Açılış konuşmalarını SDE Başkanı Muhammet Savaş Kafkasyalı ve Kosova Büyükelçisi H.E. Ilir Dugolli gerçekleştirdi. Oturum başkanlığını SDE Başkan Yardımcısı Sinan Tavukcu’nun yaptığı panelde konuşmacılar ise TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Dr. Mahmut Çevik, SDE Savunma ve Güvenlik Kurulu Başkanı (E) Tümgeneral Dr. Güray Alpar, SDE Ekonomi ve Finans Uzmanı Dr. Merve Karacaer Ulusoy, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Seda Ekmen Özçelik ve Araştırmacı Seyfullah Girişen idi.
Panelin açılış konuşmasını yapan SDE Başkanı Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanların yalnızca coğrafi yakınlıktan dolayı değil, birçok bakımdan birbirimizle etkileşim içinde olmamız bakımından çok önemli olduğunu ifade etti.
Cumartesi günü 14 Aralık Dayton Anlaşması’nın yıldönümü olduğu için bu paneli bu hafta içinde düzenlendiğini söyleyen Kafkasyalı, “olumlu veya olumsuz her koşulda Balkanlardaki kardeşlerimizin yanında olmak istiyoruz” dedi.
Kosova Büyükelçisi H.E. Ilir Dugolli Kosova ve bölge hakkında önemli noktalara değindi.
“Balkanlar hakkında pesimist fikirleri olan taraflar, Balkan ülkelerinin durumunun daha da kötüye gideceğini düşünmektedir. Öte yandan daha olumlu bakanlar ise durumun daha da kötüye gitmeyeceğini ve ilerleyen zamanlarda aksine iyiye gidebileceğini düşünmektedir.”
“Şu an ekonomik ve yeni iş imkânlarının azlığı gibi sebeplerle Balkan ülkelerinin halklarında bir yılgınlık görülebilmektedir.”
“Yirmi sene öncesine bakıldığında hangi şahsın, nerenin vatandaşı olduğu ayırt edilememektedir. Şu an ise insanların ve bizim nereden geldiğimiz hala bizi şekillendiren unsurlardan biridir.”
“Ayrıca şu an Kosova olarak NATO ve AB ile olan karşılıklı süreçleri ilerlemektedir. Hırvatistan ve Slovenya’nın AB’ye ve Hırvatistan’ın NATO’ya katılmasını mutlulukla karşılamaktayım. Ayrıca diğer Balkan ülkelerinin gösterdikleri olumlu süreçlerden çok memnunum ve kendi ülkemde de aynı ilerlemeyi görmek isterim.”
“Savaştan sonra dünyaya gelen yeni neslin, herhangi bir savaş tecrübeleri yoktur. Arnavutluk’ta gerçekleşen felaketten sonra komşularımızın ve Türkiye’nin hızlı bir şekilde adım atarak yardımda bulunmaları beni mutlu etti.”
1992-1995 yıllarında Bosna Hersek’teki savaşı sonlandıran, 14 Aralık 1995’te ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton şehrinde, Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegovic, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Milosevic ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman tarafından imzalanarak Bosna Hersek’te 1992-1995 tarihlerinde yaşanan kanlı savaşı sonladıran fakat hala tartışmalara neden olan Dayton Anlaşması’nın 24. yıldönümü dolayısıyla Araştırmacı Seyfullah Girişen, bu anlaşmayı açıklayan detaylı bir sunum gerçekleştirdi.
“Anlaşmanın genel hatları şu şekildedir: Bosna Hersek iki entiteye ve bir özerk bölgeye ayrılmıştır. Bu entiteleri Bosna Hersek Federasyonu (FBIH) ve Sırp Cumhuriyeti oluşturur. Özerk bölge ise uluslararası denetime tabi olan Brćko’dur.”
“Bosna Hersek’in idari yapısında bir bütünlük olup olmadığını soracak olursak, haritaya baktığımızda Boşnak, Hırvat ve Sırpların tamamen ayrışmış olduğu görülür, her millet kendi bölgesinde pozitif ayrımcılık görür ve bu da bütünlük ilkesine aykırıdır.”
Çözüm önerisi olarak ise Girişen, “Dayton Barış Anlaşmaları etnisitelerin entegrasyonu ve işbirliği ile ortadan kaldırılmalı ve yeni bir anlaşma ve yeni bir anayasayla ülke düzenlemeye gitmelidir” dedi.
TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Dr. Mahmut Çevik, TİKA tarafından bölgede gerçekleştirilen faaliyetlere ve Balkan ülkelerinde yaşanan güncel olaylara değindi.
Son yüz yılda bölgede önemli gelişmeler olduğunu söyleyen Çevik, bölgenin stratejik öneminin oldukça yüksek olduğunu söyleyerek AB’nin Batı Balkan ülkelerinin üyeliğine yönelik sürdürdüğü strateji hakkına bilgi verdi. Türkiye’nin diplomasi açısından da TİKA’nın bölgedeki faaliyetlerinin çok değerli olduğunu belirtti.
“Tito’nun Yugoslavya’sı dağıldıktan sonra, Belgrad merkezli 6 tane cumhuriyet ortaya çıktı. Bu 6 cumhuriyete Yunanistan, Romanya, Arnavutluk ve Bulgaristan’ı da dahil ettikten sonra Trakya’yı da dahil edersek, Balkanlar dediğimiz bölge, kabul gören 12 tane bölgeden oluşur.”
‘Balkanlar’ kavramının ilk defa Türkiye’de kullanıldığını söyleyen Çevik, bunun da kuzeyden gelen Türklerin Balkanları şekillendirdiği ve etkilediğinin ve bu bölgeye bir isim verdiğinin bir göstergesi olduğunu ifade etti.
Osmanlı’dan gelen Türk boylarının bu bölgeye yerleştiğini ve özellikle Vardar bölgesinde Türklüğün çok iyi yerleştiğini, Balkanlara Türklerin Avrupa’sı denildiğini söyledi.
“1453-1800 yılları, bölgenin Osmanlı Devleti hâkimiyeti altında farklı etnik ve kültürel yapıların sürdürülebilir olduğu ve saygı çerçevesinde yaşandığı bir dönemdi.”
Osmanlı Devleti çekildikten sonra bölgedeki sorunların artarak devam ettiğini de ekleyen Çevik, bir İspanyol gazetecinin deyimiyle, hiç kimsenin Balkanları ve Balkanlardaki problemlerin Türkler kadar iyi anlayamayacağını söyledi.
“Balkanları anlayabilmek için muhakkak surette Türklerle konuşmak ve onlara başvurulmak zorundadır.”
“Trakya da dahil olmak üzere Balkanlarda yaklaşık olarak 10 milyon Türkçe konuşan insan var. Bölgedeki Müslümanların %52’si Arnavutça, %32’si Slavca, %12’si Türkçe, %4’ü de Romani dilini konuluşuluyor. %18’inin Müslüman olduğu bölgede, 55 milyon Hıristiyan Ortodoks, 15 milyon da Müslüman var. Arnavutluk’taki toplumun %70’i, Makedonya’da %32’si, Bulgaristan’daki toplumun %26’sı Müslüman, Kosova’daki toplum %90’ı, Bosna Hersek’teki %60’tan fazlası
Müslümandır. Batı Trakya’da 250.000, Romanya’da ise 100.000 Müslüman yaşıyor”. Çevik, yalnızca bu rakamların bile bölgenin Türk siyaseti açısından önemini yansıttığını söyledi.
“Balkanlar bölgesi stratejik açıdan önemli. Türk ve Müslüman toplumların mevcudiyetinden dolayı önemli. Güvenlik açısından önemli. Her şeyden önemlisi ise, burada şu an aramızda da gördüğüm buraya gelen Rumeli’nin güzel insanlarından dolayı da önemli.”
Balkanlarda sorunların bitmediğini, toprak, din, dil, ırk, güvenlik gibi birçok problemin olduğunu söyleyen Çevik, Balkanlardaki güncel sorunları ülkeler bazında örneklendirdi ve bu sorunların giderilmesine yönelik program ve projeler ile TİKA olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasına katkıda bulunduklarını ifade etti.
Ayrıca 26 Kasım’da 51 kişinin hayatını kaybettiği, 900 kişinin yaralandığı ve fazla sayıda evin yıkıldığı Arnavutluk’ta meydana gelen deprem sonrasında, Türkiye’nin kalkınma kuruluşu olan TİKA’nın depremin olduğu geceden itibaren ilk müdahale eden uluslararası kuruluş olduğu ve kardeşlerimizin her türlü ihtiyacını karşılamak için orada Kızılay ve AFAD ekipleri ile birlikte hazır bulunduğunu söyledi.
Panelin moderatörlüğünü yapan SDE Başkan Yardımcısı Sinan Tavukcu, bir strateji kuruluşu olarak Stratejik Düşünce Enstitüsü’nin (SDE) politika geliştirme ve geleceği öngörme konusunda fikir üretme misyonuna sahip olduğunu belirterek Balkanların iki önemli problemi olduğunu ifade etti:
“Birincisi halkların ve devletlerin birbirine olan güvensizliği ve çatışma korkusunun giderilmesi gerekiyor. İkinci olarak ise ekonomik anlamda işssizlik ve üretken genç nüfusun sürekli Avrupa’ya göç etmesi ile Bulgaristan ve Romanya’da gördük. Bu durum toplumun çökmesine neden oluyor.
“Önümüzdeki dönemde AB’nin nereye varacağı meçhul ve Doğu Avrupa ile Balkanlara yönelik politikalarının nasıl olacağını kendileri de tam olarak belirleyebilmiş değil. Türkiye, Balkanların korkularını gidermesi için Balkan ülkelerini bir yandan AB’ye girmesini, diğer yandan da NATO’ya bağlı olmalarını teşvik etmişti fakat artık NATO’nun beyin ölümünün gerçekleşmiş olduğunun bile tartışıldığı bir döneme girdik. Önümüzdeki dönemlerde muhtemelen bunların Balkanlara yansımalarının nasıl olacağını konuşacağız.”
“Madem burada iki korku var ve bizlerin de geleceğe dair stratejiler geliştirme yükümlülüğü var, o zaman bu stratejilerin biri bölgede güvenliği tesis edecek bir ittifak sistemi düşünmek olmalıdır. Daha önce kurulan ittifaklar ABD ve İngiltere’nin de dahil olduğu ve onların çıkarlarına hizmet eden ittifaklardı. Şimdi ise kendi inisiyatifimizle barış ortamının sağlanacağı bir Balkan ittifakının olabilirliğini düşünmemiz gerekiyor çünkü yarın ne olacağını bilmiyoruz. Bugün için iyi olan yarın bir hezimet olabilir. İkinci olarak ise ekonomik çöküntüden bahsettik. Dünya ticaretinin yaklaşık %70’ini yönlendirebilecek olan Çin’in İpek Yolu hattı, gerek kara gerekse deniz yoluyla Balkanlardan oluşacak bir yapı olacak. Bu yönden bölgenin jeostratejik konumu oldukça önemli ve en önemli dağıtım merkezi olacak potansiyelde. Ülkeler bireysel olarak Çin ile anlaştığı zaman bu ticaretten kazanımları olmayacaktır. Bu refahı ortak müzakere edecek bir ittifaklar sistemiyle karı artıracak bir politikalar ekseninde strateji geliştirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bunları planlarken, Türkiye bir Balkan ülkesi olarak şu anda elbette bir parçası olduğumuz mevcut statükoya bağlı kalmanın, bundan 5-10 yıl sonra neyle karşılacağımızı hesaplayarak kendi inisiyatiflerimizle ve eşitler olarak yeni yol haritaları üzerinde düşünmemizde hiçbir engel bulunmamaktadır. Dünya durağan değil, fay hattımız sabit durmuyor, sürekli hareket halinde.”
SDE Savunma ve Güvenlik Kurulu Başkanı Tümgeneral (E) Dr. Güray Alpar, Balkanların tarihsel gelişimini değerlendirdi. Bireysel olarak Balkan halkları ile Türkler arasında benzerliklerimizin oldukça fazla olduğunu ve devletler arasındaki sorunların da aşılabileceğini ifade etti.
Bosna Hersek’teki devlet yapısının çok karmaşık olduğunu ve karar alma mekanizmalarının da bundan dolayı etkin olmadığını söyleyerek böyle bir yapılanmanın ilerlemesinin veya kalkınmasının mümkün olmadığını ifade etti. Artık herkesin bu yapının değiştirilmesinin gerektiğinin farkında olduğunu ve bu şekilde bir barış ortamı sağlanamayacağını belirtti.
“Barış ve hoşgörünün sadece söylemde kalmadığını Balkanlara gidince orada Osmanlı döneminden kalmış ve bugüne korunmuş kiliseleri gördüğünüzde anlıyorsunuz.”
“Bosna Hersek’in kuvvetli bir ordusu yok. Zaten orada kuvvetli bir ordu olmasını istemiyorlar.”
Dünyanın en güçlü orduları sıralamasına bakıldığında Türkiye dışında hiçbir Balkan ülkesinin ordusunun güçlü ordular arasında yer almadığını görüyoruz.
“Yapılan bir araştırmaya göre Rusya ile sınırı bulunan Balkan ülkelerinin savunma harcamalarının yüksek olduğu ve bunun nedeninin de tehdit olarak Rusya’yı gördükleri belirtiliyor.”
“NATO bu bölgede Türkiye ile bu kavga ederse bir hiç durumuna düşecek. Balkanlardaki her ülkede Türkler var. Bu bir bağdır ve zenginlik olarak görülmelidir. Eğer ülkeler arasındaki bu farklılık bir zafiyet değil de zenginlik olarak görülürse işbirliği yapmak daha kolay olacak ve işbirliğinin parçası olan herkes için avantaj sağlayacaktır.”
“Balkanlarda bir ittifak kurmak aslında hayal değil. Öncelikle ders kitaplarındaki nefret söylemlerinin çıkarılması gerekiyor. Bireysel olarak hiçbir Balkan ülkesi ile bir problemimiz yok. Herkes Türklere bireysel olarak çok yakın. Fakat bu ülkelerde dışarıdan etki çok fazla. Etnik ayrımcılık ve düşmanlığın bu ülkelerin kendi kültürlerinde bulunduğunu düşünmüyorum. Bu fikirler dışarıdan bu bölgelere pompalanıyor. Bunun amacının da ‘böl ve yönet’ taktiği ile birbirlerine düşen ülkere silah satmak diye düşünüyorum.”
“Burada birlik olursa Balkan ülkeleri sömürülemez, aksine gelişirler. Bundan kim zarar görebilir diye düşündüğümüz zaman olayı anlayabileceğimizi düşünüyorum.”
SDE Ekonomi ve Finans Uzmanı Dr. Merve Karacaer Ulusoy ve Dr. Seda Ekmen Özçelik, ‘Balkan Ülkelerinin Ekonomik Performansı: Sorunlar ve Çözümler’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Balkan ülkelerinin ekonomilerinin tarihsel gelişmelere paralel olarak geniş bir çalışmayla açıkladıkları sunumda Ulusoy ve Özçelik, bu ülkelerin ekonomik sorunlarını tek tek ele alıp sorunlara dair çözüm önerilerinde bulundu.
Çalışmada topraklarının tamamı Balkanlar içerisinde yer alan Arnavutluk, Bosna Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Yunanistan ile topraklarının %20’sinden fazlası bu bölgede yer alan Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya olmak üzere 10 ülkeyi ekonomik analiz verilerinde kullandılar.
Belirtilen Balkan ülkelerinin ekonomik performansını kişi başına düşen gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH), enflasyon, işsizlik, brüt katma değerin sektörler arası dağılımı ve dış ticaret gibi temel makroekonomik veriler üzerinden değerlendiren Ulusoy ve Ekmen, her ülke için ayrıntılı bir araştırmayla bu verileri karşılaştırdı.
İşsizliğin Balkan ülkelerinde hala en büyük sorunlarından biri olduğunun görüldüğü araştırmada, ekonomik performansın artırılması için önerilerde bulundular:
- Büyümenin motoru olarak kabul edilen imalat sanayinin ülke ekonomisi içindeki payını artırarak bu sektörü katma değeri yüksek ürünlerle uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazanması Balkan ülkelerinin cari açık ve işsizlik çözümüne katkıda bulunabilecektir.
- Sanayi payının azalmasıyla işsiz kalanların, hizmetler sektöründe istihdam edilmesine yönelik mekanizmalar geliştirilmedir. Örneğin turizm sektörüne yönelik altyapı çalışmalarının yapılması, gerekli iş gücü kaynağının yetiştirilmesi ve uluslararası alanda potansiyelin tanıtılmasına yönelik çalışmalar yapılabilir.
- Balkan ülkelerinin ucuz iş gücü, uygun tarım ve sanayi arazileri, doğal kaynakların varlığı ve AB ülkelerine coğrafi yakınlık gibi avantajları kullanarak AB piyasasında, AB üyesi olmayan ülkeler arasındaki rekabet gücünü artırarak ihracatı artırma potansiyelleri vardır ve bunu uygun şekilde kullanmalıdırlar.
- Dış ticarette yapısal bir dönüşüm geçirmeleri gerekmektedir. Uzun vadede katma değeri yüksek, orta ve yüksek teknolojili ürünlerin üretimine yoğunluk gösterip yetişmiş ve genç iş gücünü de uygun değerlendirebilecek alanlar oluşturmuş olacaklardır. Otomotiv sektöründe tecrübeli olan Slovakya ve Romanya gibi ülkelerden bilgi ve teknoloji transferi gibi teknik destekler alınması bu süreci hızlandıracaktır.