“Müslüman” Bosna Hersek Batı’yı rahatsız mı ediyor?

Nüfusunun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Bosna Hersek, hiç şüphesiz 1992-1995 savaşının ardından en büyük krizini yaşıyor. Savaşı sona erdiren Dayton Barış Anlaşması’nın oldukça karmaşık bir siyasi yapı getirdiği ülkede kimin eli kimin cebinde ayırt etmek çok güç.

Neredeyse 4 yıl boyunca birbirine karşı savaşmış Boşnak, Sırp ve Hırvatların “kurucu halklar” olarak kabul edildiği ülke, iki entite, bir distrik ve her birinin kendi hükümetleri olan 10 kantondan oluşuyor.

Karmaşık siyasi sistem, bugün hala Boşnaklara yönelik soykırımı kabul etmeyen, ülkenin egemenliğine ve bağımsızlığına karşı tavır takınan taraflara ciddi yetkiler de sağlıyor. Mesela, sık sık Bosna Hersek’in devlet olmadığını, er ya da geç dağılacağını dile getiren, Srebrenitsa soykırımını tanımayan Milorad Dodik, devletin en üst makamı olan cumhurbaşkanlığı konseyinin Sırp üyesi olarak maaşını yine devletten alabiliyor.

Bosna Hersek’in son dönemde yaşadığı krizin de en temel sebebi şüphesiz Dodik. Eski Yüksek Temsilci Valentin İnzko’nun temmuz ayında soykırımı inkâr edenlere hapis cezası ön gören bir yasa çıkarmasının akabinde önce devlet kurumlarını boykot ile başlayan kriz, gelinen noktada yetkilerin devletten entiteye devri tartışmalarına ulaştı. Dodik’in başını çektiği Sırp entitesinin iktidar ortakları, entite meclisinde aldıkları karar ile mahkeme, vergilendirme ve istihbarat kurumları, ordu gibi kritik alanlardaki yetkilerin devlet düzeyinden entite düzeyine devredilmesi için alenen düğmeye bastı. Açıkça bir başkaldırı, darbe girişimi bu adımlar, söylemdeki bazı tepkiler dışında hiçbir yaptırım getirmedi.

Sürekli Dodik’e “Kırmızı çizgiyi geçersen şöyle yaparız” uyarısı yapan Batı, ya Dodik’in kırmızılarının birçok tonu olduğunu varsayıyor ya da sadece söylemde kalacak tepkiler vererek onu daha da cesaretlendiriyor.

Batı’nın silah ambargosunu hatırlayalım

Eski Yugoslavya dağılma sürecine girdiğinde, Birleşmiş Milletler (BM) 25 Eylül 1991’de aldığı karar uyarınca silah ambargosu uygulamaya başlamış ve bu karar savaş boyunca yürürlükte kalmıştı.

Ülkelerini neredeyse hiç silahsız savunmak zorunda kalan Boşnak Müslümanlar, savaşın ilk yıllarında kendi imkanları ile yaptıkları ya da kurdukları pusular sayesinde ele geçirdikleri silahları kullanmak zorunda kalmışlardı.

Başarılı da oldular.

Sonra da Hollanda’nın soykırımdaki rolünü…

BM’nin ve bünyesindeki Hollandalı askerlerin 8 binden Boşnak sivilin hunharca katledildiği soykırımdaki rolü de sürekli tartışılan meselelerin başında geliyor.

Sırpların Temmuz 1995’te Srebrenitsa’yı ele geçirmesinin akabinde Hollandalı BM askerlerine sığınan Müslüman Boşnaklar, sonu düşünülmeden Sırplara teslim edilmişti.

Filmlere de konu olan bu olay, Hollanda’daki mahkemelerce de kısmen kabul edilmiş, Hollanda devleti Srebrenitsalı kurban yakınlarına tazminat ödemek zorunda kalmıştı.

Ayrıca, NATO’nun da Dayton imzalandıktan sonra “barışı korumak” adına ülkeye 60 bin asker gönderdiğini, Bosnalı Sırp mevzilerine hava müdahalesi için soykırım ve katliamlar yaşanmasını beklediğini hatırlamak gerek.

Öte yandan, savaşın son dönemlerine doğru güçlenen Bosna Hersek Cumhuriyeti Ordusu’nun (ARBiH) Mrkonjic Grad’ı alması ve hatta bugün Sırp entitesinin idari merkezi olan Banja Luka’ya kadar gelmesinin akabinde Batılı güçlerin “Devam ederseniz bu kez sizi bombalarız!” tehdidinde bulunduğu da biliniyor.

Acaba planları mı bozulmuştu?

Yine Dayton görüşmelerinde anlaşmanın merhum Boşnak lider Aliya İzetbegoviç’e yine Batılı güçler tarafından nasıl dayatıldığı da biliniyor. Zira Aliya’nın, “Bu adil bir barış değil, ama savaşın sürmesinden daha adil!” sözleri, herkese anlaşmanın hangi şartlarda imzalandığını gösteriyor.

Peki ya Fransızlar?

Merhum Aliya, savaş döneminde görev yapan iki Fransız cumhurbaşkanını, Francois Mitterand ile Jacques Chirac’ı birbirinden net bir şekilde ayırıyor:

“Mitterand ve Chirac, iki farklı insan ve Bosna’ya yönelik iki farklı siyaset. Burada başlıca faktörün Sırplar ve Sırbistan ile münasebetlerinin farkı olduğunu düşünüyorum. Mitterand açısından bu münasebet, Fransızlar ve Sırpların aynı tarafta yer aldığı birinci ve ikinci dünya savaşlarına ilişkin hatıralarla şekilleniyordu. Bazıları buna “silah arkadaşlığı” diyordu. Belki Chirac da buna benzer hisler taşıyordu, ancak bu daha taze bir anıyla bastırılmıştı: Sırpların Nisan 1995’te Pale’de direklere bağladıkları Fransız askerlerinin görüntüsü. Bu Fransa ve Fransız ordusuna yapılmış büyük bir aşağılamaydı ve Chirac bunu affedemedi.”

Öte yandan, 28 Haziran 1992’de kuşatma altındaki Saraybosna’yı ziyaret eden Mitterand’ın havalimanında Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç’le görüştüğünü dikkate alacak olursak, Boşnaklar Fransız liderin bu ziyareti aslında uluslararası toplumun Sırplara saldırılarını engellemek için yaptığını düşünmesi hiç de yanlış olmaz.

Uluslararası toplum Dodik’i cesaretlendiriyor

Dodik’in Sırp entitesine bağımsızlık vereceği, Bosna Hersek’ten ayıracağı söyleminin geçmişi 10 yıl öncesine kadar uzanıyor. Batı’nın yaptırım tehdidinden çekinmeyen ve hatta bunu lehine çevirip halkının gözünde daha da kahraman olan Dodik, meşhur kırmızı çizgisini her defasında daha ileri taşıyor.

Bağımsızlık için referandum yapacağını yıllar önce söyleyen ve anayasaya aykırı olmasına rağmen referandumu yapan Dodik’e özde hiç kimse hiçbir şey yapmadı.

Son krizde kurumları bloke etti, yine söylemler eyleme dönüşmedi.

Ordu, istihbarat, vergi kurumu ve mahkeme yetkilerini entite düzeyine çekeceği diyerek alenen paralel yapılanmaya gideceğini söyledi yine bir şey olmadı. Bir şey olmadığını/olmayacağını gören Dodik’in bir sonraki hamlesi gerçekten endişeyle bekleniyor.

Bazı AB ülkeleri Dodik’e yaptırım talep etse de başka bazı üyelerin veto etmesi sonucu yaptırım kararı çıkmadı. Uluslararası toplumun hiçbir şey yapmaması Dodik’i daha da cesaretlendirdi.

Avrupa’nın göbeğinde “Müslüman” bir ülke…

Hem Bosna’daki savaş sırasında hem de günümüzde uluslararası toplumun tutumunu dikkate aldığımızda Batı’nın burada, yani Avrupa’nın göbeğinde, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülke istemediği düşüncesi akla geliyor.

1992’de elinde hiçbir silah gücü olmayan bir halka Avrupa’nın en büyük ordularından biri olan Yugoslav ordusu tarafından saldırıldığında ambargo uygulandı, Müslümanların yok edilmesine sessiz kalındı. Sonra Müslüman Boşnaklar, Sırpların yoğun yaşadıkları yerleri almaya başlayınca, nedense savaş ağabeyler tarafından durduruldu.

Osmanlıların bölgeden çekilmesinin akabinde dört yanı “düşmanla” çevrili kalan Boşnaklar, yoksa Batı’yı rahatsız eden bir çıban mı? Batı, bugün yeniden savaş çıkmasına müsaade edecek mi? Bir kez Batı’nın ambargo tokadını yiyen Boşnaklar bugün savaş çıksa ne kadar hazır? Sırpları “yakın dostları” Rusya alenen desteklerken, Batılı ülkeler kış ortasında doğalgazın kesilmesinde mi korkuyor da ses çıkarmıyor?

Muhtemelen bu sorulara herkesin vereceği farklı cevaplar olacaktır.

Son olarak, bir defasında uluslararası ilişkiler hocası Boşnak bir tanıdığım şöyle demişti:

“Biz Müslüman Boşnaklar, Batılılara göre burada, Avrupa’nın orta yerinde olmamalıyız. Bizim burada olmamız, onların planlarına uygun değil!”

BalkanNews

Read Previous

AFAD 12 yılda 5 kıtadaki 65 ülkede operasyonlar yürüttü

Read Next

Son 24 saatte 301 yeni vaka, 7 ölü