Polis Akademisinden Akdeniz Raporu: Türkiye bölgedeki en büyük güçlerden biri

Polis Akademisince hazırlanan “Akdeniz’de Devlet ve Düzen Raporu”nda Türkiye’nin, Akdeniz’de gerek askeri ve ekonomik gücüyle gerekse yumuşak gücü ve yürüttüğü kamu diplomasisiyle bölgedeki en büyük güçlerden birisi olduğu bildirildi.

Polis Akademisi Uluslararası Terörizm ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (UTGAM) tarafından 22-24 Kasım 2019’da Antalya’da “Akdeniz’de Devlet ve Düzen” başlıklı uluslararası güvenlik sempozyumu düzenlendi.

Akdeniz bölgesinin sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik önem ile bölgesel ve küresel güçlerin nüfuz mücadelesinin ele alındığı sempozyuma yurt içi ve dışından Akdeniz bölgesi üzerine çalışmalar yapan bilim insanları, gazeteciler, siyasetçiler ve konuyla doğrudan ilişkili farklı alanlardan meslek grupları katıldı.

Katılımcıların, bölgeyle ilgili meselelerin tespiti ve çözüm önerilerine ilişkin değerlendirmeleri Polis Akademisi tarafından “Akdeniz’de Devlet ve Düzen” ismiyle raporlaştırıldı.

“İngiltere ve Fransa’nın politikaları Akdeniz’deki sorunların büyümesinde önemli etkenlerden”

Tarihten bugüne kadar Akdeniz’in, uluslararası politikanın gerek bölgeyle alakalı gerekse küresel anlamda gündem oluşturmasında ve belirlenmesinde en önemli alanlardan birisi olduğuna değinilen raporda, “Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde bölgenin coğrafi konumu ve doğal kaynakların etkisiyle İngiltere ve Fransa’nın kendi çıkarları doğrultusunda belirlediği politikalar, günümüzde Akdeniz’deki sorunların katlanarak büyümesinde en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Benzer şekilde Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği’nin Akdeniz ve Orta Doğu’yu dış politika öncelikleri arasına yerleştirip bölge özelinde bir güç mücadelesi içine girmiş olması, günümüzde devlet ve düzen sorununun oluşmasında diğer bir itici güç olmuştur.” ifadelerine yer verildi.

Tarihi yapısının getirisiyle 2000’li yılların başından itibaren Akdeniz’de keşfedilen doğal kaynak rezervlerinin, bölgenin güvenlik yapısını farklı bir boyuta taşıdığına işaret edilen raporda, bu kaynakların, bölge ülkeleri ve küresel güçlerin, Akdeniz’de nüfuz alanını artırma yönünde politik yaklaşım belirlemesine ortam hazırlarken devletler arası düzeyde ekonomik ve siyasi çıkar çatışmalarının daha görünür duruma gelmesine neden olduğu kaydedildi.

Raporda devletlerin, gelişen sanayilerine ve artan nüfuslarına bağlı olarak doğal gaz ve petrol gibi geleneksel enerji kaynaklarına taleplerinin hızla artmasından dolayı bölgesel gerginliklerin tırmandığı belirtildi.

Arap Baharı ve Akdeniz

Raporda, ayrıca şu ifadelere yer verildi:

“Doğal kaynaklar nedeniyle bölgesel ve küresel aktörler arasında yaşanan gerginlik, Akdeniz’de uluslararası hukuk nezdinde çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiştir. Uluslararası hukuk norm ve kurallarının devletler tarafından farklı şekillerde yorumlanması ve bazı bölge ülkelerinin uluslararası hukuku göz ardı eden politikalara başvurması, çatışma ve gerginliğin artmasında belirleyici bir faktör olmuştur. Benzer bir şekilde Akdeniz’in nevi şahsına münhasır yapısı, özellikle kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, kara suları ve buradaki kaynakların paylaşımı gibi tartışmaları ön plana çıkarmıştır.

2010 yılında başlayan Arap Baharı süreci de Akdeniz bölgesinin siyasi ve ekonomik yapısında önemli gelişme ve değişmelere sebep olmuştur. Bu dönem itibarıyla bazı Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, siyasi ve toplumsal istikrarsızlaşma sürecine girmiştir. Halk hareketleri sonucu bu ülkelerin birçoğunda barış eksenli bir siyasi geçişin sağlanamaması ve çoğunluğun taleplerinin günümüzde dahi karşılanamayacak düzeyde olması, bölgedeki çatışma potansiyelini etkileyen diğer bir neden olmuştur.”

ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin bölge politikalarının, Akdeniz’e kıyısı bulunan Orta Doğu ülkelerinin halk hareketleri sonucu istikrarsızlaşma sürecine ve bu krizin çıkmaza girmesinde etkili olduğuna değinilen raporda, özellikle Suriye İç Savaşı’nda ABD ve Rusya’nın, bölge üzerinde hakimiyet sahasını artırma motivasyonuyla askeri varlığını sürdürmesi ve güç boşluğundan faydalanan terör örgütlerine siyasi ve ekonomik destek sağlamasının Suriye’deki kaos durumunu derinleştirdiği bildirildi.

Devlet dışı aktörlerin silahlandırılması

Orta Doğu toplumunun etnik ve dini çeşitliliğinin üst seviyede olması ve bunun bölge üzerinde etki sahibi olmayı arzulayan diğer devletler tarafından kendi çıkarları çerçevesinde kullanılmasının, bölgedeki bazı grupların dini ve etnik bağlamda radikalleşmesine yol açtığına dikkati çekilen raporda, “Orta Doğu’da özellikle İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin, Rusya ve ABD’nin desteğini alarak bu grupları silahlandırması ve daha da radikalleşmelerini sağlayacak yönde adımlar atması, güvenlik tehdidinin devlet dışı aktörler tarafından da oluşmasına neden olurken farklı alanlardaki tehditlere karşı mücadeleyi zorlaştırmaktadır.” denildi.

Küresel yapıların, bölgeye doğrudan müdahil olmasının, vekalet savaşlarına ve başarısız devletlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı belirtilen raporda, başarısız devletlerin kamu düzenini sağlayamayacak yapıya bürünmesinin, bölgede bütünüyle bir güç mücadelesi alanının oluşmasına ve PKK/PYD/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin bölgesel düzene bir tehdit kaynağı oluşturmasına neden olduğu kaydedildi.

Göç, Akdeniz’deki istikrarsızlığın çözümünde en büyük engellerden biri

Raporda, Orta Doğu’daki kaos ve istikrarsızlık durumlarının, göç ve mülteci problemlerini ortaya çıkardığına işaret edilerek, Türkiye’nin göç ve mülteci konusunda küresel ve bölgesel boyutta en cömert ve yardımsever davranışlar sergileyen ülke konumunda yer aldığı belirtildi.

Avrupa Birliği’nin insan haklarını hiçe sayan göç politikalarının, Akdeniz’de istikrar sorununun çözülmesinin önündeki en büyük engellerden biri olduğu vurgulanan raporda, şunlar kaydedildi:

“Türkiye, Akdeniz’de gerek askeri ve ekonomik gücüyle gerekse yumuşak gücü ve yürüttüğü kamu diplomasisi ile bölgedeki en büyük güçlerden birisidir. Özellikle milyonlarca Suriyeli’ye ev sahipliği yaparak göstermiş olduğu insani dış politika yaklaşımı ve bunlara ilaveten diğer bölge ülkelerine maddi ve manevi alanda gerçekleştirdiği insani yardımlarla da bölgedeki en aktif ülke konumunda yer almaktadır.

Türkiye, sahip olduğu yumuşak güç unsurlarının yanı sıra kendi güvenlik ve ekonomik çıkarlarını koruma motivasyonuyla sert güç kapasitelerini de daima üst seviyede tutmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, kendi sınırlarında güvenlik tehdidi oluşturabilecek unsurlara karşı önlemlerini almakta ve gerektiği zaman, sınır ötesi operasyonlar düzenlemektedir. Bu çerçevede yürütülen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları, Türkiye’nin güney sınırlarında terör devleti kurulmasını ve bölgeyi istikrarsızlığa itecek gelişmeleri engellemek amacına yönelik başlatılan operasyonlardır.”

“Bölge ülkeleri Türkiye’yi dar bir alana sıkıştırmak için ittifak yapıyor”

Türkiye’nin Akdeniz’de aktif yaklaşım sergilediği diğer alanın doğal kaynaklar meselesi olduğu bildirilen raporda, “Uluslararası hukukun bir gereği olarak Türkiye’nin, kendi deniz sınırları içindeki doğal kaynak rezervlerini çıkarabilme ve işletebilme hakkı bulunmaktadır. Buna rağmen Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır ve İsrail gibi bölge ülkeleri kurduğu ittifaklar aracılığıyla Türkiye’nin bölgesel haklarını ihlal etmekte ve Türkiye’yi Akdeniz’de dar bir alana sıkıştırmak yönünde politika takip etmektedirler.” ifadeleri yer aldı.

Raporda Türkiye’nin, sahip olduğu bölgesel güç kapasitesiyle kendisinin ve KKTC’nin ekonomik çıkarlarını ve haklarını korumaya devam ettiği vurgulanarak, GKRY’nin kendisini adanın tek temsilcisi olarak tanımlaması ve KKTC’nin haklarını hiçe saymasının, doğal kaynak paylaşımı konusunda sorunları daha da derinleştirdiği anlatıldı.

Kıbrıs’taki sorunun 1950’li yıllardan itibaren çözüme kavuşturulamaması ve Birleşmiş Milletlerin sorunun çözümü için sunduğu önerilerin sonuçsuz kalmasının, bölgesel krizi karmaşık bir hale getirdiği ifade edilen raporda, “Türkiye, fiili anlamda 2006 yılında başlattığı Akdeniz Kalkanı Harekatı ile bölgede aktif bir politika ortaya koymaya başlamıştır. Sonrasında TPAO’ya verdiği ruhsatla birlikte kaynak arama faaliyetlerine başlayan Türkiye, bu konumunu ‘Barbaros Hayrettin Paşa Sismik Araştırma Gemisi’ ile ‘Yavuz’ ve ‘Fatih’ isimli sondaj gemileriyle konsolide etmiştir. Türkiye, ayrıca bölgesel etkisini artırmak amacıyla uluslararası hukuk çerçevesinde Libya ile deniz yetki alanları sınırlandırılmasına yönelik bir anlaşma imzalayarak karşı ittifakların Türkiye’ye yönelik hukuk dışı yaklaşımlarına engel olmak istemektedir.” değerlendirmesinde bulunuldu.

Raporda bölgenin, önemli ticaret yollarının geçiş güzergahında bulunması ve keşfedilen doğal kaynak rezervlerinin, küresel ve bölgesel güçleri nüfuz alanını artırma motivasyonuyla bir güç mücadelesine ittiğine, bu nedenle de devletlerin belirlediği farklı politik yaklaşımlarla yeni bir bölgesel düzen kurma çabalarını sürdürdüğüne işaret edildi.

Bölgenin geleceğine ilişkin öngörüler

Akdeniz bölgesinin öneminin, ilerleyen dönemlerde süreceği belirtilen raporda, bölgede devlet ve devlet dışı aktörlerin çatışma dinamiklerini sürdürmeye devam etmesinin, mevcut krizlerin derinleşmesine yol açacağı öngörüsünde bulunuldu.

Birçok devletin, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmasına rağmen petrol ve doğal gaz gibi geleneksel enerji kaynaklara ihtiyacın artarak devam edeceği anlatılan raporda, bölgedeki doğal kaynakların paylaşımı sorunlarının ilerleyen dönemlerde gündemden düşmeyeceğinin açıkça görüldüğü ifade edildi.

Akdeniz’e ilişkin 
diğer öngörüler raporda şöyle sıralandı:

“Gelişen ekonomisi ve askeri gücü nazarıdikkate alındığında Türkiye, günümüzde olduğu gibi gelecekte de Akdeniz üzerindeki haklarını korumayı ve kendine, çıkarlarına yönelik tehdit unsurlarına karşı güvenlik önlemlerini almayı sürdürecek. Bilhassa doğal kaynaklar özelinde GKRY ve Yunanistan gibi ülkelerin, Türkiye’yi çevrelemeye yönelik politikalar uygulamasına rağmen Türkiye, gerek doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi gerekse bölgedeki nüfuz alanını, askeri ve diplomatik araçlar kullanarak koruması hususunda aktif roller almaya devam edecek.

Dünya politikasında iki süper güç olarak ABD ve Rusya’nın, Akdeniz’de aktif bir politik yaklaşım sergilediği bilinmekte. Yükselen askeri ve ekonomik gücü bakımından Çin’in bölgede uzun vadede etkin roller alması da güçlü ihtimaller arasında. Akdeniz politikası özelinde ekonomik araçlarını daha fazla ön plana çıkaran Çin, askeri varlığını ve diğer sert güç unsurlarını bölgede bulundurmamakta. Küresel çapta belirlediği Kuşak ve Yol Projesi’nde Akdeniz’in büyük bir önemi olduğunu vurgulayan Çin, bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini ileri boyutlara taşımakta ve uzun vadeli altyapı yatırımlarını devam ettirmekte. Dolayısıyla gelecek dönemde Çin’in özellikle Akdeniz ekonomi politiğinde en baskın ülkeler arasında yer alması kaçınılmazdır.”

AA

Read Previous

Srebrenitsa’da soykırım kurbanlarının mezar taşları temizlendi

Read Next

Yunan tarafından can salıyla Türk sularına itilen göçmenler kurtarıldı