21 Aralık, Makedonya’da yaşayan Türklerin “Türkçe Eğitim Günü” olarak kutlandı. Bizler on yıldır bu bayramı coşkulu bir şekilde kutlamaya çalışıyoruz. 2007 yılından itibaren resmiyet kazanan bu bayramla, Türkçenin bu topraklardaki varoluşu resmen kanıtlanmış oldu. Türkçeyi bu topraklarda yaşatmaya çalışanların, Türkçe konuşanların bayramdır bu. Benim, senin, bu yazıyı okuyabilenlerin, anlayabilenlerin de bayramıdır. Dünyada aynı dili konuşabildiğimiz ne kadar insan varsa o kadar çok kişinin bayramı da aynı zamanda. Makedonya’da yaşayan Türklerin dünyada aynı dili konuşan bütün ülkelere bir armağanıdır.
Bizler bu bayramı kazanabilmek için mücadele verdik, bu mücadelenin içinde, 1944 yılında Türkçe eğitimin canlanması ve kazandırılması çok önemliydi. 600 yıllık bir geçmişimiz var, neden 1944 diye sorabilirsiniz. Türkçe bu topraklarda yüzyıllardır vardı, hep de var olacak. Ancak o 560 yıl içinde Türkçe konuşmak ve yazmak, hatta onu yaşatmak çok zor değildi, balık denizin içindeydi. O denizde istediği gibi yüzüyor, istediği gibi besleniyordu. Dalgalar çekilmeye başladığındaysa asıl mücadelemiz başladı. Balık, karada kalınca yaşayabilmek için kendine su arıyordu.
Suyla geri çekilen ve çukur kazıp suya ulaşmak isteyen balıkların mücadelesini anlatayım kısa kısa… Yıl 1912, resmen ayrıldık. Bu yıllar çok acı yıllar; hem yazması zor hem derinlere girip açıklaması. Mesela II. Meşrutiyet için dağlara çıkıp hürriyet naraları atanlar, birkaç yıl sonra aynı safta yer aldıkları yoldaşları tarafından kenara atıldı, hatta öldürüldüler. Bugün dış güçlerle kendi vatanlarına hainlik edenlere tavsiyemizdir, uzaktan tehditler savuracakları yerde biraz tarih okusunlar, hatta bazı sözde kahramanların sonlarını okusunlar. Kullanılıp bir mendil gibi kenara atılan nice sözde kahraman gördü bu topraklar.
1920’lerden sonra neler oldu: Osmanlı tarihi eserlerinden en güzeli olan Burmalı camii 1925 yılında yıktırıldı, yerine orduevi inşa edildi. Tarihi eserlerin birçoğu kendi kaderlerine terk edildi. 1929 yılında Türkçe yasaklandı. Hatta Türklerin her türlü siyasi, sosyal, dini ve kültürel faaliyetleri yasaklandı, sınırlı olan hak ve özgürlükleri askıya alındı. Malumunuz, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1928 yılında Harf Devrimi oldu alfabe değişti, burada yaşayanlar henüz o alfabeyle tanışmamıştı. Haberleşme, okuma, yazma ile irtibatın kesilmesi için herhalde böyle bir karar alındı. Yaşanılan savaşlardan sebep Türk okullarında da devamlı aksaklıklar oldu, Balkan ve I. Dünya savaşından sonra da kapatıldılar. Türkler, Yugoslavya’nın açtırdığı Sırp okullarına gitmeye zorlandılar. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı döneminde ise Türkçe’nin resmi dil olarak devlet dairelerinde kullanılması yasaklandı. Okullarda sadece din derslerinin Osmanlıca alfabesi ile Türkçe olmasına izin verildi. 1921 yılında İstanbul’da basılan elifbaların buradaki okullarda okutulması da yasaklanmıştı. Kitap dâhil, oradan hiçbir şey buralara gelmesin istemişler.
Dönemin Üsküp sancağına bağlı olan Sırp amirin Eğitim Bakanına sunduğu bir rapor şu şekildedir: “Türklere eğitim vermeye çalışmakla devlete ve millete herhangi bir hizmet yapılmıyor. Bu güçlü silah ilk fırsatta Sırp hükümetine karşı kullanılacaktır. Hiçbir Sırp öğretmeni Müslümanlara eğitim öğretim hizmeti vermemelidir. Aksine söz konusu halk kendi yağıyla kavrulmaya bırakılmalıdır. Böylece onlar bir zaman sonra güçlerini kaybederek gerilemiş ve dolayısıyla tehlikesiz hale gelmiş olacaklardır.”
1924 ile 25 yılları arasında ise Üsküp’te Kral Aleksandar tarafından “Medrese Kral Aleksandar Veliki” (Velika Medresa) adıyla ilahiyat içerikli bir okul açıldı, din medresesi yani, ama o okulda eğitim tamamen modern olup, din dersleri hariç eğitim dili Sırpçaydı. Türkçe, Latin alfabesine geçse de buradaki Türkçe dersler Osmanlıca verilmeye devam edildi. 1930’larda ise bir kararname ile Türkçe ders veren öğretmenlerin büyük kısmının görevlerine son verildi, 680 öğretmen açıkta kaldı. Bölgede öğretmen ve öğrenci sayısında artış olurken Türk öğretmen ve öğrenci sayılarında düşüş yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı döneminde de Türkçeye baskılar devam etti, ancak savaş bittikten ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1944 yılında herkese anadilde eğitim hakkı verilmesiyle Türkçe yeniden özgürlüğüne kavuşmuştu. Türk okulları tekrar faaliyete geçti ve Makedonya genelinde yaklaşık 37 Türk okulu yeniden açıldı. 1945 yılında da ilk kez yeni Türk alfabesi yayınlandı. Ancak halktan ağır vergiler toplanmaktaymış ve göç hep devam etmiş. 1947-48 yılında Yücel teşkilatının yasadışı örgüt ilan edilmesi, birçoğunun yargılanıp ağır cezalar alması ve dört canın kurşunlayarak idamı, burada yaşayan Türklere uygulanan baskıların ne denli ağır olduğunu göz önüne seriyor.
Bütün baskılara rağmen hem serbest göç anlaşması imzalanmış hem de ana dil özgürlüğü devam etmiş. Yeniden Türkçe dergi, kitap ve gazete, yanı sıra 1963 yılında da Üsküp Pedagoji akademisi kurulmuş. 1976’da ise Üsküp Filoloji Fakültesi bünyesinde Türk Dili ve Edebiyat Bölümü açılmış. Yugoslavya Türk Edebiyatının temsilcisi olan birçok yazar çocukluğunda Türkçe okuyamamış. Tüm bu baskıları göz önünde bulundurduğumuzda, yayınlanan kitaplardaki Türkçe’nin neden daha yalın olduğunu anlaşılabilir. Bu yüzden daha çok çocuklara yönelik kitaplar yayınlanmış, çevirilere önem verilmiş, buzu kırmak elbette ki zor olmuş.
Bizler bugün Türkçe eğitimin yeniden özgürlüğüne kavuşmasının tarihini önemsiyoruz. Bizler buradan gidelim diye ilk dilimizden vurmaya çalıştılar çünkü; eğitime, kültüre, dine saldırdılar. Ama yolumuza devam ediyor, milli ve manevi değerlerimize inatla sahip çıkıyoruz. Bu mücadele ne kadar çetin de olsa, bu mücadelede ne kadar ağır ağır ilerlesek de bu yolda izler bırakmaya çalışıyoruz. Bayramımız mübarek olsun, selametle kalın…