Bazı destanlar vardır ve biz onları kitaplardan okurken mübalağa olduğunu sanırız. Ancak yakın dönemde bizler de bir destana tanıklık ettik o da 15 Temmuz. Aradan tam iki yıl geçti, hâlâ o gecenin yaşandığı ana dönünce insanın tüyleri diken diken oluyor. Yıllar sonra o geceyi anlattıklarında belki de yine mübalağ zannedecekler ama ellerde görüntüler var şimdi. Bu gün bile onları izlerken insanın yüreğinde bir dağ yangın yerine dönüşebiliyor. Anlık bir karar ve anlık bir müdafa, Allah’ın takdiri ve izni ile de o vatan büyük bir hezimetten kurtuldu çok şükür.
O gecede yaşananları, bizler, yani o güzel vatandan yüz yıl önce ayrı kalanlar çok farklı bir şekilde yaşadık burada. Sizler orada meydanlara inerken, ki o meydan er meydanıydı, kurşunlara göğüs gererken ve şehit olurken orada olamamanın ağırlığını ve acısını çok derin yaşadık. Bizler ki kaderimize razı olmuş ve yüz yıl önce Batı’nın türlü oyunları ile elimizden hem bayraklarımız hem vatanımız alınmışıtı. Bedenimiz bu topraklarda ama gönlümüz ruhumuz oradaydı. En kötüsü de bu sefer hainler içerden vurmuştu, robotlaşmış beyinleri aktifleştirmek için üst akıl düğmeye basmıştı. Karanlık bir dünyada yaşayanlar bu gün bile hâlâ neler olup bittiğini anlamış değil. Ama çok şükür ki şimdi vakit Türkiye vakti. 15 Temmuz’un bitmediği 24 Haziran seçimlerinden de belliydi. Belki de hâlâ sürüyor, ilerde bir zaman diliminde biz bu zamanın ne kadar geniş olduğunu anlayabileceğiz. 15 Temmuz gecesi ve ilerleyen gecelerde sokaklarda insanların nöbette olduğu gibi aynı o nöbet devam ediyor aslında. Ama darbelerin ülkesi olmayacak artık Türkiye, eski oyunların modası geçti. Onlar yenilerini üretene kadar Türkiye yine daha güçlü olacak. Birileri çamur atmaya çalışırken kimbilir belki de kendi çamurlarında boğulacaklar.
Ben bu haftaki yazımın konusunu daha önceden belirlemiştim aslında ve hiç tereddüt etmeden elbette ki 15 Temmuz konulu olacaktı bu yazım diye düşündüm. İçimde bir de o vatan aşkı daha da canlanıyor gibiydi. Birkaç gündür annemde bir telaş seziyordum, bana telefon ediyor “Hani şu senin nişan bohçanda eski bir çevre vardı, o sende mi?” deyip duruyordu, sonra da ekliyordu “bilirsin ben bir şey ararsam bulurum” dedi. Elbette bulurdu çünkü o “anneydi” ve çok kere annelerin de annelere ihtiyacı vardı. Annemin annesi o daha beş yaşındayken vefat etmişti oysa, dedem göç etmemiş ama dört kardeşiyle birlikte “Feride Nene” İstanbul’a göç etmiş. Henüz evrakları olmadığından da o anda ziyarete gelememiş. Eski bir fotoğrafta kendisini görmüştüm. Ondan konuşurlarken tam bir “Osmanlı hanımıydı” derlerdi.
İşte annemin telaşla aradığı o sırma kıyılı ve işlemeli çevre de ona aitti. Sonunda onu buldu annem de, getirdi önüme “Leyla, bu çok değerli benim için, ama şimdi bu gibi işlemeleri çerçeveletip duvara asıyorlar, şimdi sana emanet dedi…” Elime alıp o çevreyi ve üzerindeki işlemeleri incelemeye koyuldum, bir yandan sorular soruyorum anneme, dedemin doğum tarihini, babaannenin o çevreyi işlediği tarihi bulmaya çalışıyorum. Takriben o çevre 1912’lerde Üsküp’te işlendi.
Bir süre içimde farklı duygular belirdi. O yıllarda Osmanlı Devletine karşı yapılan bir ittifak sonucu 18 Ekim 1912’de birinci Balkan savaşı başlamıştı. Balkan ülkeleri Makedonya’yı paylaşmak için de fırsat kolluyordu. Bizleri Türk bayrağından ayıran tarihti. O tarihte Üsküp’te bir Türk kızı çeyizine çevre işlerken neler hayal ederdi diye düşündüm. Bir yandan vatanın elden çıkması, yaşanan göçler, şehit haberleri, diğer yandan hayaller ve Üsküp. Elimdeki çevre o zaman diliminden gelip beni bulmuş gibiydi. Ona dokunan ve onu işleyen bir çift el ve o tarihte yaşananlar hepsi gelip önümde durdu. Bizi bizden koparan o tarihten sonra buralar hiç huzur bulmadı. Ancak beyaz bir tülbente işlenmiş sırmalar hala parlaklığını koruyordu, renkler capcanlıydı, aralarından sadece kırmızı ip biraz da kendini beyaz tülbente yaymıştı. O al kırmızı iplik beyaza yayılmıştı…
Başımı kaldırdım, mahallemizin kaldırımlarımdan yürümek için dışarı çıktım. Birkaç adımdan sonra önümde kocaman duvarları ile duran Kurşunlu Han’ın yanına yaslandım. Onda da aynı o ruh, o da sadece taşlardan örülmüş bir duvardı, o da ayrıydı ama. Tarihler farklıydı bu sefer ve nedense bütün bu hislerim ile Üsküp’ün bu yerlerinde bütün bu acı ve kırılmışlıklarım ile gezerken gözüme yine o minareler ilişiyordu. İkisi vardı ki, yüreğime umut serpti, biri Sultan Murad Camii’nin minaresi diğeri de İshak Bey Camii’nin minare ve kubbesi. Hızır gibi bana yetiştiler. Görseniz onları, üzerlerinde yeşil ağlı örtüler vardı, inşaat iskeleleri de. Sultan Murad’ın minaresi şerefesine kadar yerinde yoktu. Taşları yerinden sökülmüş, etrafı sarılmış, kullanıma kapalıydı. Yok yok, onlar yıkılmıyordu tam aksine yenileniyordu. Asil bir şekilde hem de. Kocaman bir tabela vardı girişinde TİKA tarafından restore ediliyorlardı.
Hani seçimlerden önce birileri “hepsini kapatacağız” diyordu. Allah’a şükürler olsun ki onlara bu fırsat verilmedi. Allah’a şükürler olsun ki 15 Temmuz gecesi o vatanı bölmek ve yıkmak isteyenlere fırsat verilmedi. Bugün benim bu yaşadıklarımı yüz yıl sonra sizler de yaşıyor olacaktınız belki de. O al bayrağı elinize alıp meydanlara indiniz ya, sizin yanınızda öyle bir ordu vardı ki, onu hesaba katmayanlar hüsrana uğradı. O gece şehit olanlar ne mübarek insanlarmış, size ve hepimize öyle bir vatan hediye ettiler ki, eskisinden daha güçlü, eskisinden daha asil ve kocaman. Yüz yıl önce kaybettiğimiz ne varsa bizlere geri kazandırdı. Toprak ve sınırlar ile ölçülmez vatanın değeri. Şimdi bizim gözümüzde Türkiye çok büyük bir ülke.
1912’de kimbilir ne hayaller ile işlenmiş bir çevre bana öyle bir ders verdi ki. Birinci dünya savaşı 1914, Birinci Balkan savaşı tam bitmişken hem de, Osmanlı devleti buralardan çekildikten sonra, ardından İkinci Balkan Savaşı, nedenleri ise paylaşılamayan topraklar, tam her şey düzelecekken birkaç yıl sonra İkinci Dünya Savaşı, uzun bir sessizlikten sonra yine dağılma ve parçalanma… İşte 15 Temmuz bizler için bu yüzden önemlidir. Buranın 1912’sidir, eğer o gece hainlerin planları işlemiş olsaydı, altından kalkamayacağımız savaşların zincirine sürüklenmiş olacaktık yine. Etrafta bu kadar hain varken, sakın olmazdı demeyin. 15 Temmuz Anadolu’yu ve istanbul’u alma planının bir parçasıydı. Sizler o gece hepimizin kahramanı oldunuz, sizler o gece dedelerimizin ettiği duaların kabuluydunuz, sizler o gece gözyaşı ile işlenmiş nice yazma ve mendillerin sarıldığı yaraların ilacıydınız. Öyle bir destan yazdınız ki tarihin sayfalarına, bundan böyle de dua ediyoruz ki yine hep güçlü ve adil olasınız, doğrunun peşinde ve haklının yanında yer alasınız. 15 Temmuz akşamı şehit olan tüm şehitlerimize vatan için canını feda edenlere Allah’tan rahmet dileriz. Vatan nöbetinde olan tüm askerlerimizin de Allah yar ve yardımcısı olsun…