Makedonya referandumu, Batı Balkanlar ve Türkiye

Makedonya’nın uluslararası örgütlere üyeliği önünde büyük bir engel teşkil eden Yunanistan ile arasındaki isim sorunu, “Kuzey Makedonya” formülünü üreten Prespa Anlaşması ile çözülüyor.

30 Eylül tarihinde Makedonya’da gerçekleşecek referandum bölge tarihi açısından önemli bir dönüşümü ifade ediyor. 2016 ve 2017 seçimlerinden zaferle ayrılan Avrupa Birliği (AB) yanlısı sosyal demokratların iktidara gelmesiyle birlikte dış politikada yeni sayılacak adımlar atıldı. Yeni yönetim ilk aşamada Bulgaristan ve Yunanistan ile yaşanan tarihi sorunlara çözümler aradı. 2006-2016 yılları arasında muhafazakar-milliyetçi bir politika izleyen Üsküp yönetimi, sosyal demokratların gelmesiyle birlikte iç ve dış politikada bir değişim sürecine girdi.

Uluslararası sistem eleştirilerinin artmaya başladığı son iki yıllık süreçte, Trump’ın liderliği, Brexit süreci, yabancı düşmanlığı, aşırı sağ partilerin yükselişi, Suriye iç savaşı, küresel ticaret savaşları gibi birçok sorun, büyük aktörler arasındaki ilişkileri etkiledi; Batı ittifakında, özellikle NATO içinde çatlaklar oluşturdu. Ancak Batı Balkanlar’da bu ittifakın şimdilik ortak bir strateji benimsediğini belirtmek gerekir. Son günlerde Fransa Cumhurbaşkanı, AB yöneticileri, ABD yetkilileri gibi üst düzey figürlerin Makedonya’nın transatlantik kurumlarına entegrasyonu konusunda verdikleri güçlü destek ve Rusya’nın bölgedeki etkisine meydan okuyan “ortak söylem” dikkat çekiyor.

Bu koşullar altında Makedonya’nın uluslararası örgütlere üyeliği önünde büyük bir engel teşkil eden Yunanistan ile arasındaki isim sorunu, “Kuzey Makedonya” formülünü üreten Prespa Anlaşması ile çözülüyor. Böylece Makedonya ile Yunanistan arasında ileride daha büyük istikrarsızlıklar üretebilecek bu anlaşmazlık, AB ve ABD’nin formüle ettiği bir çerçevede uzlaşıya kavuşturulacak. Anlaşma şartları Yunanistan ve Makedonya tarafından onaylandığı takdirde, Makedonya’nın AB ve NATO üyeliği bölge dengelerini de etkileyecektir. AB ve ABD’nin bölgedeki kurumsal etkisini arttıracak bu yeni dinamikler, Rusya’nın arzu etmediği bir Batı rüzgarı oluşturacaktır. Son dönemde Balkanlarda yumuşak güç unsurlarıyla öne çıkan Türkiye’nin de etkisi sınırlandırılmak istenen bir aktör haline gelmesi ihtimal dahilinde.

Türkiye’nin Balkanlar politikası

Balkanlar Türkiye için tarihi ve kültürel öneme sahip olduğu gibi, coğrafyası ve ekonomisi açısından güvenlik ve istikrarını çok önemsediği stratejik bölgelerin başında geliyor. Türkiye 2000’li yıllarla birlikte, küresel sistem ve AB ile geliştirdiği ilişkilerine ekonomik başarısını da eklemesiyle, birçok dış politika aracıyla bölgede her geçen gün etkisini hissettiren bir ülkeye dönüştü. Karşılıklı bağımlılık ve “kazan-kazan” prensibiyle bölgenin barış ve refahına katkı sağlamayı benimseyen politikalar geliştirmeye çalıştı. 2000’li yılların sonuna doğru Yunanistan ve İtalya gibi üyelerinin yaşadığı ekonomik krizin AB’yi etkilemesi, Almanya ve Fransa’nın bölgeye dikkatini görece olarak azaltmıştı. Bölge ülkelerinin, özellikle Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan’ın Türkiye ile ekonomik ilişkilerini geliştirme ve derinleştirme isteği ülkelerin ticaretlerine de yansımıştı. 2013 yılında Türkiye bölgeyle ticari ilişkilerini en yüksek seviyelere ulaştırıp ticaret hacmini yüzde 60 artırarak 22 milyar dolara yükseltmişti. Diğer yandan Bosna, Sırbistan, Hırvatistan, Kosova gibi ülkelerin kendi aralarında kronikleşen sorunların çözümüne dair birçok mekanizma inşa ederek bölgedeki görünürlüğünü siyasi anlamda da artırmıştı. Ayrıca bu dönem boyunca bölgedeki Yunus Emre Enstitüsü merkezlerinin sayısı artmış, TİKA daha aktif bir politika izlemiş, YTB Türkiye Bursları ile öğrencileri Türkiye’ye çekmiş, Türkiye menşeili STK’lar da insani yardımlarla bölgedeki birçok gruba ulaşarak Türkiye’nin yumuşak gücünün kurumsallaşması yönünde ciddi adımlar atılmıştı.

Arap Baharı ile başlayan yeni süreç, birkaç yıl içinde Türkiye’nin dış politikadaki dikkatini büyük ölçüde Ortadoğu’ya çevirdi. Libya ve Mısır krizlerinden sonra Suriye’deki gelişmelerin ülkeye mülteci ve terör ihraç etmesi, bunun yanında iç siyasette FETÖ terör örgütünün kumpasları ve 15 Temmuz darbe girişimi, ülkenin dış politik önceliklerini etkiledi. 2013 sonrası Türkiye, Balkanlara olan ilgisini kısmen de olsa azaltmak zorunda kaldı. Daha dengeli ve pragmatik bir dış politika izleyen Ankara, öncelikle bölge ülkelerinde FETÖ ile ilgili haklı taleplerini gündeme getirdi. Bunun yanında, Türkiye’ye müzahir çoğu unsurun mesafeli olduğu Sırbistan ile daha derin ve yoğun bir etkileşim sağladı. AB içindeki ekonomik krizin yönetilebilir seviyeye gelmesinin etkisiyle, Türkiye’nin Balkanlardaki ticaret hacmi yaklaşık yüzde 10 azalsa da, bölgeye yönelik ihracatı 2009-2017 yılları arasında yüzde 50 artarak 12 milyar dolar ile en yüksek seviyelerine yükseldi.

Batı Balkanlar, Türkiye ve Batı ittifakı

Türkiye Batı Balkanların tarihi ve kültürel yapısı nedeniyle çok yoğun ilişkiler geliştirebildiği bölgelerin başında geliyor. Osmanlı Avrupasının büyük bir kısmını barındıran bölge, Türkiye’nin Balkan politikasının ana stratejik bölgesi olarak öne her zaman çıktı. Batı Balkanlar bölgesi genel olarak Balkanlar ile özdeşleşmiş üç ana fay hattını barındırır. Bunlar Sırbistan-Bosna, Sırbistan-Kosova ve Yunanistan-Makedonya fay hatlarıdır ki bölgeyi istikrarsızlaştırma potansiyelini ciddi şekilde barındırırlar. Türkiye 2000’li yıllardan itibaren, özellikle 2009 yılından sonra, bu bölgedeki fay hatlarına aktif bir şekilde dahil oldu. Bazılarında arabuluculuk yaparak bölgedeki etkinliğini ve nüfuzunu gösterdi. Fakat diğer Balkan bölgelerine kıyasla bu bölgede istenilen düzeyde bir ticaret hacmine hâlâ ulaşamadı. Türkiye bu bölgeyle yavaş yükselen düşük bir ticaret hacmine sahip olsa da, sürekli ticaret fazlası verdi; 2009-2017 yılları arasında ticaret hacmini yüzde 95 artırarak 3 milyar dolara yükseltti. Türkiye Batı Balkan bölgesinin istikrar ve kalkınmasını öncelediğinden, bölgenin NATO ve AB üyeliklerini her zaman destekledi.

Diğer yandan, 100 yıl boyunca Batı Balkanlar bölgesi Avrupa’nın ötekileştirdiği ve hafızasındaki Batı/Doğu karşıtlığının Doğu tarafında yer alan bölge oldu. 1990 yılında Maastricht Anlaşması ile AB’nin siyasi bütünleşme perspektifi öne çıkarken, yanı başındaki Balkanlarda başlayacak olan parçalanma, savaş ve soykırıma uzun yıllar boyunca, zihnindeki bu Balkanlar imajı ve idrakinden ötürü kayıtsız kaldı. Son yıllarda Rusya’nın Balkanlardaki siyasi etkinliği, Çin ve Körfez ülkelerinin ekonomik yatırımları ve Türkiye’nin uluslararası sistemde Batı bloğu ile yaşadığı sıkıntılar, özellikle AB’nin iki önemli ülkesi olan Almanya ve Fransa’nın bölgeye yönelik inisiyatif almasını tetikledi. Bu doğrultuda Sırbistan-Kosova diyalog süreci, Karadağ’ın NATO ve AB üyeliği, Sırbistan ile Arnavutluk’un AB üyeliği gibi konularda Batı ittifakının pozisyon birliğinden bahsetmek mümkün. Makedonya’nın ise geliştirilen bu ortak tutumun en iyi örneğini teşkil ettiği rahatlıkla ifade edilebilir.

Küresel rekabetin bölgesel izleri

Özellikle küresel ekonomik krizin etkisiyle birlikte, Avrupa-Atlantik bloğunun Balkanlara yönelik ilgisi 2000’lı yılların ikinci yarısından itibaren azaldı. Bu dönemde Rusya’nın aktif dış politikasına karşılık, Batı bloku AB ile müzakere içinde olan Türkiye’nin dengeleyiciliğine destek verdi. 2010’lu yılların ortalarına dek Türkiye AB yanlısı ve ekonomik yatırım bekleyen çevrelerce ve tarihi, kültürel bağları olan bölge halkları tarafından “yükselen güç” olarak tanımlanmakta, itibar görmekte ve aktif bir görünürlük sergilemekteydi. Rusya eksenli Slav-Ortodoks milliyetçiliğin “Yeni-Osmanlıcılık” söylemi ve kurgusu karşıt söylemi üretmiş olsa da, Türkiye’nin “yükselen güç” söylem ve vizyonu uluslararası sistemin desteğiyle bölgede karşılık bulmuştu.

Ortadoğu’daki gelişmeler, özellikle Suriye krizi ve FETÖ darbe girişiminin etkisiyle Türkiye, dış politikadaki tercihlerini değiştirmeye başladı. Bu durum bazı Avrupa devletlerini ve bölgedeki AB yanlısı bazı çevrelerin Türkiye’yi Balkanlarda Doğu’nun parçası olarak göstermelerine, Rusya ile Ortadoğu’daki ittifakının Balkanlara da yansıyacağını iddia ederek istikrarsızlaştırıcı bir unsur olarak tanıtmalarına neden oldu. Son 15 yıllık süreç, Türkiye’nin Batı Balkanlarda Rusya ve Avrupa-Atlantik çekişmesinden bağımsız bir aktör olarak hareket etme kapasitesine sahip olduğunu, ancak bölgedeki aktörlerin Türkiye ile ikili ilişkilere odaklanmayı tercih ettiğini gösterdi. Diğer yandan Türkiye’nin Rusya ile Suriye’de geliştirdiği işbirliğini Batı Balkanlarda geliştirmesi (Rusya’nın istikrarsızlaştırıcı bir güç olduğu algısından ötürü) zor görünüyor. Bu bağlamda, bölgenin istikrarını ve güvenliğini önceleyen Türkiye’nin Batı Balkanlardaki pozisyonunun, her şeye rağmen Batılı müttefikleriyle daha fazla örtüştüğü söylenebilir.

Makedonya’nın üyeliği ve Türkiye

Türkiye’nin Balkanlarda ilişkilerinin en yoğun, istikrarlı ve güçlü olduğu ülkeler kuşkusuz Makedonya ve Bosna-Hersek’tir. Barındırdığı multi-etnik yapıya rağmen, Makedonya halkının önemli bir kısmı Türkiye’ye güven duyuyor; ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri ilişkilerin derinleşmesini arzuluyor. Bağımsızlığı, NATO ve AB üyeliği, isim sorunu gibi uluslararası meselelerde Türkiye Makedonya’ya koşulsuz destek veren bir dış politika izledi. 2000’li yılların başından itibaren Makedonya’da ekonomik, askeri ve sosyal alanda ciddi yatırımlar yaptı. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Balkan Üniversitesi, Anadolu Ajansı, Türkiye Bursları, STK’lar ve benzeri birçok kurumuyla ülkenin istikrar, kalkınma ve güvenliğini önceledi. Türkiye’deki gelişmeler, Makedonya iç ve dış siyasetindeki değişimler, Türkiye’nin diğer yıllara göre ülke gündemindeki görünürlüğünü görece etkiledi.

Makedonya’nın Yunanistan ile anlaşmaya vardığı isim sorunu için bu hafta sonu anayasa değişikliği referandumu yapılacak. Referandum sürecinde, Avrupalı ve ABD’li liderlerin “evet” kampanyasına verdikleri yoğun destek ve etkinliğe karşın, Türkiye bu süreçte Makedonya halkının iradesine saygıyı önceleyen bir tutum gösteriyor. Türkiye’nin bu sorundaki tutumunun 27 yıllık tutarlı bir politikanın sonucu olduğu ifade edilebilir. Türkiye’ye müzahir Makedon, Türk ve Arnavut unsurların çoğu bu referandumda “evet”i destekliyor. Dolayısıyla en etkili olduğu coğrafyalardan biri olan Batı Balkanlarda, NATO üyesi ve AB ile müzakereler yürütün Türkiye’nin, bu kritik süreçte etkisinin hissedilmesi, bölge içi/dışı dengeler açısından önemli. Güçlü ülkelerin Batı Balkanlara ilgisini artırdığı bu dönemde, Türkiye bölge politikasını ikili ilişkilere odaklanmaktan daha ileri bir seviyeye taşıyarak kalkınma-güvenlik-gelecek perspektifi çerçevesinde, bölgenin istikrarı için ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlatmalı.

[Çalışmalarını Balkanlarda modernleşme, din-devlet ilişkileri ve siyasi tarih üzerine yoğunlaştıran Sevba Abdula Marmara Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında doktora çalışmalarına devam etmektedir]

 

AA

Read Previous

‘Yunanistan ve Türkiye ilişkileri çok daha iyi yolda’

Read Next

Saraybosna Helal Fuarı yeni yatırım kapısı olacak

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *