Filistin davasına yeni bir suikast hazırlığı

İsrail hapishanesinde tutuklu bulunan ve “tıbbi ihmal” nedeniyle geçen cumartesi hayatını kaybeden Filistinli Hüseyin Ataallah (57) için Nablus kentinde cenaze töreni düzenlendi. Ataallah’ın Filistin bayraklı sarılı naaşı omuzlarda taşınarak son yolculuğuna uğurlandı. ( Nedal Eshtayah – Anadolu Ajansı )

Siyaset ve ekonomideki tıkanma ve özellikle son 15 yıldır Fetih-Hamas cephesinde giderek derinleşen bölünmüşlük Filistin toplumunda bir bıkkınlık doğurmuş durumda.

Bugünlerde Orta Doğu’da önemli tarihi olaylara şahitlik ediyoruz. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşandığı gibi, Orta Doğu coğrafyasında sınırlar yeniden çizilmekte ve güç dengeleri yeniden şekillenmekte. Bunu anlamak ve algılamak herkes için mümkün olmasa da algılayanların bunu kitlelere aktarması önemli.

Son günlerde en çok konuşulan husus Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi. İsrail’in özellikle Körfez ülkeleri nezdindeki etkinliğinin artmakta olduğu bir gerçek. Bu durumun Arap dünyasındaki genel etkileri bir yana, özellikle Filistin davasında çok köklü değişikliklere gebe olduğu aşikâr. Dolayısıyla BAE-İsrail ittifakının Filistin davasını önümüzdeki günlerde nasıl etkileyeceği sorusunu herkes soruyor.

Filistin davası geride bıraktığı 70 yıl içinde inişli-çıkışlı dönemlerden geçti. Müslüman Arap devletlerinin kendi iç siyasetlerinde yaşadığı birtakım bölünmüşlükler, bölgesel Arap devletlerinin ihanetleri ve de küresel güçlerin Filistin meselesine yönelik sessizliği gibi unsurlar İsrail’i bugünkü konumuna taşıdı. Bununla beraber son yıllarda yaşanan birtakım gelişmeler yeni bir dönemin habercisi. Bu yeni dönemin ne olacağını tartışmadan önce Filistin’deki mevcut siyasi yapının anlaşılması gerekiyor.

Filistin cephesindeki bölünmüşlük

Filistin’in Siyonistlerce işgal edilmesi ve İsrail devletinin kurulmasından sonra gerek ulusal mücadelenin gerekse Maşrık Arap devletlerinin İsrail ile mücadelesinin nasıl olması gerektiğine dair tam bir mutabakat sağlanamadı. Bu mutabakatın sağlanamaması, İsrail’in Arap devletlerini birbirlerine karşı kullanmasına sebep oldu. İsrail’in 1979 Camp David Anlaşması ile yanına çektiği ilk Arap devleti Mısır, ikincisi ise 1994 yılındaki Vadi Arabe Anlaşması ile Ürdün olmuştu. Bu iki barış anlaşması Filistin devletini ve halkını bölgede ciddi ölçüde yalnızlaştırdı. Bununla beraber bölgesel olarak yaşanan bu gelişmelere karşın Filistin’in kendi içindeki bölünmüşlüğü Filistin davasını daha da karmaşık bir hale getirdi.

İsrail bu iki Arap devleti ile yaptığı anlaşmalarla aslında o dönem Filistin davasının yegâne temsilcisi gözüken Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) marjinalleştirmeyi amaçladı. FKÖ özellikle o dönemde tüm Arap devletleri nezdinde Filistin devletinin tek temsilcisi olarak kabul görüyordu. Bununla beraber FKÖ’nün arkasında bulunan Arap devletlerinin İsrail’le yaptığı anlaşmalar Filistin toplumunun hareketlenmesine ve Hamas’ın doğmasına sebep oldu. Hamas özellikle 1987 yılında başlayan I. İntifada ile isminden söz ettirerek İsrail’e karşı sivil ve askeri direnişin yeni sembolü haline geldi.

1996 yılında ilk defa yapılan seçimlerde Yasir Arafat seçilerek devlet başkanı sıfatını kazandı. Seçimler uzun bir süre boyunca yapılamadı ve Arafat 2004 yılında öldü. 2006 yılında yapılabilen seçimlerde ise Hamas beklenenden daha fazla oy alarak ülke siyasetinde öncü konuma geldi. Bununla beraber Hamas-FKÖ mücadelesi Filistin’in kendi ulusal mücadelesini gölgede bırakır oldu. İsrail ise bu mücadele içerisinde FKÖ tarafında saf tuttu ve Hamas’a karşı sürekli olarak el altından FKÖ’yü destekledi. Aslında İsrail’in FKÖ’ye destek veriyor görüntüsü altında yaptığı şey, Filistinliler arasındaki çatlağı daha da derinleştirmek olmuştur. Nitekim 2000’li yıllara girerken Filistin siyasetinin FKÖ ve Hamas arasında keskin bir bölünmüşlük arz ettiği herkesin malumudur.

Filistin’de, sonuçları çokça tartışılan 2006 seçimlerinden sonra, 2010 yerel seçimleri iptal edildi, 2011 mahalli seçimleri de ertelendi. Filistin yerel seçimleri ancak 2012 ve daha sonra 2017’de yapılabildi. Buna karşılık başkanlık seçimleri 15 yıldır yapılamamakta. 2019 yılının sonunda yapılması beklenen başkanlık seçimleri gerek içerideki anlaşmazlıklar gerekse İsrail’in birtakım ayak oyunları sebebi ile gerçekleştirilemedi. Seçimlerin ne zaman ve hangi şartlarda yapılacağı tartışmalarının gölgesinde Filistin davası, Donald Trump’ın ABD başkanı olmasıyla beraber ise çok farklı bir sürecin içine girmiştir.

Arap Birliği BAE üzerinden parçalanıyor

Trump yönetiminin açıkladığı ve yaklaşık dört yıldır perde arkasındaki temaslarla yürüttüğü sözde “Yüzyılın Anlaşması” projesinin aslında Arap Birliğini ikinci kez BAE üzerinden parçalayarak Filistin topraklarını İsrail’e teslim etmek olduğu anlaşılmış durumda. Trump BM tarafından işgalci olarak tanımlanan İsrail’in Filistin topraklarında de facto olarak gücünü konsolide etmesine göz yummakla kalmamış, onu adeta cesaretlendirmiştir. Zaten İsrail kurulduğu günden bugüne Filistinlilere yönelik hiçbir olumlu adım atmadan bugüne kadar gelebilmiştir.

ABD’nin İsrail’i merkeze aldığı Yüzyılın Anlaşması projesinde genelde Körfez ülkeleri, özelde ise BAE’nin yürütücü unsur olduğu görülüyor. BAE’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi aslında Filistin davasının artık bir Arap davası olmaktan çıktığının bir işareti olarak kabul edilebilir. Nitekim kuruluş amacı Filistin meselesini çözmek olan Arap Birliği de bu duruma sessiz kaldı. Bununla beraber fakat özellikle son 15 yıldır Filistin siyasetinde yaşanan iç kavgalar toplumsal ve siyasal yapıda artık bir bıkkınlık doğurmuş durumda. Bu bıkkınlık ortamından istifade planını İsrail yeni partneri BAE üstünden devreye sokacak gibi görünüyor: Muhammed Dahlan. Elbette anlaşma yapıldıktan hemen bir gün sonra ABD’nin İsrail Büyükelçisi David Friedman Netanyahu’ya yakınlığı ile bilinen HaYom gazetesine verdiği mülakatta “Abbas’ı Muhammed Dahlan ile değiştirmeyi düşünmüyoruz. Filistin yönetimini şekillendirme arzumuz yok”, şeklinde bir açıklama yaptı. Fakat yakından bakılacak olursa bunun tam tersi algılanabilir. Zira ateş olmayan yerden duman çıkmayacağı gibi durduk yere de böyle bir açıklama yapılmayacağı aşikardır.

Arap dünyasındaki karanlık işlerin adamı: Dahlan

Bilindiği gibi Dahlan 2011 yılında Filistin’den kaçtıktan sonra BAE’ye yerleşti ve Abu Dabi’de Veliaht Prens Muhammed bin Zayid En-Nahyan’ın siyasi danışmanlığını üstlendi. Aslında Dahlan son 10 yıldır bölgedeki bütün kirli işlerde ismi olan ve BAE’ye doğrudan taşeronluk yapan bir figür. Filistin’de sürekli olarak iç çatışmaları körüklediği bizzat Mahmud Abbas tarafından dile getirildi. Yine BAE-Hafter arasındaki iletişimin de Dahlan üzerinden yürütüldüğü birkaç kez ifşa edildi. Tunus’ta Nahda karşıtı ekibe para ve finansman sağladığı ortaya çıkarıldı. Diğer taraftan Yemen’deki Islah Partisi’ne yönelik bir suikast timi oluşturduğu iddiaları da muhtelif haber siteleri tarafından haberleştirilmişti. “Orta Doğu’nun kiralık katili” olarak isimlendirilen Muhammed Dahlan’ın artık Körfez ülkeleri tarafından Filistin devletinin başına geçmesi için hazırlanan yegane aday olduğu görülüyor.

2019 yılında sahada gerçekleştirdiğim araştırmalar sırasında bu durumu bizzat müşahede etme fırsatım oldu. Görüştüğüm genç kitleler özellikle yakın tarihte olanlardan bihaber bir şekilde mevcut yönetimin ve hatta Hamas’ın iç siyasetteki sorunlara çözüm olamadıklarından şikayet ediyorlardı. Çözüm olarak ise ya apolitik bir tavır ortaya çıkıyor ya da, ironik bir şekilde, Dahlan’ın ismi zikrediliyordu. Filistin devletindeki mevcut siyasi aktörlerin etkinliği azaldıkça ve bu yüzden Filistin davasının görünürlüğü küre çapında azaldıkça sokaklar üçüncü bir seçeneğin peşine düşüyor. Benzer gelişmeleri en son Tunus ve Cezayir seçimlerinde gördük.

Dahlan sürekli olarak Mısır ve Suudi televizyonlarına çıkarak Filistin ile alakalı kendi arzu ettiği istikamette bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Filistin’in içinde bulunduğu siyasi kargaşayı kendi lehine çevirmek için her türlü imkânı seferber ettiği gibi bölgesel ve küresel desteği de arkasına almış görünüyor. İsrailli eski general Moshe Elad, Dahlan’ın sürgünde olduğu son 10 yıl boyunca Filistin içinde nasıl örgütlenerek kadrolaştığını defaatle zikretti.

Nitekim Dahlan BAE-İsrail arasında yaşanan normalleşmeyi eleştirmeyerek kendi pozisyonunu da net olarak gösterdi. Dahlan 2016 yılında BAE ve Mısır’ın desteğiyle Demokratik Reformcu Akım (DRA) isimli bir siyasi hareket kurdu. Önümüzdeki günlerde bu hareketin partileşerek muhtemel bir başkanlık seçimlerine katılması bekleniyor. Seçimleri tek başına kazanması zor görünse de Fetih ve Hamas arasındaki kavgadan dolayı seçim yarışında rakiplerinin arasından sürpriz bir şekilde sıyrılabilir. Hatta ABD ve AB’nin Dahlan lehine Mahmud Abbas’a baskı yaptıkları da biliniyor.

Muhtemel senaryolar

Filistin’de seçimlerin ne zaman yapılacağı henüz kesinleşmemiş olsa da önümüzde birkaç senaryo var. Birinci senaryo Hamas ile Fetih taraflarının bir araya gelerek anlaşması. Bu senaryo Filistin toplumu adına gerçekleşebilecek en olumlu gelişme ve Filistin davası için çok yerinde bir adım olur. Böyle bir adımın atılabilmesi için bölgede kamuoyu oluşturulması çok önemli. İkinci ve üçüncü senaryolar olarak ise Dahlan’ın bu iki gruptan birini yanına çekerek Filistin’de etkinliğini artırması olarak görünüyor. Dahlan her ne kadar buna açık olduğunu sık sık söylese de Fetih’in Dahlan’la ortak bir noktada buluşması imkansıza yakın görünüyor.

Bununla birlikte kendisi de Gazzeli olan Dahlan’ın Mısır’da temas kurduğu Hamas ile bir ittifak arayışına girmesi daha muhtemel görünüyor. Bu ihtimal gerçekleştiği takdirde Dahlan’ın Gazze’yi Filistin’in geri kalanından ayırarak müstakil bir devlet kurmanın peşine düşeceği biliniyor. Bu aslında sözde Yüzyılın Anlaşmasının ruhuna da uygun bir hareket olacaktır. Elbette böyle bir hareket Filistin davasına zarar vermek bir yana onu külliyen bitirecek bir hamle anlamına gelecektir. Dahlan ve Hamas anlaşmasının bir diğer sonucu olarak Gazze’nin Sina yarımadasına taşınma ihtimali söz konusu. Bu durum Hamas tarafından kabul edilebilir olmamakla birlikte bölgede BAE ve küresel olarak da ABD tarafından desteklendiği biliniyor.

Sonuç olarak Filistin davası kritik bir eşiğe gelmiş bulunuyor. Bu kritik eşiği aşmak için Hamas ve Filistin yönetiminin kesinlikle ulusal birliği güçlendirecek bir noktada uzlaşmaları elzem. Ancak bu şekilde Filistin davası güçlenerek mücadelesine devam edilebilir. Bir diğer husus ise bölgedeki Arap devletlerinin Filistin devletini bölgede yaşanan ihtilaflı konulara taraf yapmaktan uzak durma gerekliliği. Filistin devleti bölgedeki ihtilaflı konulardan daha büyük bir davanın muhatabıdır. Enerjisi başka noktalara kaydırılarak bölgede piyonlaştırılmamalıdır. Uluslararası düzeyde ise artık bölgedeki tüm tarafların daha önce alınmış uluslararası kararlara uyması için kamuoyu oluşturulmalıdır. Friedmanın verdiği mülakatta Dahlan ismini zikretmesi ise aslında kamuoyunu buna hazırlamak için yapılan ilk açıklamadır. Önümüzdeki dönemde Dahlan ismini Filistin meselesi çerçevesinde çok sık duyacağımız kesin ancak Filistin halkı ve İslam alemi o kadar tarihi bilgi birikimi ve tecrübesine rağmen bile bile ‘Dahlan’ dememelidir.

AA

Read Previous

Hava sıcaklıkları düşüyor

Read Next

Kosova’da önlemler kademeli şekilde hafifletilecek