve fakültelerinin gelişmesiyle ruhen ilgilendi. Kendisine fakülteyi Saraybosna’da bitirdiğimi söyledim. Onun sıcak ve insancıl davranışı bana eski medreselerin, Osmanlı İmparatorluğu ulemasından dini ve kültürel disiplinleri aktaran, ancak ihmalleri cezalandırılan insanların tanımını hatırlattı ve bu, medrese ile ulema geleneğine kalıcı bir meydan okumadır. Bu Prof. Cerraholu’nda çok net bir şekilde görülüyordu. Ne yazık ki o dönemde Türkiye’de yaşanan değişimler “olmak ya da olmamak” tipi bir duruma yol açtı. Ancak modern Türkiye bile büyük ihtiyaç nedeniyle yüksek İslam kurumlarının yanı sıra dini okullar açmayı kabul etmiş, merhum Prof. Cerrahoğlu, bu dönemin ilk kuşaklarına aitti ve özünde bir Osmanlı İmparatorluğu bilgini ve modern Türkiye’nin bir akademisyeniydi.

Merhumun ilgisi onun içsel bir sorumluluğuydu, ne kadar acılı ve ne kadar mutlu olduğunu bilmiyorum, çünkü geçmişin sorumluluğunu ve geleceğin “sefaletini”, geçmişte nerede olduğumuzu ve şimdi nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu ve kim olacağımızı unuttuğumuz onda fark ediliyordu. İslami eğitim kurumlarına ve İslam camiasına ilgisi büyüktü. Prof. Okiçi tarafından kendisine bilgi verilmiş olmasına rağmen Üsküp’te Priştine’de medreseler olduğunu, ülkemizdeki ulemanın durumu ve o dönemde yaşanan zorluklar, Müslüman Arnavutlar ve Boşnakların durumu hakkında bilgi verdim. Aslında bütün bunlar, içimizdeki yüksek dini eğitim kurumunun açılmasıyla ilahiyattaki boşluğu nasıl ve nasıl dolduracağımı, benimle daha da ilgilenmesini ve ilgilenmesini sağladı. Aslında bütün bunlar, bizdeki yüksek dini eğitim kurumunun açılmasıyla ilahiyattaki boşluğu nasıl dolduracağımız hakkında benimle daha da ilgilenmesini sağladı. Bu bölgelerden ilmu’t-tefsir, ilmu’l-hadis ve ilmu’l-kelam ilimlerini yaşatan birçok alimimiz olduğunu da sözlerine ekliyordu. Balkan dillerini bilmemesine üzülüyordu. Osmanlı Devleti’nin Arnavut alimleriyle övündüğü göz önüne alındığında, özellikle dine ve teolojik yapıya verdiği cezalar başta olmak üzere Arnavutluk’taki komünizm durumunu büyük bir pişmanlıkla hissediyordu.

Ofisi bana her zaman açıktı, bu yüzden konuşmalar genellikle tarihin ve durumumuzun tekrarından oluşuyordu. Özellikle bazı Balkan yazarları ve özellikle Kur’an meali yazarları Şerif ef. Ahmeti ve Feti Mehdiu hakkında olan yüksek lisans tezimi hatırlıyorum. Kur’an-ı Kerim’in Arnavutça’ya tercüme edildiği bilgisi onda kıvanç duygusu uyandırdı. Kendisi bana, Müslüman ilmini gerektiği gibi geliştirmek amacıyla, siyasi-devlet rejimlerine değil ancak teolojik kültürel dini gelişmelere dayanarak “sizinle ilgilenmek için manevi ve maddi bir sorumluluğumuz var” derdi. Geçmişe dikkat etmeliyiz çünkü şu anki durum bizim için bir meydan okumadır ve eğer onu yeniden ifade etmem gerekirse, şunu sorardım: devlet bilgiyi mi saklıyor yoksa bilgi kendini mi saklıyor? Bugün bizler, İslam öğretisinin ve Müslüman teolojisinin gelişimini bilmemek için sefil bir konuma geldik. Kendisi bana, “Sen burada bizim için bir emanet ve sorumluluksun, bu nedenle Kuran öğretisinin gelişimini, yani Kuran disiplinlerinin gelişimini tanıtarak bu gereksinimlere odaklanmak iyidir; dikkatli ol ve bu konuyu ciddiye al. İhtiyacınız olanı sormaktan çekinmeyin, Biz Makedonya’da kurumunuzun hizmetinde olacağız”, derdi.

Prof. İsmail Cerrahoğlu, daha önce de bahsettiğim gibi, Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye eğitiminin bir tür senteziydi. Akademik taahhütleri ve ilk eserleri olan “Tefsir İlimine Giriş” ve “Tefsir İlmi Tarihi” gibi geride bıraktığı yazılar bunu kanıtlamaktadır; Bunlara ek olarak, bu disiplinin ortaya çıkışının canlı gerçeklerinden hareketle, klasik ve yeni müfessirlerin tahlilleri onun yazarlığında, son derece profesyonel ve detaylı görüşlerle yayınlanmıştır. Bunu çok ciddiye alırdı çünkü bu Allah’ın kelamıyla ilgiliydi. Yayınları, özellikle ilk ikisi birçok kez yeniden basılmış ve günümüzde söz konusu bilimin temel literatürü olarak kullanılmaktadır.

Oradaki durumumu o kadar ciddiye aldı ki bazen kendimi darda bile hissettim, ama onun için bu ibadet ve hayır işiydi, o dönemde o kurumun temel direkleri olan profesörleri tanımak benim ruhen ve fikren çok değerli ve yüksek bir çevre içinde olmamı sağladı. Aslında benim için manevi, dini ve kültürel bir “medrese” idi.

Kim olduğunu ve kim olduğumu bilmediğimiz görüşmenin ilk anını ve unutulmaz kelimesi, “sesinizi azaltın, Muhammed Mustafa Camii’ndesiniz” sözlerini tekrarlayarak ve Peygamber’in Medine’deki mescidinde Hz. Peygamber’in yanında sükûnete razı olduğu gibi, Firdevs Cenneti’nde de Allah’a, ona rahmet etmesi ve onu “sessizlikle” tatmin etmesi için dua ederek bu yazımı bitiriyorum.

Türkçeye çeviren: Seyyid Emin

Read Previous

Fly Bosnia hava trafiği için sertifikasız kaldı

Read Next

Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki devlet erkanı Anıtkabir’i ziyaret etti